Herhangi bir romanı beyaz perdeye aktarmak, birçok sorunu beraberinde getirir. Bunlardan ilki uyarlanan romana sadık kalınıp kalınmadığıdır. Dostoyevski’nin “Yeraltından Notlar” romanı, Zeki Demirkubuz için sadece bir başlangıç noktası olarak görülmüştür. Yönetmen, romanı kendi düşünsel süzgecinden geçirerek yeniden yorumlamıştır diyebiliriz.
Rus Şair Nikolay A. Nekrasov’un dizeleriyle başlıyor film. Filmin pek çok noktada romandan farklılaştığı görülüyor. Filmin olay örgüsü memurluk yapan ve tek başına yaşamını sürdüren Muharrem’in etrafındaki insanlar üzerinden yapılandırılmakta. Bu bağlamda yeraltı insanının intikam almayı planladığı, kendisinden üst bir sınıfa mensup subay, anlatıdan çıkarılmış ve uşağın yerine de gündelikçi Türkan karakteri ilave edilmiş. Ayrıca 19. yy.’da Petersburg’ta geçen roman 2000’ler Türkiye’sine uyarlanmış.
Muharrem ağlayarak Masumiyet(1997) filminden bir sahneyi izlemekte, Üçüncü Sayfa (1999) ve Yazgı’da (2001) olduğu gibi bir cinayet planı yapmaktadır.
Her insan kendi korkularına, kendi beklentilerine, kendi düşüncelerine göre tepkiler verir hayatta.
Film Ankara sokaklarında geçer. Ankara soğuktur. İnsanları da öyle. Filmin mekânının Ankara olması bürokrasiye de atıftır. Her gün aynı saatte işe giden, aynı saatte işten dönen, yaşamı gündüz bürolara, gece apartman dairelerine sıkışmış yığınların ve o yığınlar içerisinde var olmaya çalışan Muharrem gibilerin ve aslında biraz da bizim öykümüzdür.
Muharrem çağın büyük hastalığı yalnızlık belasının içine düşmüş birisidir. Diğer insanlar kadar, hatta daha çok onaylanmak ve saygı görmek istemektedir. Kindardır, öfkesini dindiremez. “Akıllı bir adam, kendine karşı acımasız değilse gururlu da olamaz.” sözünü ilke edinmiştir. Ama bunun da arkasında duramaz. Ne yaparsa yapsın hep sıkılır. Zorla kendini davet ettirdiği yemekte, arkadaşlarıyla hesaplaşmak ister, en çok da Cevat ile. Cevat, başkalarının emeğini ve hikayelerini çalan biridir.
Demirkubuz’la Dostoyevski’nin ortak yanlarından birisi de hayatın dışına itilmiş, haksızlığa uğramış kişilere kendilerini daha yakın hissetmeleri. Masumiyet, Kıskanmak, Yazgı, 3. Sayfa, Kader, İtiraf, ve Yeraltı filmlerinin ana karakterlerini düşündüğümüz zaman, hepsi hayatın bir şekilde sillesini yemiş, herkes gibi en önce “ben” diyemedikleri, egoist olamadıkları, yalan bir hayata inanıp devam edemedikleri için mutluluklara erişememiş kişilerdir. Muharrem’in yemekteki dürüstlük ve içtenlik üzerine demeci de bu isyanın dışavurumudur. Dürüst olmak ve kendin olmak başarılı olmaktan daha önemlidir çünkü..
“Acı en üst sınırına ulaştığında alçakçasına zayıflamaya, yerini daha önce hiç tatmadığım cinsten başka bir duyguya bırakmaya başladı. Kendini olağanca şiddetiyle hissettiren, diş ağrısına benzeyen zevkli bir duygu. Birden başıma gelen bütün felaketlerin nedeninin bu olduğunu anladım. Artık değişemeyeceğimi, bunu kendimin de istemediğini, başka bir adam olamayacağımı söylüyordum.”
Muharrem, ötekinin sesi ve gözü altında ezilir, az çok hepimiz gibi, ama onun hali daha yıkıcıdır. Kendini yıkan yine Muharrem’in kendisidir.
Freud yetişkinlerde ortaya çıkan kaygının suçluluk duygusuyla ortaya çıkabileceğinden bahseder. Muharrem, toplumdan ve kendinden kaçmak için sürdürdüğü gündelik işlerinin sonunda hep “ben neden böyleyim?” sorusuyla karşılaşır. Ne toplumun içine dahil olabilmiştir, ne de tamamen dışına çıkabilmiştir.
“Bazen durduk yerde bir olayın bütün yaşamımı değiştireceğine inanırdım. En çokta bu mecburi eve dönüşler sırasında, tam kapıda yakalardı bu duygu. Eşikte öylece kalır, gözlerim dalar, çocuksu bir umutla bir şeylerin olmasını beklemeye başlardım.”
Bu yükseklik peşinde koşan biz insanlara Zerdüşt şöyle cevap veriyor: ‘Ne korkuyorsun öyleyse? -insan da ağaca benzer. Ne denli yükseğe ve ışığa çıkmak isterse, o denli yaman kök salar yere, aşağılara, karanlığa, derinliğe -kötülüğe.‘
Demirkubuz filmlerine konu olan erkek ve kadın yaşantıları, toplumsal gerçekçilik çerçevesinde karşılık bulan sorunların çıktısı olarak derinlemesine incelenmektedir. Yönetmenin sinemasını besleyen isimler ise, Dostoyevski’den sonra Albert Camus, Robert Bresson ve Andrey Tarkovsky’dir.
Filmi, yemek sahnesi öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırabiliriz. Yemek sahnesine kadar Muharrem’in büyük şehirde yaşadığı yalnızlık anlatılmış. Filmdeki yemek sahnesi ve sonrasında gelen kısımda yalnızlığının onu ne hale getirdiğini gösterir.
Demirkubuz filmlerinde diyaloglar kilit noktayı oluşturur. Geri planda müzik yoktur. Yönetmen diğer filmlerinde olduğu gibi doğal ışıktan yararlanmış, gerekmedikçe ışığa başvurmamıştır. Yönetmenin kurguda devamlılığa önem vermediği, olayları açıklamadığı ve bu doğrultuda çabasının da olmadığı anlaşılmaktadır.
“sevgili generalim cevdet bey! pardon, cevat bey ve kadirşinas yalakaları!
şunu iyi bilin ki; gösteriş budalası insanlardan, gösterişli laflardan, gösterişin kendisinden hiç hoşlanmam! bu, bir…
kibirden, kendini beğenmişlikten, “bütün bu dağları ben yarattım” havalarından, süslü kişiliklerden nefret ederim! bu, iki…
yalakalardan, yalakalıktan, yalakaca edilmiş laflardan ve davranışlardan da nefret ederim! bu, üç…
dördüncüsü… gerçeği, içtenliği ve samimiyeti çok severim. ve dostoyevski’nin dediği gibi: gerçeğin, her şeyin üstünde, zavallı egoların bile üstünde tutulmasını isterim.
arkadaşlığın, karşılıklı, açık sözlü ve yalansız olanı için canımı veririm! evet buna bayılırım sayın generalim!
arkadaşlık, hassaslık ve incelik isteyen bir iştir! öyle kabalığa, özensizliğe, alaycılığa gelmezzz!”