Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Anabilim Dalı’ndan Doç. Dr. Hakan Erkılıç “Covid-19 Süreci ve Sinema Sektörü” dosyamıza konuk oldu. Erkılıç bize geçmişten bugüne ve geleceğe, ekonomiden kültüre geniş bir ufuk açtı.

Doç. Dr. Hakan Erkılıç Kimdir?

Lisans eğitimini 1994 yılında, yüksek lisans eğitimini 1997’de Anadolu Üniversitesi Sinema ve Televizyon bölümünde tamamladı. 2003 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sinema-TV bölümünden Doktora derecesi aldı. Türk sinemasının ekonomik yapısı, sinema ve ideoloji, belgesel sinema, sanal gerçeklik, anlatım ve kültür gibi farklı alanlarda birçok eser verdi, ulusal projelerde yer aldı. Erkılıç halen Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Anabilim Dalı’nda görev yapmaktadır.

– Netflix, BluTV gibi online platformlar ve sinema sektörü tartışması yeni değil. Ama içinde bulunduğumuz süreçte mesele sinema sektörünün varlık sorununa evrildi. Başka Sinema’nın BluTV ile anlaşmasının yasal ve etik olmayan yönleri SİSAY-Sinema Salonu Yatırımcıları Derneği tarafından dile getiriliyor. Bunları saklı tutarak sormak istiyoruz; endüstride çalışan sinema emekçisi için bu gelişmenin etkisi nasıl olabilir?

Sorduğunuz dört soruyu da kapsayan bir çalışmayı Mersin İletişim Fakültesi’nden Prof. Dr. Senem Duruel Erkılıç ve İİBF İktisat Bölümü’nde Prof. Dr. Süleyman Değirmen ile birlikte yürütüyoruz. O çalışmanın ayrıntılarına girmeden birkaç temel noktanın altını çizebilirim.

“Sinema Değer Zinciri” değişiyor. “Yeni Değer Zinciri”nde sinema salonları yine ilk sırada ama internet/dijital platformlar yükselişte. Bu da “Yeni Medya İş Modeli” olarak değerlendiriliyor. Seyirci sinema salonundan kopmadan dijital platform pencerelerine yöneliyor. Seyir deneyimi dijitalleşmeyle birlikte çoğullaşıyor.

Özellikle bizim sinema sektörü bu durumu görmezlikten geliyordu. Covid-19 pandemisi bu süreçte katalizör işlevi gördü. ABD’de de benzer bir durum yaşanıyor. Universal, Disney gibi stüdyolar bazı gişe beklentisi yüksek filmlerini bu süreçte sinema salonu gösterimini beklemeden dijital platformlarda değerlendiriyor. Küresel sinema endüstrisi de bu süreci deneyimliyor. Dijital platformların payının daha da yükseleceği öngörülüyor. Bunun sonucu endüstri yeniden yapılanacak. Sinema salonlarının da küçülmesi söz konusu tabii; özellikle bağımsız, küçük işletmeler ve çalışanları için sıkıntılı bir süreç…. Buna bağlı olarak sektörde işsizlik oranının artması da gündeme gelebilir.

Konuyu toparlayacak olursam, dijital platformların yükselişini dillendirmek taraf tutmak ya da sinemaya ihanet etmek gibi algılanıyor bazen. Oysa öyle değil; bu bir realite! Sinema salonlarını seven, özellikle filmleri sinema salonunda izlemeye özen gösteren bir sinemasever olarak duygusal değil, nesnel bakmak gerektiği düşünüyorum. Bizim istemlerimizden bağımsız olarak küreselleşmenin, dijitalleşmenin önümüze koyduğu bir gerçek.

Şunu düşünmenizi isterim: Pelikülden dijitale geçişe itiraz edenler, bugün hangi teknoloji ile film yapıyor ve gösteriyor? Meraklıları o dönemi daha iyi anlamak için Side by Side filmini izleyebilirler. Sinema salonları tabi ki yok olmayacak ama daralacak gibi görünüyor.Ayrıca dijital platformlar konusunda  (SVoD, TVoD uygulamalarında film gösterimine dair) ülkemizde yasal düzenlemelerinin revize edilmesi gerekiyor.

