Giriş

19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında feminizmin yükselişe geçmesi ile beraber, geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinin tehlikeye gir­mesinden dolayı, Amerika’da bir “erkeklik krizi” yaşanmaya başlamıştır. Kimmel, bu süreci feminizm karşısında erkeklerin tutumları olarak üç temel kategoride ele alır. Anti feministler, maskülinistler ve profeministler. Anti feministler, doğanın kanunu ve dini kuramları sebep göstererek kadınların özel alana geri dönmeleri gerektiğini ve kadınları özel alana hapsedip kamusal alanda erkeklere birer tehdit oluşturmasına sebep olmaması için bu iki alanın ku­tuplaşmasını desteklemişlerdir. 19. yüzyıla maskülinistler kadınların özel alandaki kontrolünü sonlandırmak ve erkeklerin toplumsal cinsiyet rollerini sürdürebileceği alanları devam ettirmek istemişlerdir. Profeministler ise toplumsal cinsiyet krizinin çözümünün ancak feminist bir sosyal yeniden yapılanma modeliyle olabileceğini savunmuşlar ve kadınların mücadelesine destek olmuşlardır. (akt. Kepekçi, 2012, 67). Türkiye’deki örneklerde ise, gerek akademide, gerekse çeşitli oluşumlar şeklinde kadın mücadelesini destekleyen; ataerkiye ve cinsiyetçiliğe karşı örgütlenen erkek gruplarının varlığını görmek mümkündür. Örneğin, 2008’de İtalyan sanatçı Pippa Bacca’nın tecavüz edilerek öldürülmesini protesto ettikten sonra toplumsal cinsiyet konusunda hem sokağa yönelik hem de daha geniş çalışmalar yapmayı hedeflemiş bir grup erkek, Türkiye’de Biz Erkek Değiliz İnisiyatifi’ni (BEDİ) başlatmışlardır. “Toplumsal cinsiyetin, heteroseksizmin ve hegemonik erkekliğin, kısaca eril tahakkümün tartışıl­dığı” bir başka oluşum, Rahatsız Erkekler grubudur. Gruptaki tartışmalar aynı adlı internet sitesi üzerinden yapılmaktadır. Erkek Muhabbeti adlı bir diğer oluşum ise, “Erkekler Erkekliklerini Sorguluyor” isimli bir atölye ile “erkeklerin, ataerkilliği ve kendi erkekliklerini feminist ve LGBTT hareketin deneyimlerinden beslenen bir perspektifle sorgulamasına katkıda bulunacak bir platform oluşturmayı” amaçlamıştır. Bu grup çeşitli atölye çalışmalarıyla yoluna devam etmektedir.(2012, 69). İçinde yaşanılan toplum ve toplumsal kuralların hizmet ettiği en büyük şey iktidarlardır. Bu iktidarları sürekli kılma çabası insanlığın ilk zamanlarından beri süregelmiştir. İlk olarak avcı ve toplayıcı kabilelerde kadın ve erkek arasında cinsiyete dayalı iş bölümünde erkek egemenliği üstün gelmiştir. Bu iki cins arasında yapılan doğal iş bölümü anlaşması bir yandan erkek üstünlüğünün devamını garanti ederken, diğer taraftan cinslere farklı haklar, farklı güçler ve yetkiler vererek, erkekliğin meşruluğunun devam etmesini sağlamaktaydı. Bu arada erkeğin doğal olarak üstün olmasını sağlayan biyolojik farkların ön plana çıktığını söyleyebiliriz. Ancak daha sonraki zamanlarda yaşanan gelişmeler, ortaya çıkan hak ve hukuk kavramları çerçevesinde gelişen insan haklarının yeniden gözden geçirilmesi ve son olarak 21. Yüzyılda tüm eril iktidarlara karşı ortaya çıkan kadın mücadelesi ve kadın hareketi, kadınların da erkekler gibi olduğunu toplumun bütün alanlarında eşit hak ve özgürlüklere sahip olması gerektiğini öne sürmüşlerdir. Tabi bu kadın hareketleri farklı zaman ve dönemlerde farklı sloganlarla ortaya çıkmıştır. Ancak hepsinin nihai amacı eşitlik temelinde bir değişim ve dönüşümün yaşanması olmuştur. Feminizm’ de bu gelişmeler yaşanırken, erkekler tarafından da oldukça fazla erkeğin hegemonik erkeklik habitusundaki geleneksel erkeklik rollerinden uzaklaştığını ve benimsemediğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla burada karşımıza çıkan kavram “erkek gibi erkek ve erkek gibi olmayan erkek”tir. Birisi doğal olarak erkek olsa bile, erkekliğin gerektirdiği bir takım ödevleri yapmadığında bu onun erkekliğine halel getirecektir.  Ve bu erkeklik aranılan, istenilen, arzu edilen erkeklik değil, aynı zamanda kaçınılan, küçük görülen, dışlanan erkekliktir. Örneğin; doktor, savcı, avukat, iş adamı gibi prestijli bir unvana sahip olan bir erkek ile seyyar satıcı, kağıt toplayıcısı veya hurda toplayan görece daha düşük gelirli ve eğitim seviyesi daha düşük bir erkek arasında, sahip olduğu bu meziyetlerden veya mesleklerden dolayı farklı gözlerle bakılmasına neden olur. Bunun nedeni ise egemen erkekliğin sahip olduğu değerler, farklı siyasi tutumları ve görüşleri, yönlendirdiği kurumların toplumun her tarafında yaygın bir şekilde bulunuyor olmasıdır. Ortak bir değer yaratan bu düzende bütün erkeklerin bir şekilde bu düzene girmesi ve arzu edilen bir erkeklik profilinin yaratılmak istenilmesidir. Ve yaratılan egemen erkeklik değerlerine, toplumdaki her bir birey farklı bir şekilde bu erkekliğin yaratılmasına katkı sunmaktadır. Dolayısıyla hegemonik erkekliğin toplumsal pratiklerde erkekleri üstün kılmakla ve kadınları erkeklere tabi kılmakla kalmamakta,  diğer taraftan erkeklerin erkeklere olan üstünlüğünü de garantileyen bir biçimde düzenlenmiştir. Ancak egemen erkekliğin bu düzenine karşı çıkanlar sadece feminist gruplar değil, bu düzene karşı çıkan erkek grupları da dünya üzerinde mevcuttur. Ve bu karşı koyma eylemini her ülke farklı politikalarla yürütmektedir. Ancak Türkiye’de bu karşı koyma edimi (en azından erkekler için) hala meşru bir zemin bulamamış ve genelde kişilerin tek başına ortaya koyduğu çabadan ibarettir. Veya bir şekilde kadınların olduğu mücadelenin içine dâhil olup, onlarla birlikte bu mücadeleye devam etmektedirler. Yani pro-feminist olarak kadınların bu haklı mücadelelerine destek vermektedirler. Profeminist erkekler, kadın mücadelesinde ilk olarak özellikle oy hakkı, doğum kontrolü, cinsellik gibi konularda kadınların yanında yer alarak onlara destek olmuşlardır (akt. 2012. 68). Bu küçük çalışmada da Köksüz adlı 2013 yapımı filmin bu bağlamda incelemesini yapmaya çalışacağım…

