Yenerbahçe’nin ünlü futbolcusu Selim (Öztürk Serengil) bir ikiz kardeş gibi bir benzerinin olduğunu bilmeden yaşamını sürdürür. Sıra dışı bir futbolcudur. “Deli” olma durumu filmin adına da yansır: Şepkemin Altındayım: Deli Futbolcu(Ülkü Erakalın, 1965). Zevk için kumar oynar, kumarda kazanır ama parayı almaz. Kulüp yöneticisi onu “hergele”, “düzenbaz” olarak nitelendirir.Benzeri ise yoksul bir kemancıdır (Kerim).Kerim şarkıcı arkadaşı Ahmet (Yusuf Sezgin) ile sokak sokak dolaşarak para toplar. Ahşap evlerin, dar sokakların arasından sokağa uzanan pencerelerden kızlar onları seyrederler. Ahmet “alt tarafı sokak şarkıcısıyız” derken sınıfsal konumlarını, “biz değişmeyiz” derken de yoksul ama erdemli tavırları konusundaki kararlılıklarını açıklar. Yalnız filmde ünlü bir ses sanatçısı olma umudu her zaman vardır.

Rakip takımın yöneticileri Selim’i kaçırarak Yenerbahçe’yi güç durumda bırakmak isterler. Böylece Selim’in kulüpten alacağı transfer parasını Kerim alır ve Ahmet’in felçli sevgilisinin (Esen Püsküllü) ameliyat parası bulunmuş olur. Aşk acısını çok iyi bilen Ahmet’in mutluluğuna bu acıyı bilmeyen, bu tür acıya inanmayan Kerim (Selim’in benzeri) katkı getirir. Geleneksel aylak sınıfın ortaya çıkışını özel mülkiyetle ilişkilendirerek irdeleyen Veblen’e göre mülkiyetin değerini belirleyen en önemli unsur mülkün yararlı olup olmadığıdır. Mülk sahibinin gücünü sergileme işlevi görür. Selim  kumar oynar, kazandığı parayı almaz. Böylece o paraya gereksinimi olmadığını gösterir. Mülk sayesinde rahat bir yaşam sürer ve mülkünü güç gösterisi olarak kullanır. Mülk için verilen mücadeleyi “geçim için verilen mücadele” olarak adlandıran Veblen bu mücadelenin aralıksız çalışmayı da gerektirdiğini vurgular (Veblen, Aylak Sınıfın Teorisi,2005). Avare Kerim, benzerinin tam karşıtıdır. Paraya hastalara yardım etmek için gereksinim duyar, parayı kolayca (rastlantıyla, hileyle) elde eder. Avare tüketim olgusundan habersizdir. Tüketmeyi düşünmez. Tüketimin hiçbir düzeyi (rahat yaşam koşulları, giyim, vb.) avarenin yaşamında başat değildir. Filmde Selim, avarenin avareliğinin daha iyi görünür kılınması için bir araçtır.

Var mısınız masal izlemeye? Evvel zaman içinde kalbur saman içinde sözleriyle Adanalı Tayfur Kardeşler(Zafer Davutoğlu, 1964) açılır. İkiz bebeklerden biri ana kucağından kaçırılır, kaderin cilvesi olarak yoksulluk içinde yaşar. Diğeri ise köşklerde büyür. Büyür de erdemli, dürüst bir birey olamaz. Tayfur lahmacun satarken Necmi “çetesiyle” birlikte haksız kazanç peşindedir.  Çete üyeleri ona “şef” diye hitap ederler. Şef “Ahmet o biçim” dediğinde söyleneni tekrar ederler. Böylece filmin “korosunu” oluştururlar. İkiz kardeşlerin her ikisini de oynayan Öztürk Serengil hayırsız, kötü kardeşi oynarken kendi kelimeler cıngılını oluşturur. Hoşlanmadığı işler “patlongoz[1] işlerdir”, sözler ise “patlongoz kelamlardır”, sevdiği kadına “patlongozum” der. “Patlongoz dalga istemem” diye uyarır çevresindekileri. “Mamafih bilakis” teşhisler patlongoz olabilir. Hesaplar da durumlar da patlongoz olabilir. Necmi telefonda uzun uzun konuşur yandaşı “ne diyor?” diye sorar, Necmi “hiçbir şey demiyor” der. Necmi “temem bilakis” ya da “patlongoz dalga” dediğinde aslında hiçbir şey demiyordur. Düşünmeye başlamak için gerekli olan kelime verilmez izleyiciye. Öztürk Serengil’in kelimeleri ya da kelimeler yığını izleyiciyi hiçbir kavrama götürmez.

