Bu yazıda “Leyla’nın Kardeşleri’nden” ve Leyla’dan bahsedeceğim. Belki de en az Leyla’dan bahsedeceğim çünkü kardeşleri neyse Leyla’da o ya da o olmak zorunda kalan. Bu cümlenin anlamı yazı ilerledikçe berraklaşmış olacak. Ancak her şeyden önce filmin yönetmeni ve onun Ağustos 2023 tarihinde aldığı cezadan/cezalardan bahsetmek anlamlı bir başlangıç olabilir. 1989 doğumlu, genç yönetmen Said Rustayi, sinema endüstrisinde uluslararası üretimlerde bulanabilen isimlerin yetiştiği Tahran Soore Üniversitesi’nden mezun olur. Rustayi, mezuniyetinden sonra Soore Üniversitesi’nin geleneğini güçlü biçimde devam ettiren isimlerden biridir. Yönetmen kimliğiyle uluslararası boyutta var olmayı oldukça ileri taşıyarak “Leyla’nın Kardeşleri” filmiyle Cannes Film Festivali Altın Palmiye ödülüne aday gösterilir. Cannes’dan “FIPRESCI” ödülünü kazanır. İçlerinde Busan ve Ghent olmak üzere iki yaratıcı film kentinin de ev sahipliği yaptığı toplam on yedi festivalde[1] “Leyla’nın Kardeşleri’ni” sinefiller ile buluşturur. Benim gibi İran Sineması’na özel ilgi besleyenler Abbas Kiyarüstemi – Said Rustayi isimlerinin melodik tınısına kapılıp genç yönetmenin gelecek filmleri ile ilgili hayaller kurar. Hikaye, bu bölüme kadar keyifle sürse de mutlu sonla bitmez. “Leyla’nın kardeşlerinin”, ve Leyla’nın başına gelen bizi de bulur: hayallerimiz iktidar politikalarına takılı kalır.

Ağustos 2023 tarihinde Rustayi’ye, filminde rejim karşıtı propaganda yaptığı gerekçesiyle altı ay süreyle hapis cezası verilir. Altı ay hapis cezasına ek, yönetmenin beş yıl boyunca film yapması yasaklanır. Beş yıllık yasak boyunca İran’daki Devlet Televizyonu Üniversitesi’nde “milli ve ahlaki sinema eğitimi” alması zorunlu kılınır. Böylece yönetmen kendi filminin birbirinden talihsiz –yazgıdan değil, politika yapımından doğan talih yoksunluğu–karakterlerinden birine, belki de Leyla’nın beşinci kardeşine dönüşmek zorunda kalır. Filmin finalinde dört kardeşten Ali Rıza en büyük korkusuyla, babasının ölümü ile yüzleşir. Manuçer, işlemediği bir suç için ya da suç dahi işleyemeyecek kadar yoksul olduğu için İran’dan kaçmak zorunda kalır. Perviz, mevcut yoksulluğu değişmeden yaşamaya devam ederken, Ferhat, yoksulluğu nedeniyle tüm hayallerinden vazgeçtiği gibi bir gün yurt dışına çıkma umuduyla çıkardığı pasaportunu, kaçması için Manuçer’e vererek farklı ülkeleri görme hayalini geri de bırakır. Benim beşinci kardeş olarak kabul ettiğim Rustayi, filmin ana karakteri olmasa da aldığı en büyük başarının sonucunda iktidar tarafından mesleği elinden alınıp, hapis cezası verilerek Leyla’nın beşinci kardeşine dönüşür. Bu finalde, Leyla’nın iyi bir yaşam hayali de suya düşer. Leyla, yoksulluğun sürdüğü, ifade özgürlüğünün kısıtlandığı her mekanda ne yazık ki Leyla olmaya mecbur bırakılır.

Rustayi neden yasaklandı?