Filmin Olay Örgüsü

Köksüz filmi Deniz Akçay Katıksız’ın  2013 yapımı, ilk uzun metrajlı filmidir. Toplumsal değişimi kadın penceresinden anlatan bir film olması hasebiyle de büyük bir öneme sahiptir. Oyuncular Ahu Türkpençe (Feride), Lale Başar (Nurcan), Savaş Alp Başar (İlker), Melis Ebeler (Özge), Sekvan Serinkaya (Gülağa) Mihriban Er (Gülten)’dir. Film yakın zamanda babalarını kaybeden, bir anne (Nurcan), iki kız çocuğu (Feride ve Özge) ve bir erkek çocuğunun (İlker) İzmir’de bir kenar mahalledeki yaşamlarını konu almaktadır. Babanın ölümünden sonra evin bütün yükü, evin büyük kızı Feride’nin sırtına binmiştir. Feride bir nevi aile reisliği görevini üstlenmiştir. Ve bir şirketin ofisinde çalışma imkânı bulmuştur. Diğer taraftan anne olan Nurcan’ın tüm derdi tasası, her gün evi temizlemektir. Ve bir süre sonra bu durum bir hastalığa dönüşecektir. Ve kocası öldüğü için çocuklarına kol kanat gerip “siz bana babanızın emanetisiniz, hepiniz bana emanetsiniz” diyecektir. Bu durumun ise Nurcan’da erkeklik rollerini pekiştirdiğini söylemek mümkündür. İlker ise daha 17 yaşında ve sürekli annesiyle, bazen de ablasıyla çatışma halindedir. Bu çatışmayı tetikleyen şey ise İlker’in erkek olmasıdır. Erkeklik içgüdüsüyle babasının bıraktığı mirası devralmak istemektedir. Bu miras hem maddi olan otomobil ve ev olabilir. Diğer taraftan babanın boş bıraktığı otoritesinin yerini doldurmaya çalışmaktadır. Ancak buna hem yaşı hem de tecrübesizliği engel olacaktır. Çünkü babasından kalma arabayı kaçırmaya çalıştığı esnada bunu bir türlü beceremez ve annesi de İlker’in bu davranışını onu öldürmekle ve beddua etmekle karşılayacaktır. Nurcan kocasından kalan arabayı satmak için bir erkeğe ihtiyaç duymaktadır. Bu erkek ise Feride ile aynı iş yerinde çalışan ve bir anlamda Feride’ye aşık olan Gülağa’dır. Gülağa arabayı satmak üzere hem sanayiye götürecek, tamir yaptıracak olan erkektir hem de Feride’nin güvendiği işyerinde çalışan ideal erkek tiplemesidir.  Ancak diğer tarafta, abla rolünde oynayan Feride, hem büro’da masa başı bir işte çalışırken aynı zamanda yaş olarak iyi bir tecrübeye sahiptir. Ancak o İlker kadar çatışma halinde değildir. Özge ise, evin en küçük kızıdır. Aile içinde olan biten her şeyi seyretmekle yetinir. Genelde aile içi durumlarda pasif kalmak, tüm enerjisi kestiği resimleri birleştirmek, okul derslerine ayırmak ve okulda hazırlandığı bir oyun için odasında çalışmakla geçirmektedir.  Filmde Anneanne rolünü oynayan yaşlı kadın ise, egemen erkeklik değerlerini sürekli inşa etmeye çalışan bir karakterdir. Özellikle İlker’e “onların koruyucusu ve sorumlusu sensin, sen erkeksin, sen aslansın, o evin erkeği sensin. Onlar sana emanet” cümlelerini kullanması bu iddiayı güçlendirmektedir. Feride’nin evleneceğini öğrendiğinde de, Feride ona bir taraftan: “ İlker ben yokken ev de, annemler de sana emanet” derken, diğer taraftan bu görevleri layığıyla yerine getiremediğini anlayan İlker, anneannesinin kucağında hüngür hüngür ağlayacaktır.[1] Bu pekiştirme durumunu filmin birçok yerinde görmek mümkündür. Feride’ye sinemaya birlikte gitmeyi teklif ettiği iş yerindeki arkadaşının isteğini yerine getirmek için annesini aradığında, “saat 12’yi geçirme” cevabını alır. Daha sonra mutfak tesisatının bozulması ve annenin bu durum için hemen Feride’yi araması da aynı durumun bir göstergesidir. Çünkü ne Feride ne de Nurcan mutfak tesisatından anlamamaktadırlar. Bu işi yapmak için bir tesisat ustasına ihtiyaç duymaktadırlar. Bu durum bir erkek gücüne ihtiyaç duyulduğunun işaretidir. Ancak usta tesisatı yapmış gibi görünse de iki gün sonra tekrar bozulacak ve Feride durumu Gülağa’ya anlatacaktır. Gülağa ise bu işleri yapmaktan zevk aldığını ifade etmektedir. Gülağa tesisata baktığında, ustanın işi savsakladığını görüp ona sövecektir. Feride ve Gülağa marketten tesisat borusu almaya gittiklerinde, Feride Gülağa’nın bu işlerden aldığı zevki keyifle seyretmektedir. Çünkü kadın tesisat, boru vs gibi kaba işlerden anlamazken, erkek bu işi zevkle ve keyifle yapmaktadır. Bunun sonucunda ise toplumsal cinsiyet iş bölümünün pekiştirildiğini söyleyebiliriz. Yani yaşadığımız bu habitus’ta bu iş bölümü çok normalleşen durumlardır. Ancak toplumsal hayatta çok iyi yemek pişiren erkeklere rastlarken, çok iyi araba tamir eden kadınlar da bulmak mümkündür.  Filme döndüğümüz de, ikili arasında şu diyalog geçmektedir:

