“Sözcelerin, bir bütüne (metne) dönüşmesi ve tarihsel-toplumsal sızıntılara izin vermesi insanın aklının ereceği bir şeydir” (Julia Kristeva, Desire in Language:A Semiotic Approach to Literature and Art, 1982). Biz Öztürk Serengil’in avare olarak imgesini çözümlerken öncelikle “sızıntı” kavramı üzerinde durmak istiyoruz. Julia Kristeva’nın sözünü ettiği “sızıntı” Abidik Gubidik için kullanılabilir mi? Kristeva’nın tanımıyla “metinlerarasılık çeşitli metinlerden alınan sözcelerin belirli bir metnin uzamında kesiştiği ve tarafsızlaştığı bir dönüşüm” (Kristeva, 1982) edimidir. Bu tür metinde kuşkusuz sızıntılar olur. Bu kez beceriksiz bir çaycı (Hüsnü) olarak karşımıza çıkan avare, kovboya öykünür. Çay dağıtırken diğer erkeklere “kovboylar”, “aslan kovboy”, “ihtiyar kovboy” gibi seslenen oyuncu “temem” ya da “yeşee” derken metin içinde kolayca tanımlanabilen bir öğeyi sunar. Öztürk Serengil kendine özgü argosunu tanınır kılar. Öte yandan kovboya özgü davranışlar da izleyicinin yabancı olduğu bir şey değildir. Yine Kristeva bir başka yapıtında [1] metinlerarasılığı “bağlam değiştirme” olarak tanımlar ve “bir gösteren dizgesinden başka bir gösteren dizgesine geçişin, varlıksal olanın (yani eskinin yıkılıp yeniden kurulması) yeni bir eklemlemesini gerektirdiğini” belirtir (aktaran Kubilay Aktulum, Metinlerarası İlişkiler, 1999). Filmde sergilenen beceriksiz çaycı işi olsa da avaredir, avareliğini “taklit” üzerine kurmuştur. Taklidin doğasında temel iki yön vardır: Öztürk Serengil kendi argosuyla kendini taklit ederken kovboyu da taklit eder. Böylece bu çok belirgin taklit bağlam değiştirmenin çok ötesine geçerek sızıntı değil abartı olarak tanımlanabilecek bir olgu haline gelir. Böylece kendi imgesini saydam kılarak kovboyu bu imgeden geçirir ve avare olarak kendisini gülünç nesneye dönüştürür. Ayrıca çocuksu oluşu onu bir kez daha gülünç nesne olarak güçlü kılar. Beceriksiz bir çaycı olarak müşterilere iyi hizmet veremez, “diğer kovboylar” tarafından eleştirildiğinde ağlar, müşterilerden birinin arkasına saklanarak “aslan kovboyum kurtar beni” der.
Gülünç nesne olmanın bir başka yönü de Adanalı Tayfur Kardeşler’de (Zafer Davutoğlu, 1964) olduğu gibi avare olmayan bir ikiz kardeşin varlığıdır. Bu filmde ise avare çaycının tıpa tıp benzeri olan ünlü şarkıcı Kamil İnceses[2] ünlü bir şarkıcı olarak avare olmayanı sergilerken, avare olmanın geçici bir süreç olduğunu, avarenin karşıtının her zaman var olabileceğinin de somut göstergesi olur. “Avarelik bir duruştur, geçicidir, süreç kesintiye uğrayabilir. Avare yeniden eski yaşamına dönebilir” ilkesini bize anımsatır. Avarenin aynasında iyi, başarılı bir benzeri vardır. Yetenekli olan, gazinolar arasındaki rekabet nedeniyle kaçırılır. Birbirine benzeyen iki erkeği karıştıran kötü adamlar yanlışlıkla Hüsnü’yü kaçırırlar. Hüsnü kovalamacanın sonunda kendisini bir Orta çağ oyununun ortasında bulur. Tiyatro sahnesindeki oyuncu “yaşamak mı ölmek mi?” derken Hamlet’i anımsarız: “Olmak ya da olmamak” der Hamlet. Abidik Gubidik az sonra Üç Silahşör’leri de parodiye dönüştürecektir. Aşk, kan ve gözyaşı içeren oyuna Hüsnü de bir süre için katılır: “Aylağın hareketleri önceden tahmin edilemiyordu; hacının ya da bu anlamda göçebenin tersine, aylak belirli bir hedefe gitme durumunda değildi. Aylağın bir sonraki hareketinin ya da durağının neresi olacağını bilemezsiniz; çünkü zaten kendisi de bilmiyor ya da umursamıyor, aylaklığın önceden belirlenmiş hiçbir rotası yoktur; mecrası, parça parça durakların yamanmasıyla oluşuyor. Aylak için her yer bir duraktır fakat bu durakların herhangi birinde ne kadar kalacağını asla bilmiyor… Aylak hangi tarafa döneceğine kavşağa geldiği zaman karar veriyor. Bir sonraki durağını yoldaki işaretleri okuyarak belirliyor” (Zygmunt Bauman, Küreselleşme: Toplumsal Sonuçları, 2001). Oyun bittiğinde Hüsnü rotasını sokağa yönlendirir. Bir futbol oyununun içinde bulur kendisini, izleyiciler onun aylardır bekledikleri ünlü futbolcu olduğunu düşünürler, o da futbolcuyu oynar. Daha sonra da mim olarak çalım atmaya, kafa vurmaya başlar. Onun imgelemsel bir topla oynadığını gören doktor “deli” olduğunu düşünür. Hüsnü ise kendisini “Gary Cooper Hüsnü” olarak tanımlar. Kilitli bir odada kaldığında filmlerden öğrendiği bir numarayı uygulayarak özgür kalmayı başarır. Gary Cooper gibi kahraman bir kovboy[3] olduğunu da kanıtlar. Benzeri için endişe duyan gazino sahibine “sen kendini ferah tut Jack” der ve onu kurtarmak üzere yola koyulur.