– Covid-19 sürecinden sinema sektörünün de salon gösterimi anlamında oldukça ağır etkilendiğini biliyoruz. Diğer ülkelerde sinema sektörü için kamunun destek politikaları geliştirdiğini görüyoruz. Sizce hükümet nasıl bir destek paketi sunmalı ki, sinema endüstrisi pandemi sürecinde yaşadığı olumsuzluğun üstesinden gelebilsin?

Sinema birçok kriz yaşadı ve bunların üstesinden kendisini yenileyerek çıkmayı başardı. Covid-19 pandemisi küresel film endüstrisi için de büyük bir kriz. Ülkemiz açısından baktığımızda öncelikle sinema sektörü pop-corn krizini atlamadan Covid-19 pandemisine yakalandı. Yani yaşadığı kriz ağırlaştı. Bu krizde tartışılan birçok durum/sorun, Covid-19 pandemisi ve onun yarattığı etkiden çok sektörün yapısal sorunlarını içeriyor. Bunlar girift bir biçimde iç içe geçti.

Covid-19 pandemisinin yarattığı ekonomik, sosyal ve kültürel krize gelirsek, burada üzerinde durulması  gereken konular var. Bunlardan bazıları sinema salonlarının kapalı olması, ertelenen gösterim programları, seti duran filmler, ertelenen film yapım projeleri,  ertelenen festivaller, Covid-19 pandemisinden doğrudan etkilenen ve acil desteklenmesi gereken freelance ve sosyal güvencesiz çalışan kamera arkası gruptur. Sektörün proje bazlı çalışması, ödemelerin haftalık ya da bölüm başı ödenmesi bu grupta olan çalışanları çok ciddi bir biçimde zorluyor.

18/03/2020 tarihinde yayımlanan ekonomik paketten salon işletmeleri yararlanabildi ancak yapım grubu ve kamera arkası çalışanlar yararlanamadı. Meslek örgütlerinin ve Sinema TV Sendikasının Kültür ve Turizm Bakanlığı ile iletişim halinde olduğunu biliyoruz. Özellikle Avrupa ülkelerinde acil yardım fonları oluşturuluyor. Benzer bir çalışma bizim içinde geçerli ve acil. Sinema sektörünün proje temelli doğasına ve düzensiz iş döngüsüne, özel ihtiyaç ve uygulamalarına yönelik ekonomik teşvik paketi içeriğinin oluşturulması gerekiyor. Sektörü bir bütün olarak görmek ve sorunlara kapsayıcı çözümler getirmek gerekiyor. Sinema sektörü tüm bileşenleriyle daha çok iletişim içinde olup, birbirini anlayıp ortak çözümler üretmeli. Bunun başka bir yolu yok. Yoksa bu kriz de bir şekilde atlatılır daha sonra başka daha büyük krizlerle karşılaşılır. Kısa vadede Covid-19 krizinin ekonomik ve sosyal tahribatına, uzun vadede ise sektörün yapısal sorunlarına odaklanmalı.

– Covid-19 engelini elbet bir gün aşacağız, o dönem sinema sektörünün nasıl şekilleneceğini ve sinema salonlarına ilginin nasıl olacağını öngörüyorsunuz? 

Eğer her şey yolunda giderse sinema salonlarının Haziran ayında açılması öngörülüyor. En önemli etken insanların salonları ne zaman dolduracağı ve buna bağlı olan bir diğer etken de dijital platformların yükseliş eğrisinin nasıl gelişeceği… Beklenen durum platformların yükselişinin süreceği ve salonlarda daralma yaşanacağı.