Feride:  “Ne güzel hiç sıkılmıyorsun böyle şeylerden.”

Gülağa: “Benim bütün merakım bunlar…” 

Feride: “Ben de hiç anlamam”

Gülağa: “Gerek te yok. Anlayan birini bulursun. Hayat boyu gerek kalmaz”  

Feride ve Gülağa arasında geçen bu diyalogda da, erkeğin eksik olduğunu (baba, koca, eş) ve mutfaktaki bir tesisatı yapmak için bile bir erkeğe ihtiyaç duyulduğunu görmekteyiz. Aynı zamanda bu örtük olarak da Feride’ye yapılan bir evlilik teklifidir ki, zaten ilerleyen sahneler de bu durumu görmek mümkündür. Netice’de Feride’nin, ev işlerinde hamarat olması ve doğurganlığı ön plana çıkarken, Gülağa, ailenin koruyucusu, reisi ve erkek işlerini yapacak olan kişidir. Ne tesisatçı arama derdi, ne ustalara işleri yaptıramayıp kazıklanma durumu olacaktır. Dolayısıyla içinde yaşamış olduğumuz toplumsal yapıda sürekli bu erkekliğin inşa edilmesine yardımcı olmaktadır.

Diğer bir bölümde de annenin doğum gününde dışarıya çıkmak için sözleşen aile, son anda annenin tepkisi üzerine vazgeçeceklerdir. Çünkü İlker ev de yoktur. Üç kadın ‘tek başına gece saatinde nasıl dışarı çıkacaklardır’ durumu yine bir erkek iktidarının eksikliğinin, kadınlar üzerinde yarattığı huzursuzluğu gözler önüne serecektir. Aynı durumu Feride’nin son anda çıkan toplantısından dolayı, Nurcan’ın tek başına gideceği Özge’nin gösterisinde de görmekteyiz. Nurcan’ın Feride’ye tepkisi şöyledir. “Ben tek başıma nasıl gideyim”. Bu cümleyle Nurcan bir otoriteye olan ihtiyacının elzemliğini tekrar dile getirmektedir. Son olarak ise Özge ve anneanne arasında, Feride’nin düğünü ile ilgili şu diyalog geçmektedir.

Özge: “Ablam belki evlenmez vazgeçer.”

Anneanne: “Nişan olurken nerdeydi aklı. Biz zorla vermedik. Madem nişan oldu. Düğünü de yapacak evlenecek te.  Kat’i surette dönüşü yoktur onun. Ben bunu annenize de söyledim. Giderken gelinlikle gidecek. Dönerken de kefenle dönecek dedim…”

Bu diyalogda da anneanne’nin hem kızını hem torununu erkek iktidarına teslim ettiğini ve bu girdikleri yolda ancak ölümle döneceklerini tekrarlaması, içinde yaşadığı habitus’un bütünüyle bu mekanizmaya hizmet ettiğini söylemek mümkündür.