Avare Yavru Filinta Kovboy’da(Süreyya Duru, 1964) Ahmet (Öztürk Serengil), şarkıyı tutturmuş. Kendisini “ben berduş, ben derbeder, boş vermişim dünyaya” diye tanımlıyor. Türk Dil Kurumu Sözlüğü “berduş”u aylak gezen, serseri, “derbeder”i yaşayışı ve davranışı düzensiz kimse olarak açıklıyor. Düzensiz ama işi var. Kamyonetine attığı çeşit çeşit malla gezginci esnaf olmayı seçer. “Aylağın yapacağı şey bulunduğu yere fazla bağlanmamaktır. Neyse ki, henüz gidilmemiş, belki de şu anda bulunduğu yerden daha acımasız ya da daha konuksever ve bulunduğu yerin kendisine vermediği şansları verebilecek başka yerler kendisine el ederek çağırıyor (Bauman, 2001). Üvey anne zulmünden kaçan küçük kız Parla (Parla Şenol) erkek kılığında el eder Ahmet’e. Ahmet ilgilenmez çocukla, onu kamyonetine almaz. Parla kendisini sevdirir. Parla’nın rotası vardır: Babası ölürken Parla’ya annesinin İstanbul Çengelköy’de bir yalıda yaşadığını söyler. Parla annesini bulmak için yola koyulur. Avare kovboyun satışlarını arttırmak için şarkı söyler, “boş vermişim dünyaya” der ama aslında dünyaya boş vermez, çok belirli bir amacı vardır.
Abant Gölü kenarında konumlanırlar ve Parla genç bir kadının boğulmak üzere olduğunu görür, tabii ki bu kadının annesi olduğunu bilmeden Ahmet’ten onu kurtarmasını ister, Ahmet kadını kurtarır ve kurtardığı hayat karşılığında kendisine verilmek istenen parayı gözünü kırpmadan reddeder. Tıpkı avare Mustafa gibi. “Toplulukta saygıdeğer bir yer edinmek isteyen birinin mal/mülk edinmesi gerekir. Birikim yapmak ve mal mülk edinmek birinin itibarını koruması için kaçınılmazdır… Varlık sahibi olmak da itibar görmenin olmazsa olmaz bir şartıdır” (Veblen, Aylak Sınıfın Teorisi, 2005). Avare mal mülk edinmek için uğraş vermez. Onun temel ilkesi rotasız olmaktır, ama rotası olan bir çocuk onu yönlendirir, böylece avareliğin belirli bir dönemle sınırlı kalmasını sağlar. Parla’nın kararlı tutumunu Ahmet’in arkadaşı şöyle dile getirir: “Ahmet’te Parla’daki akıl olsa rotasını düzeltirdi”. Ahmet de berduşluk, serserilik günlerine rotası olan bir çocuk sayesinde son verir. Parla’nın annesiyle evlenir ve zengin olur.
Avare kazanç peşinde olmaya tenezzül etmez. Ama bu Veblen’in vurguladığı gibi “emekten kaçınma ve üstün başarının geleneksel göstergesi” (Veblen, 2005) olma durumu değildir kuşkusuz. Emekten kaçınma servetin geleneksel kanıtı da değildir. Ahh Güzel İstanbul’da Haşmet Bey’in emekten kaçınması Veblen’in tanımına uyar. O bir zamanlar yalılarda yaşamış bir ailenin oğlu olarak kazanç peşinde olmaya tenezzül etmez. Veblen’e göre serveti elde tutmanın ve arttırmaya çalışmanın olanaksız olduğu durumlarda yoksulluk ve mahrumiyet kaçınılmazdır. Bu yeni aylak sınıf yokluk, sıkıntı dolu bir hayat yaşar ama kazanç peşinde olmaya da tenezzül etmez (Veblen, 2005). Haşmet Bey örneği dışındaki örneklerde avareler sınıfsal konumlarının gereği olarak ya işsiz ya da “küçük” işlerde geçimini sağlamaya çalışan kişilerdir. Ama Öztürk Serengil örneğinde avare, işini eğlenceye dönüştürerek yapar.
Kolsuz Kahramanın Kolu’nda (Temel Gürsu, 1973) Hamsi Nuri (Öztürk Serengil) çaycı olarak bir handa çalışır, iş adamlarına toplantıda yine “kovboylar” diye seslenir. “Deli dolu” çaycı iş değiştirmek zorunda kalır, otomobil yıkamak gibi bir iş ona daha uygun olabilir ama çılgınlık doğasında olduğundan bu işte de tutunamaz. Otelde garson olarak çalışmayı dener. Çinlilerle istemeden kurduğu ilişki kolunun bir kadın öpünce güçlenmesine ikinci kez öpünce yeniden güçsüzleşmesine yol açar. Avare olmanın ilk koşulu olan herhangi bir mülke sahip olmama Hamsi Nuri için de geçerlidir. Bu filmde de emek vermekten kaçınma özellikle vurgulanır. Müşterilere çay ya da kahve ikram ederken Hamsi Nuri düzensiz, özensiz davranır. Kahveler dökülür, emek vermekten kaçındığı gibi yaptığı işe özen de göstermez. Öztürk Serengil avare olduğunda beceriksizlik avarenin temel özelliği olur.
Devamı var! Gelecek hafta!
[1] La Révolution du Langage Poétique, 1974.
[2] Yetenekli şarkıcıyı yine Öztürk Serengil oynar.
[3]High Noon (Kahraman Şerif, Fred Zinnemann,1952)