Covid-19 sonrası görünen en önemli yapısal değişiklik dijitalin daha da ağırlığını artıracağı ve yeni yapılanmalara neden olacağı şeklinde. ABD’de Covid-19 pandemisi ile 1918 İspanyol gribi arasında bağ kurarak Covid-19 sonrasında endüstride neler olabilir diye projeksiyon yapılıyor. Pandemi ile birlikte Amerika Birleşik Devletleri’nde sinema salonları kapanır, yapımcılar film yapımını durdurur. Krizden en çok bağımsız sinema salonu işletmecileri ve küçük yapımcılar etkilenir. Kriz, neredeyse 70’li yıllara kadar devam eden ve literatüre “Hollywood Stüdyo Sistemi” olarak geçen dikey bir örgütlenmeye sahip yapının doğmasına neden olur. O dönemin önemli yapımcılarından Aldof Zukor, bağımsız salon işletmelerini ve küçük yapımcıları krizden yararlanarak kendi bünyesine katar. Yapım, dağıtım ve gösterim zincirinde dikey örgütlenme ile Sstüdyoların belirleyiciliğinde bir yapı kurar.

Sinema sektöründe günümüze kadar süren ve sinema endüstrisindeki işleyişin temeli olan yapım—dağıtım-gösterim süreci- tıpkı İspanyol gribi pandemisinde olduğu gibi- bu kez Covid-19 pandemisi ile önemli bir değişim geçirmektedir. Covid-19 pandemisine bağlı olarak sinema salonlarının kapanmasından dolayı Stüdyolar, bir yandan gösterimleri ertelerken bir yandan da soruna çözüm olarak dijital platformlara yönelmektedirler (Universal Stüdyoları yeni filmleri Trolls World Tour’u, WB Scoob!’yi sinema gösterimini beklemeden ve Disney Stüdyoları da sinemada gösteriminden hemen sonra Frozeen 2 filmini kendi dijital platformu Disney+’da gösterime koymuştur. Box Office Türkiye haberine göre Trolls World Tour’un kirala&izle modelindeki başarısı diğer stüdyoları da harekete geçirmiştir).

Bu durum Covid-19 ile birlikte sektörel işleyişin değişmesi konusunda da yeni tartışmalar başlatmaktadır. Çünkü öncesinden farklı olarak sinema salonlarında gösterim sürecinin atlanarak filmlerin doğrudan dijital platformlarda gösterime girmesi söz konusudur. Bu durum klasik yapım-dağıtım- gösterim zincirinin kırılması anlamına gelmektedir. Üstelik stüdyolar yapımdan sonra doğrudan kendi dijital platformlarında filmlerini sunmaktadırlar. Bu durum yeni bir dikey yapılanmayı ve işleyişi doğurmakta, sinema salonlarının geleceğini tartışmaya açmaktadır. Benzer bir durum film festivallerin geleceğini de tartışmaya açıyor. Cannes Film Festivali ötelenmeyi tercih ederken (festival kadar market kısmı endüstri için önem içerir) bazı festivaller online platforma (SXSW Film Festival gibi)  yöneldi. Covid-19 salgını sürecinde seyirciyle bir araya gelmede alternatif yollar arayan film festivalleri, ortak olarak Youtube üzerinden We Are One: A Global Film Festival projesiyle izleyicinin karşısına çıkmaya hazırlanmaktadırlar.

Seyir pratiği çoğullaşıyor. Bu sinemasever için özünde iyi bir şey. Sinema salonunda gösterim şansı bulamayan sanat sineması/bağımsız sinema, belgesel ve kısa film örnekleri, dijital platformlardan daha fazla yararlanabilir. Hatta yasal düzenlemelerle dijital platformlardaki gösterimlerden bağımsız, müstakil sinema salonlarına katkı da sunulabilir. Başka Sinema –Blu TV işbirliğini bu akstan okumak da mümkün.Sinema salonlarının kapalı olması, seyirci sayısında ve gişedeki düşüş, doğal olarak rüsumdan beslenen Sinema Fonu’nu da doğrudan etkileyecektir.

Bağımsız/sanat sineması yapımlarının finans planında önemli yer tutan Sinema Fonu desteğinin de azalacağını öngörebiliriz. Bir diğer durum önünü göremeyen ana akım sinema yapımcılarının büyük bütçeli işlerden kaçmaları olacaktır. Daha küçük bütçeli yapımlar söz konusu olabilir. Ayrıca Gülse Birsel’in Jet Sosyete’de denediği evden yapımlar gibi deneysel işlerde de artış olabilir.