Filmdeki Karakterlerin Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Analizi

Hegemonik erkek kimliği aile, okul ve kitle iletişim araçları vasıtasıyla toplumda sürekli olarak empoze edilmektedir. “Erkekler ağlamaz!”, “Erkek dediğin dayanıklı olur!” gibi erkeği bir kalıba (ki bu kalıp hegemonik erkeklik kalıbından başkası değildir) sokan ataerkil söylemler “farklı erkeklikler” mümkün değilmiş gibi algılara yol açmaktadır. Weberyan tabirle ideal bir tip olan hegemonik erkeklik böylelikle toplumdaki çoğu erkeğe salık verilen ancak ulaşılması güç bir noktada, toplumsal cinsiyet düzeninin en tepesinde, bulunduğu için bazı sorunlara yol açabilmektedir. Erkeklere medya tarafından dayatılan bir ideal tip yağsız, kaslı, atletik, sportif bir vücut olarak aktarılmaktadır. (2018: 167). Bunun dışında kalan erkekler ise genelde “bu grupta yer almayan, yani erkek olmayan erkek’tir” ve kendi erkek grubunun dışına itilip, egemen erkeklik değerleriyle yüzleşir.

Türkiye’de geleneksel olarak kabul gören erkeklik kademesine varmak için dört temel aşamayı geçmek zorunludur: 1. Sünnet, 2. Askerlik, 3. İş bulma, 4. Evlilik. (Selek, 2011: 19). Yani Türkiye’deki erkeklerin yaşam döngüsünün başlıca dönüm noktaları, doğumu izleyen süreçte dilin öğrenilmesi, sünnet, ilk cinsel deneyim, zorunlu askerlik hizmeti, para kazanmaya başlamak, evlenmek (ve düğün), baba olmak, yaşlı ve sözü dinlenir bir erkek olmak olarak değerlendirilmektedir.” (Bozok, 2011, 73). Sünnet, erkekliğe geçişin ilk aşamasıdır. Çocuk şayet sünnet olduğunun bilincinde olacak yaştaysa, herkes tarafından “erkekliğe adım atmak için bunun yapılması gerektiği” düşüncesi aşılanır. Adeta bir bayram havasında yaşanan bu ayinle ilgili sayesinde oğlan çocuk erkekliğe ilk adımını atarken, erkekliğin bütün aşamalarında buna benzer acılar yaşayacağını ve dahası bu aşamaların hepsinden geçse de tam bir erkek olamayabileceğini ya da erkekliğinin her an tehlikede olduğunu yıllar sonra fark eder.[2] (Kepekçi, 2012, 71-72)