1968 yılında Cemil Meriç Türkiye’nin alt yapı ve üst yapı bakımından nev-i şahsına münhasır olduğunu söyler. “Kelime korkusu cemiyetimizin en büyük hastalıklarından biridir. Bu kelimenin arkasında hangi ferdi ve sosyal menfaatler vardır? Düşünmeye başlamak kelimeler üzerine düşünmekle başlar. Türk intelijansiyası ‘körlerin mağarası’dır. Kelimelerin kölesidir, mefhumlarda, kavramlarda aydınlığa varılamamıştır. Sosyolojik terbiyenin ilk şartı kelimeler cıngılında soğukkanlı ve aydınlık olmaktır (Ümit Meriç, Cemil Meriç: Sosyoloji Notları ve Konferansları, 2011). “Kelimeler cıngılında” sözcüklerin anlam yükleri anlaşılmadığı için sözcükler değerlerini yitirmiş, “boş” ses öbeklerine dönüşmüşlerdir. Sözcükler düşünmeye aracılık ettiklerinden artık “görmek” olanaksız hale gelmiştir. Meriç’in vurguladığı gibi “düşünceye yasak bölge tayin edildiği andan itibaren düşünmek yoktur” (Meriç, 2011). Artık yaşam politikanın dışındadır.

Meriç’in dediği gibi “millet intelijansiyasıyla milletse” (Meriç, 2011), o milletin içinde de halk var ve halk bu filmleri izliyor. Beyaz perde bir ayna olarak kelimeler cıngılını 60’lı yıllarda Öztürk Serengil aracılığıyla izleyicisine sunuyor. Avarenin rotasızlığı anlam konusunda da rotasızlığa yol açar. Sözcükler kulaklara hoş gelir, içleri boş olsa da![2] Eleştirel duruşun olmadığı, politik olanın dışlandığı eğlence temelli Öztürk Serengil güldürüsü avare aracılığıyla dili biçim bozumuna uğratmanın ötesinde değersizleştirmektedir. de Saussure anlam ile değeri birbirinden ayırır. “Sözcüğün içeriği ancak başka sözcüklerin yardımıyla gerçekten belirlenebilir. Bir dizgenin parçasıdır sözcük, onun için yalnız bir anlam içermekle kalmaz, bir değer de taşır. Herhangi bir sözcüğün değerini, onu çevreleyen diğer sözcükler belirler. Çevresindeki ögeleri göz önünde bulundurmadan, ‘güneşi’ belirten sözcüğün bile anlamı hemen saptanamaz” (de Saussure, Genel Dilbilim Dersleri, 1976). “Patlongoz” düşünmeyi engellemektedir, çünkü sözcük insan zihnine kavramla birlikte yerleşir. Kavramdan yoksun sözcükler aslında “yok”turlar. Dilden bağımsız olarak kavram olamaz, eş anlamlı olarak nitelendirdiğimiz pek çok sözcük gerçek anlamda eş anlamlı değildir. Kavramı olumlu-olumsuz her tür durum için kullanan Öztürk Serengil patlamaya hazır olduğumuzu mu ima ediyordu?