Covid-19 sürecinden bağımsız olarak, şunu görüyoruz, sinema filmlerinin giderek daha fazla çevrimiçi akışım ile gösterime girdiği bir süreçten geçiyoruz. Bu durumda sinema salonları nasıl bir ortama/kamusal izleme pratiğine evrilecek?

İnsanların toplu olarak film izleme edimi yok olmayacak. Özellikle 13-18 yaş kuşağı için arkadaşlarla birlikte eğlence, sosyal/kültürel aktivite için sinema hala önemli bir mecra. Bu boyut çok değişmeyecek ama salon işletmeciliği açısından değişimler olacak. Öncelikle AVM’lere mahkûm edilen çoklu salon pratiğinde değişimler yaşanacak. Ekonomik olarak işlevsel olmayan işletmeler ya küçülecek ya da kapanacak. Burada sayısı gün geçtikçe azalan küçük/bağımsız müstakil salonların korunması önemli bir gündem oluşturuyor.  Son yasa bu salonların desteklenmesini içeriyor. Başka alternatif destek programları da oluşturulabilir.Kent kültürünün, kent belleğinin önemli bir yeri olan kamusal bir alan, bir kurum olarak “düş şatoları”nı yaşatmamız gerekiyor. Covid-19 pandemisinden bağımsız olarak ele alınması ve değerlendirilmesi/desteklenmesi gereken bir olgu… 80 milyon nüfuslu bir ülkenin yıllık sinema seyirci sayısı 70 milyon. Fransa’nın yıllık seyirci sayısı ise 150 milyon… Dolayısıyla sorunu başka yerlerde aramak gerekiyor. Yıllık seyirci sayısı az olması ve korsan gözden kaçmaması gereken ana sorunlar…

Konuyla ilgili olarak ampirik veriden öte gözlemlerime dayanan bir durumu da paylaşmak isterim. “Sinema, sinema salonunda izlenir”,  kulağa hoş gelen bir cümle. Evet, bir 20. yüzyıl söylemi olarak doğru ama günümüzü ne kadar yansıtıyor? Bunu söyleyen çoğu sinemasever, sinefil aynı zamanda filmlerinin çoğunu internet ortamında, dijital platformlarda izliyor. Festivaller ve özel gösterimler dışında seyirci eskisi kadar sık sinema salonuna gitmiyor. Bunu Tolga Akıncı’nın Box Office Türkiye sayfalarından bağımsız/sanat filmlerinin gişe/seyirci sayısı verilerine bakarak da değerlendirebilirsiniz ( https://boxofficeturkiye.com/turk-filmleri/?yil=2019&yilop=tum)

Netflix 2020 ilk çeyrek raporunda dünya genelinde patlak veren pandeminin etkisiyle bu periyotta 15,8 milyon yeni aboneye ulaştığını açıklaması da bir başka veri.Sinema salonları ve son dönem uygulamalarla ilgili olarak Yamaç Okur ve Serkan Çakarer’in hazırladığı Yetersiz Bakiye programının 45. bölümünü öneririm (Bir Film/Başka Sinema’dan Kemal Ural konuk oldu ve bu son dönemi ayrıntılı bir biçimde tartıştılar) (https://soundcloud.com/yetersizbakiyepodcast/bolum45 ).

Seyircinin salonlara gitmesini teşvik etmek, çocukların ve gençlerin sinema kültürü ile büyümelerini sağlamak gerekiyor. Bu konuyla ilgili olarak yeni yasadaki bir düzenlemeye dikkat çekmek isterim. Tescil belgesi krizi festivallerde 18 akıllı işaretinin film öncesi gösterimi ile çözüldü. Ancak böylece festival seyircilerini üniversite öğrencileri ve üstü ile sınırlamış oluyoruz. Oysa günümüz seyirci kitlesi ağırlıklı olarak 13-18 yaş aralığında. Bu kitlenin sinema kültürü ve bilinci kazanabilmesi ancak festivallere katılımıyla mümkün olabilir.Bu konuda yeniden düzenleme yapılmasına ihtiyaç var.