Filmde temel olarak iki erkek karakter vardır. Bunlar İlker ve Gülağa’dır. İlker, 17 yaşında henüz lise okuyan genç bir erkektir. Sosyalleşmek için girdiği tek mekan arkadaşlarıyla birlikte esrar içmek için buluştukları mekanlardır. Bira içmek için bara girmek istediğinde, yaşı tutmadığından içeri alınmaz. İlker erkekliğini hem kendisine hem çevresine kanıtlamaya çalışır bir haldedir. Babasından kalan arabayı kullanmaya çalışır ama beceremez, manavdan eve alışveriş yapar, kardeşine sataşan erkek çocuğunu kovalar. Kız kardeşi Özge’ye “ne geziyorsun bu saatte” diye azarlar. Gece saatinde markete tek başına gitmesine izin vermez ve Özge’nin abisi olarak gösterisinin sonuna yetişerek onu mutlu etmeye çalışır. Bir yandan bu rolleri üstlenmeye çalışan İlker, diğer yandan da sürekli olarak, bu rollerle çatışır ve aile büyüklüğü görevini yerine getiremez. Annesine ve kardeşlerine kol kanat geremez ve nihayetinde ağlamaya başlar. Bir yönüyle bahsedilen egemen erkeklik, bu tip bir erkekliğin üzerinde tahakküm kurarak onu dışlar. Bu durum ise erkeklik krizine götürür. Burada erkeklik krizine ilişkin üç temel çözümleyici temadan bahsedilebilir. Bu temalar erkekliğin bedeli, erkeklerin kurumsallaşmış ayrıcalıkları teması ve erkekler arasındaki farklar ve eşitsizliklerdir. Birinci tema’da erkeklerin sorunlarını yapısal kaynaklardan çok bireyin kendisinden kaynaklandığına odaklanır. Sorunları çözmek için erkeğin geleneksel rollerinden sıyrılması gerektiğinden ve hatta kadınların baskısına karşı koyarak özgürleşmeleri gerektiğini savunan erkek merkezli bir yaklaşımdır. İkinci tema ise; erkeklerin kurumsallaşmış ayrıcalıkları teması, toplumsal cinsiyet eşitliğini pro-feminist bir yaklaşımla çözmeyi tercih eden kesimler tarafından önerilmektedir. Üçüncü tema ise erkekler arasındaki farklılık ve eşitsizliklere dayanır. Erkeklerin etnik kimlik, yaş, eğitim, cinsel yönelim gibi pek çok özellikleri nedeniyle birbirinden farklılaştıklarını ve bazı farklılıkların da bu farklılıklara sahip erkeklerle diğerleri arasında eşitsizliğe neden olduğunu ileri sürer. (akt. Topçu, 2018. 64). Filmde en çok gördüğümüz birinci tema’dır. Çünkü İlker filmin akışı boyunca annesi ve ablasıyla çatışma hali içindedir. Onlara erkek olduğunu, babasından sonra evde yapılacak işlerin ona danışılmasını istemektedir. Anne ve ablasına bu şekilde erkekliğini dayatan İlker, küçük kardeşi olan Özgeye bunu daha yumuşak bir şekilde dayatmaktadır. Örneğin; onunla arabayla bir tur attırmak ister. Okul gösterisinden sonra ona bir abi olduğunu hatırlatıp, gösteriye gider. Ve devamında bu erkekliğini sürekli hissettirmeye çalışmaktadır. İlker arkadaşlarıyla esrar içtikten sonra, sigara almak için dışarı çıkar. Esrarın etkisiyle gece, yağmur altındaki caddede uzaklaşan otomobilde babasının olduğunu zanneder. Bu durum babasının otoritesine susamış biri gibi koşar ve bir süre sonra yolda yığılırcasına kalır ve çevresinin beklediği erkekliğe henüz hazır değildir. Henüz ondan beklenen erkek olamamaktadır. Diğer bir taraftan baba otoritesinin eksik olması, anne otoritesinin başlamasına neden olmuştur. “…Psikanalitik feminist olarak tanımlayabileceğimiz Nancy Chodorow, Reproduction of Mothering isimli eserinde oğlan çocuğun anne tarafından yetiştirilmesinin erkek tahakkümüne sebep olduğunu söyler. Kamusal/özel kimliklerimiz ve eylemlerimizin çocukluktan itibaren oluşur ve kafamıza yerleşir. Chodorow’a göre, kadının sorumluluğunda olan çocuk bakımı sonucunda, geri dönüşü olmayan bir “erkek tahakkümü” meydana gelir. Kadınlar tarafından yetiştirilen erkeklerde, erkekliğe dair karmaşalar, erkek egemenliği psikolojisi ve kadınlardan üstün olma isteğini oluşturur. Chodorow, yalnızca anne tarafından bakılan/yetiştirilen oğlan çocuğu aile içerisinde babanın daha az görülmesinden, ya da yokluğundan, dolayı erkekliği daha az ulaşılabilir görür; buna bağlı olarak daha geniş toplumsal düzende baskınlığından dolayı babayı (dolayısıyla “erkekliği”) daha üstün görerek yüceltir ve onu daha arzulanır bir olgu olarak görür. Buna karşın varlığını sürekli hissettiği anne (kadın) otorite eksikliğini ve gerilemeyi temsil eder ve oğlan çocuk bunu kendi toplumsal cinsiyet belirlemesiyle de ilişkilendirir. Annesine bağımlılık ve kimliğini onunla tanımlamak erkeksi olmayanı temsil edeceğinden bu bağımlılığı reddeder Sonuç olarak Chodorow’a göre, “Ayrı bir insan olabilmek için oğlan çocuğun önemli bir iş yapması gerekir. Oğlan bir sınavdan geçmek zorun­dadır; annesiyle bağını koparmalıdır. (akt. Kepekçi, 2012, 72). Böylece oğlanın erkekliği, annesinden ayrılışını ve annesinden ayrı ve ona karşı olarak tanımlanmış bağımsız bir toplumsal statüye girişini temsil eder” (akt. 2012, 73). Diğer erkek karakterimiz ise, Gülağa’dır. Bu karakter ise hegemonik erkeklik habitusunda yetişmiş ve geleneksel erkeklik rolleriyle bir uyum içerisinde yaşamaktadır. “Hegemonik erkeklik, toplumsal cinsiyet ilişkileri sisteminde bir konumu, sistemin kendisini ve erkek egemenliğini yeniden üretmeyi sağlayan güncel ideolojiyi açıklar” (akt. 2012, 76). Bu anlamda bakıldığında Gülağa erkek iktidarının varsaydığı erkeklik profilini çizmektedir. Çünkü uzun boylu, esmer, yakışıklı, bıyıklı ve aslan tabirlerine haiz olmasının yanı sıra büyükşehirde bir iş ve araba sahibidir. Ayrıca bir prestije sahiptir. Aynı zamanda Feride ile olan diyaloglarında da mutfak tezgâhının tamirini bilen ve onu koruyup kollayan bir erkek bulması yeterli olacağını ifade etmektedir. Ki zaten Feride’de evde erkeğin yapacağı bir iş olduğunda hemen bu karaktere başvurur. Duvara saati asmak için, çiviyi çakacak güç için yine erkek gücü gereklidir. Bu işi de Gülağa üstlenmektedir. Bu durum ise Feride’nin sosyal hayatta çalışmama durumunu getirmekle beraber, diğer yandan onu eve bağlayacak bir durumun habercisi gibidir. Bu durum erkeklerin değişiminin zorluğunu da ortaya çıkarır. Çünkü bu değişimin önünde birçok engeller vardır. Bunlar erkeğin kadından fazla ve uzun süreli çalışması sonucunda daha fazla para kazanmasını sağlamaktadır. Bunun için çalışmayı bırakmadan ev ve çocuk işleriyle ilgilenmeleri gibi bir zorluk söz konusudur. (Sancar, 2009; 272). Dolayısıyla erkeklik bedenlerde böyle inşa ediliyor ve hegemonik erkeklik ulaşılması gereken bir ideal gibi sürekli takip ediliyor. Bu sayede erkek, toplumsal süreçlerde var olan pratikleri verili olarak kabul edip, bunun içerisinde kendisini şekillendiriyor. Ancak, hemen söylemek gerekir ki, hiçbir erkek aslında tam anlamıyla iktidar pozisyonundan azade sayılamıyor. Zira hegemonik erkekliğin en önemli unsurlarından olan heteroseksüel aile içerisinde, sınıfsal konumu ne olursa olsun, hegemonik erkeklik “oyununu” oynayamayan birçok erkek en sonunda dönüp dolaşıp iktidarını hane içinde kadına uyguluyor (Cengiz vd., 2004: 68). İlker dışarıda sessiz ve madun bir tiplemeyken, eve geldiğinde aslan kesilmesi de bu durumun bir sonucudur. Diğer taraftan, Gülağa Nurcan’ı hastaneden almaya gittiğinde, Nurcan’ın ona kızının çok çalıştığını, hatta gece yarılarına kadar çalıştığını, bu durumun doğuya gelin gidecek birinin özelliklerinin içinde olmadığını, o insanların bu tarz durumları normal karşılamadığını dile getirmiştir. Nurcan’da Feride’nin evlendikten sonra ev içi işleri yapmaya yöneleceğiyle ilgili bir endişe taşımaktadır. Çünkü doğu kültüründe bu durum çok yaygındır. Gülağa durumu ne kadar normalleştirmeye çalışsa da o da bu durumdan endişelenmektedir. Ancak onun beklentisi de Feride’nin evde çocuklarına annelik yapmasını arzulamaktadır.