Başlıktaki soru daha düşündürücü biçimde sorulabilir: Japon yönetmen Kore-eda’nın, Leyla’nın Kardeşleri ile aynı yıl gösterime giren Bebek Servisi, Güney Kore’deki yoksulluğu, yozlaşmayı ve çocuk ticaretini ele almasına karşın neden Güney Koreli Zip Medya bu filmin yapımını, medya şirketi C.J E&M ise dağıtımını üstlenir? Toplumun içinde bulunduğu durumu temiz çamaşır ve çamaşır makinesi metaforu ile gösteren Kore-eda ve bunu tuvalet metaforu kullanarak yapan Rustayi arasındaki fark nedir? Ama ben bu yazı için sadece Rustayi’nin neden yasaklandığını cevaplamak istiyorum. Çok açık: İran’daki hatta dünyanın süperstar kentlerinin, bölgelerinin dışında kalanların hikayesini hiç ajite etmeden anlattığı için. Bana kalırsa İranlı yönetmen Mecid Mecidi’nin –sinemasını seviyor olsam da– ve yoksulluk anlatılarının yasaklanmama nedeni ile Rustayi’nin yasaklanmasının nedeni aynıdır. Mecid Mecidi fimlerinin aksine Leyla’nın Kardeşleri çekilen yoksulluğun sebeplerini net biçimde ortaya koyar, bu nedenleri hedef gösterir. Üstelik ortaya konulan bu yoksulluktan inanç ve sevgi ile kaçmak güçtür hatta kaçış yoktur. Karakterlerin kurtuluşu adına tek ihtiyaç bir şeylerin değişmesi, gerçekten değişebilmesidir. Belki de bu durumu en net görebildiğimiz sahne Leyla’nın babasına attığı tokattan sonra söyledikleridir.

Bazen de yetişkinlerin insanların hayatlarını mahvetmelerini bırakmaları için cezalandırılmaları gerekir.

Leyla’nın yetişkinlerin cezalandırılmasını istemesi ve bu isteği o an için babasına tokat atarak gerçekleştirmesi varoluş sancıları yaşayan orta yaşlı bir kadın olmasından kaynaklanmaz. Onun politik bir gerekçesi vardır: Leyla sıkışmıştır, sıkıştığı yerden bir türlü çıkamaz.  Odabaşı’nın da belirttiği üzere (2023), filmin en başında bize bu sıkışıklık gösterilir. Ali Rıza çalıştığı fabrikanın batması üzerine isyan eden işçilerin arasından kaçar, baba halefi, reisi olmak için 40 altın biriktirdiği topluluğa girmek için çabalar. İkisi de kalabalığın içindedir. Leyla ise hastane olduğunu tahmin ettiğimiz, tek boyutlu bir mekânda yüz üstü yatmaktadır. Bu sahne Leyla’nın yaşadığı toplumsal klostrofobiyi daha da netleştirir. Leyla’nın Kardeşleri’nin ve babasının durumu onun bulunduğu yerin sebebi sayılabilir. Ancak babasının da, kardeşlerinin de bu hale gelmelerinin bazı sebepleri vardır. Bu yönüyle Leyla’nın asıl başkaldırısı kardeşlerine ve babasına değil, mevcut İran yönetiminedir.

Bir topluluğun parçası olmaktan ne zaman vazgeçilir?