“1960’ların ekonomik ve demografik büyümesinin ardından nüfusun belli kesimleri özellikle işçiler ve öğrenciler son derece patlamaya hazır hale gelmişlerdi. Filistin kurtuluş mücadelesi, Amerika’nın Vietnam savaşını genişletmesi (1965), Çin Kültür Devrimi (1966), Ché Guevara’nın Bolivya’daki eylemleri (1967) gibi tahrik edici dünya olayları yangını daha da körükledi” (vurgulama Büker ve Balcı’nın,Carter Findley, Modern Türkiye’nin Tarihi: İslam Milliyetçilik ve Modernlik:1789-2007, 2011). Sanayileşme doğal olarak toplumsal dönüşümü getirdi, sınıf bilinci[3] giderek artan işçi sınıfının yanı sıra tüketim alışkanlıklarının dönüşümü, daha iyi ve nitelikli yaşamlar için köylerden kentlere göç edenlerin sayısının artması toplumu derinden etkiliyordu. “Türk endüstrisi geçmişte ithal edilen neredeyse her türlü ürünü üretmeye başladı: arabalar, radyolar, buzdolapları, demir ürünler. Sanayileşme Türklerin tüketim alışkanlıklarını değiştirmeye başladı ve kısa bir süre içinde ülkeyi bir tüketim toplumuna dönüştürdü.” Faroz Ahmad hazır giyim, bira, Coca-Cola, radyo gibi ürünlerin gündelik yaşama nasıl girdiğini anlatır (Ahmad; Modern Türkiye’nin Oluşumu, 1994).

Tam da bu ortamda ekonomik gücü olmadığı için tüketim mallarına ulaşamayan ama bu duruma aldırmayan, yaşamın tadını çıkaran avare erkek yıldızlar (Aynan Işık, Sadri Alışık, Öztürk Serengil, Yılmaz Köksal) ve erkek gibi sert kadınlar (Fatma Girik)  beyaz perdeye arz-ı endam ettiler. Adanalı Tayfur kardeşlerden birinin adı Necmi (zengin olan) diğerininki Tayfur’du (yoksul olan). Filmin ve kahramanın adı olan “Tayfur” “küçük kuş” demektir. “Büyük” meselelerin tartışıldığı 60’lı yıllarda annesinin kucağından kaçırıldığı için yoksul kalan Tayfur hızlı kentleşmenin yoğun olduğu dönemde İstanbul’da bir “kuştu”. Belki de tüm avareler aslında “kuştular”. Ama “kuşun” adını taşımak Öztürk Serengil’e nasip olmuştu. “Necmi” “yıldızlarla ilgili” bir anlam taşısa da Necmi gibiler filmlerde yenilgiye uğramak zorundaydılar çünkü erdemli ve yoksul olan “doğru örnek”ti. Ama ister “kuş” ister “yıldız” olsun avare saldırganlıktan uzaktı. Oysa “Cumhuriyet dönemindeki icat olmuş ve çoğu da öz Türkçe olan adlara baktığımızda, militarizmin, saldırganlığın kıyamet gibi örneğiyle karşılaşırız: Başta ‘Erol’, ‘Erdöl’, ‘er’ takısını kullanan bir yığın ad. ‘Savaş’tan başka ‘Cenk’, ‘Vural’ gibi anlamını düşününce dehşet veren adlar vb. Bir insanın adı olacak kadar olağanlaşan bu kavramlar çok dikkat çekmeseler de ve de çekmedikleri için, oldukça hastalıklı bir ideolojik dünyanın küçük yapı taşları oluyor” (Murat Belge, Militarist Modernleşme: Almanya Japonya ve Türkiye, 2011). Serseri bir avare olarak Öztürk Serengil Hüsnü, Nuri, Ahmet, Ali, Kerim ve Selim olarak “askerlikten muaftır”.

Devamı var! Gelecek hafta!

[1]Patlangoz: Tabanca gibi ses çıkartan bir çocuk oyuncağı, patlangıç ( www.buyukturkcesozluk.net).

[2]Boş içinde aynası olmayan çerçevede Necmi kendisini görür, aynaya yansıyan kendisi değildir. Çerçevede gördüğü ikiz kardeşidir ama o kendisini gördüğünü sanır. Yanılsama içinde olduğunu da anlamaz, daha sonra çerçevede ayna olmadığını fark eder bu durumu sarhoş olmakla açıklar.

[3] 1967’de DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) kuruldu.