Filmin baş karakteri Feride’dir. Babasının ölümünden sonra, toplumsal cinsiyet düzeninde belli bir iş sahibidir. Ve işyerinde bir statüye sahiptir. Feride hem evin reisidir. Hem annesinin büyük kızı, aynı zamanda evi geçindiren kişidir. İlker’in ablası ve terbiyecisidir. Çünkü yeri geldiğinde İlker’e dayak atmaktadır. Her soruna o olmadan çözüm bulunamazdır. Bu yüzden Feride bu nokta da biyolojik olarak bir kadının özelliklerine sahip olsa da, ona biçilmiş olan misyon erkeksidir ve farklı roller yüklenmiştir.[3] Mesela babasından kalan bir otomobil olmasına rağmen, yaşça da belli tecrübelere sahip olan, üniversite mezunu olan Feride, otomobili kullanamaz. İşe gidip gelmek için halk otobüsünü kullanır. Feride 32 yaşında çalışan bir kadın olmasına karşın işe onu kullanarak gidip gelmektense  otomobilin satılmasını daha makul karşılamaktadır. Ancak otomobili Gülağa sürdüğünde Feride binmektedir. Bundan dolayı otomobil ve yolların erkeklere ait olduğunu, Feride’nin böyle bir durumda pasif kalmasını buna yormak mümkündür. Ayrıca bir erkek otomobil kullandığında bu durum ona daha fazla güven verecektir.  Hep erkek iktidarından bahsederken, diğer taraftan filmde rol alan bazı kadınların da bu erkekliği inşa ettiğine şahit oluruz. Örneğin Feride tam akşam için ailesiyle Özge’nin korosuna gitme planı yaparken, son dakikada saat yedide herkesi toplantıya çağıran yönetici de kadındır. Öte yandan Feride’nin bir türlü dikkatini çekemediği çay servisi yapan hizmetlinin çay kahve taşıdığı kadınlar da vardır. Ve Feride statüsü gereği olarak bir türlü bu kadının ilgisini çekememektedir. Bu durum ise ikisinin aynı statüye sahip olmasının böyle bir sonuç doğurduğunu söyleyebiliriz. dolayısıyla bu sistemin içinde sadece erkek kadını ezmemekte, daha yüksek statüdeki ve aynı statüdeki bir kadın da görece daha düşük seviyedeki birini ezebilir.