Rustayi’nin İran’da eleştirdiği temel sorun erkekler değil, yöneten erkeklerdir. Bu nedenle baba, kardeşler, Manuçer’in dolandırıcı arkadaşı, şark kurnazı tipolojisi ile karşımıza çıkan Bayram dahi mevcut politikaların mağduru sayılabilir. Hepsinin amacı istediği gibi yaşayabilmek dolayısıyla para kazanabilmektir. Ancak mevcut İran toplumunda bunu gerçekleştirmek artık imkansızdır. Özellikle ana karakterlerin asıl amacı dahil olabilmektedir. Herhangi bir topluluğa, iyi yaşayanların arasına dahil olabilmek. Film, işten çıkartılan işçileri göstererek açılır. Ali Rıza, iş arkadaşının “Bizimle maaşlarımız için mücadele etmezsen hain sayılırsın.” uyarısına karşın fabrikayı terk eder. Onu takip eden sahnede babası İsmail, büyük bir erkek topluluğunda kabul görebilmek, belki vefat eden aile reisinin yerini alabilmek için gerçek anlamda kıvranır. Ali Rıza’nın işçileri terk ettiği sahne ve İsmail’in yas tutan ailenin arasından çıktığını gösteren saç ve sakalını kestiği sahne birbirini takip eder. İsmail, toplulukta saygı görmediğini ve yoksulluğu nedeniyle verecek pahalı hediyeleri olmadığı için reis olamayacağını anladığı an topluluğu terk eder. Ali Rıza ise fabrikada polis şiddetinin giderek tırmandığı bir anda, korkuları nedeniyle işçilerden ayrılır. İsmail’in saçlarını, sakallarını keserek çıktığı kalabalık aslında dayanışmanın olduğu, bireylerin birbirini destekleyerek ortak kararlar aldığı bir topluluktan ziyade keyfi kararların alındığı, eski reisin vasiyetini dahi açıkça bilmediğimiz, bireylerin kendi isteklerini bir başkasının maddi gücü aracılığıyla sağlamaya çalıştığı bir gruptur. Sonuç olarak, bir arada olduğumuz bireylerin gerçek bir topluluğu oluşturmadığını fark ettiğimizde, herhangi bir topluluktan bahsetmek mümkün olmadığında vazgeçeriz. Ali Rıza’nın işçilerle birlikte hakkını aramaktan vazgeçmesinin nedeni ise korkudur. Film boyunca kendisi de dahil olmak üzere herkes ona korkak biri olduğunu hatırlatır. Leyla ise bu korkaklığın ona küçüklükten beri nasıl düşünmesi gerektiğinin söylenmesinden kaynaklandığı belirtir. Korkaktır çünkü ona korkak olması gerektiği öğretilmiştir. Korku, topluluktan vazgeçmenin bir diğer nedenidir. Dolayısıyla topluluk olmanın, iyi yaşamak için bir yere dahil olmanın İran’da giderek imkansızlaştığı yönetmenin dikkat çektiği noktadır.

Başlamadan Biten Başarı(sızlık) Hikayesi

Tüm zenginlerin birbirini tanıdığını biliyor muydun? İş yerinde hep görüyorum.  Çünkü sayıları az. Yoksullar birbirini tanımıyor ama kılıklarından ayırt ediyorlar.

