Mekanik bir vahşet ve insan doğası arasındaki amansız savaşın bir buçuk saate sıkıştırılmış hali Modern Zamanlar.. Charlie Chaplin’i övmelere doyamadığımız bir başka şaheserle karşı karşıyayız.  “Endüstri ve özel teşebbüslerin bir hikayesi – İnsanlık mutlu olmak için mücadele veriyor” sözleriyle 84 sene önce sinemaseverlerle buluşan Modern Zamanlar sinema tarihinin en iyi filmlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Bir yandan tebessüm ettiren diğer yandan sistemi sorgulatan filmin seyirci tarafından fazlasıyla anlaşılmaya ihtiyacı var.

Büyük Buhran’ın kaotik etkisi ve yönetmenin politik angajmanı da işin içine eklenince ortaya toplumsal gerçekçi bir yapıt çıkıyor haliyle. Chaplin sosyal gerçekçiliği filmin bütününe ilmek ilmek işlemeyi başarmış. Duyarlı bir toplumsal bilinç aktarımın söz konusu olduğu filmin sisteme dönük sessiz ve sözsüz eleştirisi döneme adeta bir mesaj niteliğinde. Büyük Buhran döneminde beyazperdede boy gösteren Modern Zamanlar iyi bir sistem eleştirisi olmanın yanında toplumsal katmanları ve farklılıkları analiz etmede oldukça başarılıdır. Endüstriyel çağın ve özel teşebbüsün bu hüzünlü hikayesinde insanın mutlu olabilme mücadelesine şahit olmaktayız.

Filmin açılış sahnesi , politik bir film okuma yapılması gerekliliğini seyirciye hissettirmektedir. Koyun sürüsü ve mavi yakalılar arasında kurulan ilişki bize bunu fazlasıyla hissettirir. Bu kadar keskin bir açılışın ardından bir işçinin özelinde anlatılmaya çalışılan bu hikaye dönemini eleştirel bir üslupla resmetmiştir. Filmin George Orwell’ın 1984 romanından 13 sene önce seyirciyle buluşması ise Büyük Birader karakterinin ilham kaynağını doğrudan bizlere gösterir. Filmde patron ve işçi arasındaki ilişkinin devlet-birey ilişkisi genelinde okunabilmesi de son derece mümkündür. Patronun her daim işçileri gözetleyebilmesi, denetleyebilmesi ve yeri geldiğinde onlar üzerinde tahakküm kurabilmesi baskıcı ve otoriter devlet anlayışının bir çeşit yansıması olarak karşımıza çıkar. Bireyin gerek özel gerekse kamusal alanına gerçekleştirilen bu müdahalenin sınıfsal değişkenliği de yine göze çarpan bir başka detaydır.

Ana karakter Şarlo özelinde insan-makine karşıtlığı üzerinden temellenen bu hikaye aynı zamanda insanın makineleşme sürecine nasıl uyum sağlamaya çalıştığını da bizlere göstermektedir. Makinenin bir parçası olarak resmedilmiş olan insan, makinenin kendisine uyum sağlayabilmesinden ziyade kendisini ona adapte etmeye şartlayarak yabancılaşma sürecini de hızlandırmıştır. Beslenme makinesinin denenmesi sahnesinde ise makinelerin insan hayatına adapte edilemediğine şahit olmaktayız. Şarlo’nun fiziksel olarak acı çektiği bu sahnede üreticilerin tek derdinin makinenin çalışıyor olup olmayışı üretici üzerinden sistemin vahşiliğini açıkça ortaya koyar. Bu vahşi çark içerisinde kendini ve çevresini anlama ve anlamlandırma konusunda güçlük çeken bir karakterin dünyasında buluyoruz kendimizi. Endüstri toplumunun yaratmış olduğu, bireyin kendisine ve çevresine yabancılaşma sorunsalı Şarlo üzerinden somutlaştırılmaya çalışılmıştır. Büyük bir sosyal-psikoloji problemi olarak karşımıza çıkan bu problem ilerleyen zamanlarda Şarlo’nun akıl sağlığını koruyamamasına da neden olacaktır. Filmin bu dakikalarında, büyük ölçüde üretkenlik ve motivasyon düşüklüğü yaşayan bireyin hastalıklı bir toplum yapısı içerisindeki çürüyüşünü izlemekteyiz.