Feride bir taraftan evin iç ve dış işleriyle uğraşırken, bir taraftan da annesinin ve kardeşlerinin sorunlarıyla ilgilenmek durumunda kalmaktadır. Özellikle evlenmeye karar verdikten sonra, annesi ve erkek kardeşi tarafından ciddi anlamda bir tepkiyle karşılaşırken, kendisi içinde evliliği içine sıkışmış olduğu bu hayat için bir kaçış yolu olarak görmektedir. Bunun için de bir erkeğin gölgesine girmek ihtiyacı duymaktadır. Aynı durumu Yeşim Ustaoğlu’nun Araf (2012) filminde de görmek mümkündür. Zehra (Neslihan Atagül) içine sıkıştığı kasabadan, işten, hayattan kurtulmak için, kendini bir kamyon şoförü olan Mahur’un (Özcan Deniz) (onu uzaklara götürür ve bu küçük kasabadan kurtarır düşüncesiyle) kucağına bırakır. Ve onunla ilk cinsel deneyimini yaşar. Bir süre sonra bu durum normale dönüşür. Zehra uzaklara gideceği umuduyla Mahur’dan hamile kalır. Ancak bir süre sonra Mahur’dan beklediği cevabı alamayan Zehra, kasabadan iş arkadaşı olan Olgun (Barış Hacıhan)’la evlenip, tekrar sıkışmışlık hali içinde kalacaktır. Feride’de evden kaçma ve kurtulma isteği ve arzusu vardır. Bunun en iyi yolu ise bir yabancıyla evlenip, bulunduğu yerden uzaklaşmak durumudur. Filmdeki diğer bir karakter ise Gülten’dir. İlker’in sınıf arkadaşı olan Halil’in annesidir. Gülten’in kocası iş gereği sürekli yurt dışındadır. Ve bu yüzden eşiyle ilgilenememektedir. İlker ise daha 17 yaşında olmasına rağmen, bu yaşlı kadına şehvet duymakta ve onunla birlikte ilk cinselliğini yaşamaktadır. İlk başta Gülten, İlker’in bu arzusuna dirense de daha sonra bu durum normalleşmekle kalmayıp, sonrasında Gülten’in İlker’e sitem etmesine neden olacaktır. Gülten’inde kocası tarafından mağdur edilen ve belki de cinselliğini istediği gibi yaşayamayan birisiyken, kocası ona bu imkanı vermezken, henüz 17 yaşında ve oğlunun sınıf arkadaşı olan İlker’de cinselliğini tatmin edecektir.

Filmde yer alan ve sürekli erkeklik rollerinin pekiştiricisi olan yaşlı kadın da önemli bir temsildir. Çünkü bu kadın erkekliğin devamını sağlayan bir bağ gibidir. Geleneksel rollerin bir taşıyıcısıdır. Ve filmdeki hem kadın hem erkek karakterlere sürekli rollerini hatırlatmaktadır.

Sonuç

Bu film bir çok farklı noktadan ele alınıp değerlendirilebilir. Ancak ben bu kadarla yetinmenin yeterli olduğunu düşünüyorum. Film boyunca en çok hissedilen ölen babanın bıraktığı otorite boşluğudur. Özellikle Nurcan ve İlker bu boşluğu hissetmektedir. Nurcan, kocasının erkenden göçüp, bütün sorun ve sıkıntıların ona kaldığını dile getirirken, İlker ise babasının bıraktığı boşluğu aramakta ve bir yandan da bu boşluğu doldurmaya çalışmaktadır. Bunun içinde annesiyle çatışma içine girmekte ve otoritesini ona kabul ettirmek istemektedir. Feride ise, bu boşluktan kalan bütün yükü omuzlamakta ve annesine, kardeşlerine de sahip çıkmaktadır. Ancak, kırılgan ve duygusal olan doğası daha fazla buna dayanamayacak, işyerinden tanıştığı Gülağa’yla evlenecektir. Bu ise annesi ve kardeşi İlker’le çatışmasına neden olacaktır. Feride tüm bu yoğunluk içinde evliliği bir kaçış ve kurtuluş olarak görmektedir. Nihayetinde annesinin ilaç içip, kendini öldürmesi durumuna rağmen, Gülağa’yla evlenecektir. Babasının bıraktığı boşluğu eşi olacak, Gülağa’yla doldurmaya çalışacaktır. 

KAYNAKÇA

  • Bozok, Mehmet. Soru ve cevaplarla erkeklikler. (İstanbul: Altan Basım, 2011).
  • Gagua, Neli, Baltacı Sinem. “Histeri ve Obsesyon Nevrozunda Cinsiyetlenme Üzerine (Sexuation in Hysteria and Obsessional Neurosis)” AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2017, 4(3), 1-10
  • Karabağ, Çağla. (2012). “Yaralar İçinde Ancak Umutlu Bir Hayat Var”. Oğuz Onaran için Sinemada Hayat Var,  De Ki Yayınevi (2012): 243-271
  • Kepekçi, Egemen. “(Hegemonik) erkeklik eleştirisi ve feminizm birlikteliği mümkün mü?”, Kadın Araştırmaları Dergisi, 2 no.11 (2012): 59-86.
  • Sancar, Serpil. (2009) Erkeklik: İmkansız İktidar, Metis Yayınları, İstanbul
  • Selek, Pınar.  (2011), Sürüne Sürüne Erkek Olmak, (5. baskı), İletişim, İstanbul.
  • Sığın, Aykut. Canatan, Ayşe. “Connell’ın ‘Erkeklikler’ Teorisinde İşbirlikçi Erkek, Madun Erkek Ve Marjinal Erkek: Hegemonik Erkekliğin Kavramsal Hegemonyası”, Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science, Yıl: 5, Sayı: 32, Aralık 2018, s. 163-175
  •  Topçu, Gökhan. “Varsayılan Aile Kıskacında Babalık: Türkiye’de Farklı Babalık Algıları Ve Sosyal Politika İlişkisi”, Toplum Ve Bilim Dergisi s.145 (2018): 54-101