Ancak ne Ali Rıza ne de İsmail bir topluluğun parçası olma fikrinden kurtulabilir. Ali Rıza fabrikadan çıkarıldığı andan itibaren ablası onu kardeşleriyle birlikte “doğru, düzgün” bir iş kurmaya ikna etmeye çalışır. Bu iş için seçilen mekan İran’ın mevcut politik durumunu açık etmektedir. Leyla’nın çalıştığı AVM’nin tuvaletinde Perviz temizlik görevlisidir. AVM yönetimi, tuvaleti açık artırmaya çıkarıp, birine satarak orayı bir dükkana dönüştürecektir. Kardeşlerin hayatlarını kurtaracak girişim planı AVM tuvaleti satın almaktır. Amerika tarafından özellikle bilgi ve iletişim teknolojilerinin yatırımcıları çevresinde örülen “başarı hikayeleri” bu noktada esprili biçimde tersine çevrilir. Bill Gates, Mark Zuckerberg, Steve Jobs gibi girişimcilerin birbirinden “motive edici” girişimcilik öyküleri, Leyla’nın Kardeşleri adına işlemez. Henüz en başında mağluplardır. Girişimi başlattıkları/başlatamadıkları mekan hep anlatılanın aksine bir evin, bir okulun, bir ofisin garajı değil, bir AVM’nin tuvaletidir. Üstelik Perviz, bu tuvalette inovasyonlar üzerine düşünen “modern bir dahi” değil, büyük ve küçük tuvalete göre fiyatlandırma yaparak para kazanmaya çalışan temizlik görevlisidir. Üstelik bu fikri, kentin kahve kokularıyla şenlendirilmiş kültür veya sanayi kümelerinde değil Manuçer’in “şehir dışındaki” evinde konuşurlar. Manuçer, evinin şehir dışında olduğunu söylemektedir ancak burası bir gecekondu mahallesidir. Diğer kardeşler gibi Manuçer’de kentin çeperine itilmiş, alt sınıfın parçasıdır. Manuçer, bu evde, iş kurmakla ilgili daha iyi bir fikri olduğunu söyler: ev arkadaşının araba kiralama şirketini satın alabilecekleri. Şirket ışıl ışıl bir plazanın üst katındadır. Kapitalist ekonominin kutsal mekanlarından kabul edilebilecek plazaya giren dört yoksul erkek kardeşin mevcut ekonomik pratiklerin ne denli dışına itildiği bu sahnede iyice belirginleşir. Kapitalist mekanlar ve alt sınıflar arasındaki tezatlık hem eğlenceli hem de sade bir dille sunulur. Bu mekanın dört kardeşi hiçbir şekilde kapsamayacağını kamera açıları gösterir. Bu anlatıyı birbirini takip eden sahneler daha da güçlendirir. Dört kardeş plaza asansörü ile ofise çıkarken, Leyla Manuçer’in merdiven olmayan evine dışarıdan yapılmış alelade bir asansörle çıkmaktadır.

Yatırım Aracı Olarak 40 Altın

Plazadaki ticaret önerisinin aslında bir iş olmaması, aksine borçlarla birlikte üstlenilen bir dolandırıcılık olduğunu öğrenen kardeşler Manuçer’in sunduğu alternatifi geri çevirir. Filmin en büyük çatışması tam da bu noktada başlar. Onların dükkan olacak tuvaleti almak için kendi birikimlerini ortaya koyduğu an ve babalarının Bayram tarafından topluluğa reis olmak için çağırıldığı an kesişir. Bayram’ın, İsmail’den aile reisi, halef olmak için istediği şey ise topluluğun geleneğini sürdürmektedir. Bu gelenek, evlenenlerin düğününde en büyük hediyeyi aile reisinin veriyor olmasıdır. Bayram, İsmail’in reisliğe olan zafiyetini kullanarak onu, reislik karşılığında 40 altın vermeye ikna eder. Başta Leyla olmak üzere kardeşlerin tamamı kendileri işsizken babalarının sırf saygı görmek için yaptığı bu hamleye karşı çıksalar da engel olamazlar. Babası bir topluluğun parçası olmaya kararlıdır. İsmail’in bir yere ait olma, sevgi ve saygı görme isteği o kadar büyüktür ki vefat eden kuzeni Gulam’la hiç yaşamadığı anılar anlatır. Çağrılmadığı düğünlere çağırılmış gibi davranır. Leyla, annesi, babası ve kardeşleri hem babasının reisliğinin ilan edildiği hem de Bayram’ın çocuğunun evlendiği düğüne katılırlar.

