Sineblog.org olarak 30 yıla yaklaşan sinema yazarlığına yüzlerce yazı ve film eleştirisi, 4 tane de kitap sığdıran; uzunca süre SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) yöneticiliği ve başkanlığı yapmış, mesleğin duayenlerinden Tunca Arslan ile “eleştirmenliği eleştirdik”. Arslan bizlere film eleştirisinin ne olduğunu, nereye seslendiğini, bir eleştirmende olması gereken nitelikleri, “internet çağı”nda eleştirmenliğin niceliksel ve niteliksel halini anlattı ve daha önemlisi ideolojisiz, kültürsüz, meraksız, apolitik ve “reklamcı” eleştirmenliğin kalıcı olamayacağının altını çizdi.        

Tunca Arslan kimdir?

1962 yılında Aydın’ın Çine ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini İzmir’de tamamladı. İzmir Atatürk Lisesi’nin ardından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Öğrencilik yıllarında Yeni Olgu ve Gökyüzü gibi gençlik dergilerinin yazı kurullarında yer aldı. Profesyonel gazeteciliğe 1988’de haftalık 2000’e Doğru dergisinde kültür-sanat muhabiri olarak adım attı.

 Sinema eleştirmenliğine 1990’da bu dergide başladı. Aydınlık gazetesinde kültür-sanat servisi şefi, haftalık Aydınlık dergisinde yazı işleri müdürü ve genel yayın yönetmeni olarak çalıştı. Çıkışından itibaren beş yıl süreyle Radikal gazetesinde film eleştirileri yazdı. Değişik dönemlerde üç kez SİYAD Yönetim Kurulu’nda görev üstlendi. Çeşitli ulusal ve uluslararası festivallerde SİYAD’ı temsilen jüri üyesi olarak bulundu. TRT İstanbul Radyosu için 1994-2005 yılları arasında film tanıtımları ve sinema konulu değişik programlar gerçekleştirdi.

 TRT-2’de yayınlanan on üçer bölümlük Yedinci Sanatın Bakışı ve Oyuncakların Dili adlı belgesellerin metin yazarlığını ve sunuculuğunu yaptı. 2005-2008 yılları arasında Pekin’de yaşadı. Çin Uluslararası Radyosu (CRI) Türkçe Servisi’nde redaktör olarak çalıştı.

 Yazıları, Varlık, Cumhuriyet Kitap, Papirüs, Antrakt, Sinema Dergisi, Milliyet Sanat gibi dergilerde yayınlandı.

 Futbol ve Sinema: Metin Yuvarlağın Beyazperde Serüveni (2003), 1980 Sonrası Türk Sineması’nda Akla Zarar Filmler (2009), Altın Portakal’da 50 Yılın En İyi Filmleri ve En İyi Yönetmenleri (2013), Eleştirmenleri Vurun! Sinemanın Lanetlileri (2017) isimlerinde 4 kitabı bulunuyor.

 Yazılarına Aydınlık gazetesinde ve Arka Pencere dergisinde devam ediyor ve ayrıca halen Kaynak Yayınları Genel Yayın Yönetmenliğini yürütüyor.

 

  • Film eleştirmenliğin bugünkü anlamı nedir? Nasıl bir donanım gerekir?

Eleştiri, yöneldiği sanatın vicdanı niteliğindedir. Buna bağlı olarak film eleştirmenliğinin anlamı da sinema sanatının vicdanı olmasıdır. “Yedinci sanat” olarak da tanımlanan sinema en genç sanat ve tüm geçmişi de yaklaşık 125 yıl; yani neredeyse tüm bilgisine sahibiz, aşamalarını, dönemlerini, akımlarını biliyoruz.

Sinema sanatının en büyük özelliği de kendisinden önceki altı sanattan fazlasıyla yararlanması. Dolayısıyla film eleştirmenlerinin genel olarak sanat tarihi hakkında genel bir altyapıya sahip bulunması, edebiyattan anlaması ve bol bol okuması, müziğe, resime, tiyatroya dair belli bir kişisel birikim oluşturması gerekli.

Film eleştirmenliği, yalnızca film seyrederek yapılabilecek bir iş değil. Victor Hugo’yu, Balzac’ı, Dostoyevski’yi, Tolstoy’u, Nazım Hikmet’i, Sabahattin Ali’yi, Sait Faik’i, Yaşar Kemal’i, Edip Cansever’i vb. okumamışsınız seyrettiğiniz çoğu filmden de pek bir şey anlamazsınız zaten.