Filmin devamında ise işsizlik ve açlık sıkıntısı gibi toplumsal meseleler önemli bir yer teşkil etmektedir. Sendikal hakların ve örgütlenmenin gerekliliğine göndermede bulunan işçilerin yürüyüşü sahnesi baskıcı devlet yapısı içerisinde bireyin kanunla nasıl karşı karşıya geldiğini gösterir. Liberal ekonomik politikaların bireyin sosyal haklarını korumadaki yetersizliği yine filmin odak noktalarından biri haline gelmiştir. Sendikal eylemde tutuklanan “masum komünist lider” Şarlo filmin bu yarısından itibaren mahkum kılığında karşımıza çıkar. Bu yarıda dikkat çeken bir diğer husus ise hücre arkadaşı ile arasındaki mücadeledir. İri ve güçlü bir şekilde tasvir edilmiş olan karakterin her defasında Şarlo’yu yenilgiye uğratması ise güçlü ile zayıf arasındaki ilişkinin toplumsal düzlemde nasıl karşılık bulduğunu seyirciye sorgulatır. Sosyal devlet anlayışına her daim düşman kesilen sosyal darwinist yaklaşımın eleştirisinin bu sahnede hissediliyor oluşu oldukça önemli bir detaydır. İkili mücadelenin bir ekmek parçası üzerinden yapılması da verilmek istenen mesajı daha da somutlaştırmaktadır. Hapishane sahnelerinin bütününde bireyin tektipleştirildiğine ve astlık-üstlük ilişkilerinin nasıl biçimlendiğine şahit olmaktayız. Filmin bu bölümünden itibaren işsizlik, açlık ve barınma temel problemler olarak karşımıza çıkar. Hapishaneden çıkan Şarlo temel gereksinimleri ve özgürlük arasında bir tercih yapmak zorunda kalmaktadır. Bireyin özgürlüğü kavramına sırtını yaslayan liberal anlayışın bireyin temel sorunlarına çözüm üretememesi sorunsalı ise yine sisteme yönelik en önemli eleştirilerden biridir. Burada aynı zamanda üstü örtülü bir eşitlik ve özgürlük gerilimi söz konusudur.

Filmin devam sahnesinde Sokak Kızı ile tanışan Şarlo yeni bir motivasyonla vahşi dünyaya tutunmaya çalışır. Yabancılaşma sürecinde kaybetmiş olduğu motivasyon yerini hayal gücü ve umuda bırakır. Bir alışveriş merkezinde gece bekçisi  olarak iş bulan Şarlo’nun avm sahneleri tüketim toplumunun sembolize edilmiş hali olarak varlık kazanır. Toplum topyekün açlık ve yoksullukla mücadele halinde olmayıp katmanlara bölünmüş geçişken bir yapıya sahiptir. Alışveriş merkezine giren hırsızların “Biz hırsız değiliz, biz sadece açız.” sözleri ise Büyük Buhran’da serbest piyasa ve liberal politikalara yönelen devletlerin durumunu açıkça ortaya koymaktadır. Modern Zamanlar aynı zamanda dönemin şartlarına üst tabaka insanların gözünden de bakmaktadır. Eğlence sektörünün dahi sistemle ilişkisi gözler önüne serilir. Uydurma şarkı sözlerine alkış tutan topluluğun gerçekleri anlamlandıramaması veya anlamlandırmaktan kaçınması filmin ana odak noktalarındandır.

Sonuç olarak Charlie Chaplin bize burada modern üretim tarzlarının modern yaşama biçimlerini doğurduğu bir toplum yapısını resmetmeye çalışmıştır. Makine-insan arasındaki karşıtlığa, sınıfsal farklılıklardan kaynaklanan ihtiyaç önceliğine ve sistemin çürümüşlüğü gibi meselelere ışık tutan bu film bahsi geçen sosyal meselelerin ironik bir üslupla somutlaştırılmış hali olup toplumsal gerçekçi anlayışın başarılı bir ürünüdür.