[1] Connell’a göre, hegemonya, toplumda bir bütün olarak görülen kültürel tahakkümle ilintilidir. Bu çerçevenin içerisindeyse erkek grupları arasında belirli toplumsal cinsiyet tahakküm ve madunluk ilişkileri mevcuttur. Avrupa ve Amerikan toplumları bağlamında söz konusu ilişkiler içerisinde en önemli durumsa heteroseksüel erkeklerin tahakkümü ve homoseksüel erkeklerin madunluğudur. Üstelik bu durum homoseksüel erkek kimliğinin damgalanmasından çok daha ötesinde, heteroseksüel erkeklerin homoseksüel erkekler üzerinde uyguladıkları maddi pratiklerle ortaya çıkan bir madun olma durumudur. En göze çarpan madun erkek kimliği olmakla birlikte homoseksüel erkeklik tek madun erkeklik örneğini teşkil etmemektedir. Bazı heteroseksüel erkekler ve erkek çocuklar da halkaya dahil edilmezler. Okul dönemlerinde akran zorbalığına maruz kalan erkek çocuklar veya kavga etmekten hoşlanmayan erkekler de madun erkekliğe iyi birer örnek oluştururlar (akt. Sığın ve Canatan, 2018: 167) Özetlemek gerekirse, madun erkek kimliğine sahip olduğu düşünülen erkekler hegemonik erkek kimliğinde gözlemlenen niteliklerin tam tersini sergilerler. Fiziksel açıdan zayıf olmak, başkaları önünde ağlamak gibi geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinde erkeklerde görülmesi beklenen davranış örüntüleri arasında yer almayan davranışlar madun erkek kimliğine atfedilir ve madun erkekler, erkeklikler hiyerarşinde en alt basamakta yer almaktadırlar. (2018, 168-169)

[2] Reha Erdem’in Hayat var (2008) filminde de Hayat (Elit İşcan) karakterinin kadınlığa geçişiyle, yani ilk regl kanmasında, annesi tarafından yüzüne bir tokat iner. Ve anne gülümseyerek “kadın oldun” der. Sonrasında Hayat kanlı çarşafı toplayıp götürür. Ve kadınlığa geçiş annesinin tokadından daha ağır şeyler getirecektir. Çünkü mahalledeki bakkalın önce tacizine daha sonra tecavüzüne uğrayacaktır. Anadolu’da yaygın olan ve ataerkil zihniyetin bir ürünü olan bu adete göre, ilk kez regl olan genç kadına onda utanma duygusu yaratmak ve bundan sonra hareketlerine bu duyguyu  hatırlayarak dikkat etmesi için tokat atılır. Bir erkekliğe geçiş ritüeli olan sünnet, düğünle kutlanırken, kadınlık tokatla ve utanç duygusuyla karşılanır. Reglin utanılacak bir şey olarak görmesi feministler tarafından eleştirilmekte, kadınlığa geçiş ritüeli olarak reglin kutlanması gerekliliği tartışılmaktadır. Video enstalasyonları üzerine çalışan  feminist Shigeko Kubota da Video isimli şiirinde “Erkekler, ‘Düşünüyorum öyleyse varım’ der. Ben ‘Adet görüyorum öyleyse varım’ “ diye yazar (akt. akt. Karabağ, 2012, 249) Ekim 2008’de Psikolog Şule Akdağ’ın kızının reglini , davetle kutlayacağını açıklaması da Türkiye medyasında çokça tartışılan bir mevzu haline gelmiştir.(2012, 249)

[3] Feride’nin bu durumuyla ilgili olarak, “…Arnavutluk’ta yüzyıllardır devam eden ‘yeminli bakire’ geleneği verilebilir.(Ancak bu durum Feride’ de yemin şeklini almamaktadır. Ancak burada otorite boşluğundan dolayı aile reisliği Feride’ye geçmektedir. Nihayetinde de evlenmektedir.) Geleneğe göre, ailenin erkek reisi erkek bir vasi bırakamadığında, yani ailede erkek çocuk olmadığında, kız çocuklardan birisi erkeklere tanımlanmış vazifeleri yerine getirmek amacıyla erkek olarak konumlanır. Bu geleneğin yerine gelebilmesi için kız çocuklarının henüz bakireyken bakire kalacağına dair yemin etmesi ve akabinde de erkekler için tanımlanmış rolleri gerçekleştirmesi gerekir. Yeminli bakireler, erkek kıyafetleri giyer, silah taşır, sigara ve alkol kullanır, mahallesindeki kızlara ‘yan bakanları’ uyarır, mal alıp satarlar ve kadınlar için tanımlanmış ev işi gibi rolleri üstlenmezler. Yeminli bakireler, hayatları boyunca eril konumlanır ve çevresindekilerden de ‘erkek’ olarak muamele görürler. Bu gelenek değerlendirildiğinde, kadınların cinsiyetlerinin değil, sosyal konumlarının veya toplumsal cinsiyetlerinin değiştiği görülmektedir. (Gagua ve Baltacı, 2017, 9)