  • Mevcut eleştirmenlerin ne ölçüde donanımlı olduğunu düşünüyorsunuz?

Kendi adıma eleştirmenlerin sinema sektörünün diğer temsilcilerine kıyasla çok daha donanımlı olduklarını, çok daha gelişkin bir sinema kültürüne sahip bulunduklarını düşünüyorum. Ama elbette sinema tarihine merak duymayan, kendisini ticari gösterimlere hapseden, liseye başladığı yıldan önceki sinema tarihi hakkında hiçbir bilgisi bulunmayan sözde “eleştirmenler” olduğunun da farkındayım.

  • İnternet teknolojisinin ulaştığı noktada (herkes blog açıp sinema eleştirisi yapabiliyor) eleştirmenlik demokratikleşti mi, “ayağa mı düştü”?

 Daha önce “anti-demokratik” bir durum söz konusu değildi ki şimdi “demokratikleşmiş” olsun… İnternet dönemi öncesinde de bu işi seven ama şıpsevdi olmayan, film seyretmeyi ve eleştiri yazmayı kararlılıkla sürdüren herkes eleştirmen oluyordu. SİYAD’a üye olduğumda 23 üye vardı, aradan 30 yıla yakın süre geçti derneğin üye sayısı yanılmıyorsam şimdi 100 civarında, yani nicelik olarak artış var. Yazabileceğiniz mecralar ve seçenekler arttı ama nitelikte ister istemez düşüş oluyor.

SİYAD üyesi eleştirmenler açısından “ayağa düşmek”ten söz edemem elbette ama bazen öyle yazılar, öyle yorumlar okuyorum ki filmler ya da yönetmenler hakkında, resmen kan gövdeyi götürüyor! Neyse ki bunlara imza atanların çoğu kalıcı olmuyor, üç beş yıl içinde çekip gidiyor “eleştiri dünyasından”.

  • Eleştirinin yüzü seyirciye mi, sektöre mi, yoksa sinema sanatına mı dönüktür?

Tabii ki hepsine birden dönüktür, bir eleştiri yazısı, özellikle de bir gazete ya da dergi söz konusuysa, bu üç alana da seslenmeli ama pratikte öncelikle seyirciye yönelmek zorunda. Filmi önermek ya da önermemek gibi tek boyutlulukta olmasa da potansiyel seyirci niteliğindeki okuru, kötü filmlerden uzak tutmak ve iyi filmlere yönlendirmek gibi bir işlevden söz edilebilir. Tabii buradaki “kötü” ve “iyi”nin öznel kriterlerden oluştuğunu da önemle belirteyim.

  • Sinema eleştirmenliğindeki “beğendim/beğenmedim” yahut “puanlama” anlayışı hakkında ne düşünüyorsunuz? Bunun devamı sayılabilecek bir durum olarak yapımcılara “embedded” ve “PR’cı” eleştirmenlik hakkında fikirleriniz neler?

Türkiye’de her alanda olduğu gibi eleştiri alanında da kalitesizleşme yaşandığı doğru. Örneğin edebiyat eleştirisi neredeyse kalmadı, Fethi Naci’den sonra doğan boşluğu kapatacak kimse çıkmadı ve edebiyat eleştirisi ne yazık ki piyasaya bağımlı hale geldi. Başta periyodik kitap dergileri olmak üzere “reklam”, eleştirinin önüne geçti, hatta yok etti. Bu anlamda film eleştirmenleri daha bağımsız hareket edebiliyorlar ama bizim alanımızda da grafik eğrisinin aşağı doğru gittiği söylenebilir. İdeolojisiz, kültürsüz, meraksız, apolitik bir “eleştirmen” kesimin varlığı inkâr edilemez. Twitter falan da durumu kötü etkiledi, 140 karakterlik mesajların her derde deva olacağı zannedildi.

  • Sinema eleştirmenlerinin sinema sanatına ve sektörüne ilişkin gelişen olaylara karşı ortak tavır alabiliyorlar mı? 

Sinema eleştirmenlerinin SİYAD gibi bir örgütü olduğu için örneğin Emek Sineması’nın yıkımına karşı yürütülen mücadelede ya da Antalya’da Ulusal Yarışma’nın kaldırılmasına yönelik tepkiler gibi konularda ortak tavır alınabildi. Bu anlamda bir sorun olduğunu düşünmüyorum.