Ancak altını paketleme görevi Leyla’ya verilmiştir. Leyla’nın babasına attığı tokattan önce iktidara başkaldırdığı nokta altınları paketin içine koymamasıdır. Ali Rıza dışında kalan kardeşleriyle yaptığı plana göre Leyla, altınları dükkanı satın almak için çalmıştır.  Bunun sonucunda İsmail çok istediği reisliğini düğünde ondan çok daha zengin, hediyesi çok daha büyük olan rakibine kaybeder. Ancak baba karakterinde temsil edilen geleneğe karşı gelen isyan başarı ile sonuçlanmaz. Bu yönüyle Rustayi romantik bir devrimci olmaktan çok uzaktır. Babayı yenerek dükkan satın alınmış olsa da erkek kardeşler babalarının o çok istediği aile reisliğinden koparılmasına dayanamazlar. Ayrıca baba, çocuklarına evi ipotek ettirerek altınları satın aldığı yalanını söylemiştir. Çocuklar yoksulluğa bir de evsizlik ekleneceği için dükkan satışını iptal ederek yeniden ve hızla 40 altın almayı denerler. Ancak sadece deneyebilirler.

Baba ve kardeşler ellerindeki parayla altın almaya her çıktığında altın ve dolar fiyatlarının biraz daha yükseldiğine tanık olurlar. Trump tweet attığı için, Amerika yeni bir savaş planladığı için, küresel düzeyde alınan her siyasal karar İran’ın kırılgan ekonomisini daha da kırılganlaştırdığı için artık ellerindeki parayla sadece 20 – 30 altın alabiliyorlardır. Finans piyasalarının hızıyla – üstelik ekonomisi kırılgan bir ülkede – sadece üst sınıflar mücadele edebilmektedir. Alt sınıflar bu ekonomik pratiklerin bir parçası olabilmek bir kenara mevcut olanı da zamanın hızına yitirmektedir. Bu hızdan başı dönen Manuçer’in dolar kurunu gördüğünde kusması da bu yüzdendir. Castells (2010), 1980’lerden sonra yeni enformasyon ve bilgi teknolojilerinin tanıdığı olanakla zamanın giderek hız kazandığını belirtir. Ancak onun dikkat çektiği nokta zamanın herkes için aynı hıza ulaşmadığıdır. Sermaye sahipleri, üst sınıflar hızlı zamanlara sahipken kalanların zamanı hala oldukça yavaştır. Leyla’nın Kardeşleri’nin yoksulluğu da finansal hıza eşlik edemeyecek kadar yavaşlamıştır. Bu nedenle onların öyküsü bir başarı öyküsü olmaktan çok başarısızlık öyküsüdür. Ancak Leyla’nın kardeşleri için söylediği gibi aptal oldukları için değil yoksul bırakıldıkları için başarısız olmuşlardır. Filmin sonuna yaklaşırken aslında babanın evi ipotek ettirmediğini, altınları kendinin biriktirdiğini, çocuklardan intikam almak için yalan söylediğini öğreniriz. Leyla’nın tokatı da bu yalanın bir sonucudur. Filmin merkezinde olan ne babanın altını saklaması, ne dükkanın satın alınamaması, ne de dolandırıcılık yüzünden kaçmak zorunda kalan Manuçer’e duyduğumuz üzüntüdür. Asıl olan bütün yoksulluğuna karşı 40 altınını sadece saygı görmek ve aidiyet kurmak için bir yere bahşedecek bir baba karakterinin varlığı ve bir türlü beraber olup, iyi yaşamayı başaramayan, başarmaya çalıştıkça eksilen yoksullardır.  Rustayi de, bunun nedeninin yazgı değil, politika olduğunu gösterdiği için beşinci kardeştir. Filmin sonu yoksulluktan kurtulmak için herhangi bir çıkış noktası bırakmasa da senaryo dayanışma ve topluluk fikrine işaret eder. Ali Rıza’nın her koyun kendi bacağından asılır ilkesine karşın sürekli başkaları için sorumluluk almak zorunda kalması ve farklı karakterlerin aynı yoksulluğu deneyimleyerek, bunun sonuçlarından etkilenmesi her koyunun kendi bacağından asılmadığını hatırlatır.

[1] Filmin dolaşıma girdiği festivalleri, aldığı ödülleri incelemek için bknz: https://mubi.com/tr/films/leila-s-brothers/awards