‘’Gözyaşı akmayan yas, içeride kanar.’’

                                                                                              (Christian Nevell Bovee)

Sanatçı kişiliğini her yönüyle sinemaya da yansıtan Polonyalı yönetmen Krzystof Kieslowski yarattığı şiirsel atmosfer sayesinde hem sinemanın şairi olarak anılır hem de üç renk üçlemesi ile sinemanın ressamı da olmuştur. Yönetmenin son filmleri olma özelliğini de taşıyan üçlemeler, renklerini Fransız bayrağından alır ve her renk evrensel ilkeleri tahayyül eder. Bu evrensel ilkelerden birisi de değerli yönetmenin paletini maviye buladığı ‘’özgürlük’ temasıdır. Üçlemenin ilk filmi olan, tutsaklığa panzehir ve özgürlüğe yolculuğu yansıtan Üç Renk: Mavi (Trois Couleurs: Blue,1993) başrollerini Juliette Binoche’nin üstlendiği, 50.Venedik Film Festivali’nde ‘’en iyi film’’, ‘’en iyi kadın oyuncu’’ ve ‘’en iyi sinematografi’’ ödüllerini kazanmıştır.

‘’Evrensel öyküler ve temalar anlatmak istiyorum, ama özel yaşamdan parçalarla.’’ der Kieslowski. Tam da bahsettiği gibi kayıpların en somutu olan ölümü ve insani bir süreç olan, kaybın ateşini söndürmeyi içeren yas işini Julie adlı bir kadının deneyimleri üzerinden işler. Film, açılış sekansını yolda dönen bir tekerlekle yapar, bir ailenin yolculuğu olduğunu anlarız ama atmosfer o kadar boğucudur ki… Sanki hayata veda edeceğini hisseden kız çocuğu yansır ekrana. Mola verdiklerinde tekrar arabaya gönülsüz biner, annesi Julie ‘’Gel Anna, haydi bin!’’ der, çocuğunu ölüme davet edeceğinden bir haber. Julie, kazadan sonra simsiyah gözlerini hercümerç bir hayata yeniden açtığında değerini kaybettiğini öğrenir, artık ne eşi ne de kızı hayattadır. Acı gerçeği özümseyemez, ne bedenen ne de zihnen kedere hazır değildir. Hatta duyguları ağır gelir ve yas işine o kadar direnir ki intihar bile etmek ona daha kolaydır ama denese de yapamaz. Ailesi ile yaşadığı evi, eşyaları her şeyi kendinden uzaklaştırır, bir damla bile gözyaşı dökmez. Evin yardımcısını ağlarken gördüğünde ‘’Neden ağlıyorsunuz?’’ der kadınsa ‘’Çünkü siz ağlamıyorsunuz.’’ diye yanıt verir, kederin yokluğu çok belirgindir. Sanki rolleri değişmiş gibi, Julie ona sarılır, teskin eder. Julie, bir savunma mekanizması olan ve şoku emerek korkunç gerçeği, ailesini trafik kazasında kaybedişini sindirmesine yardımcı olan tampon gibi iş gören yadsımada saplanmıştır. Oysa yas eğer yaşanmazsa, yıllar sonra farklı sorunlar olarak ortaya çıkar. Farklı toplumlarda yas sürecinin sağlıklı bir biçimde geçirilmesine yönelik gelenekler vardır. Örneğin, mezarlıkta tabutun üzerine kürekle toprak atmak, kişinin ölümü idrak etmesini sağlar. Anadolu’da ölünün arkasından ağıt yakılması adettendir. Bunun için bazı yörelerde parayla ağıtçılar tutulur. Bu da yasın zamanında yaşanması için bir fırsat sağlar. Sadece bizim kültürümüzde değil, duyguların evrenselliğine de vurgu yapmak gerekirse örneğin, Batı kültürlerinde yakınını kaybeden aileler 2 yıl süreyle koyu renk giysiler giyerler. Bu 2 yıllık süre, yaklaşık olarak ölüme uyum sağlamak için gereken sürenin karşılığıdır. Yasın çözümlenmekte olduğunun bir işareti olarak giysilerin rengi yavaş yavaş açılır. Julie’nin yas sürecini komplike hale getiren etmenlerden biri de ani bir ölüme eşlik eden şokun yas sürecini dondurmasıydı. Ani ölümler, dünyanın güvenli bir yer olduğuna ilişkin inancımızı sarsar. Kendimizi bir açıklama ararken ve kaybı bir biçimde önleyemediğimiz için suçluluk hissederken buluruz. ‘’Hayatta kalanın suçluluğu’’ olarak adlandırabileceğimiz bu durumu çoğunlukla bir çatışmada arkadaşlarını kaybeden askerler yaşarlar. Filmdeyse bu suçluluğu aileden hayatta kalan tek kişi olan Julie yaşar. Evlat kaybı, insanın yasını tutmak zorunda kalabileceği en zor kayıptır. Bir çocuğun ana rahmine düşmesiyle birlikte, ebeveynler bilinçdışında geleceklerini çocuklarını da içerecek biçimde ayarlarlar. Bir çocuğun ölümüyle, ebeveynler yalnızca çok değerli bir bağı değil, aynı zamanda öngördükleri geleceği de kaybetmiş olurlar. Julie için bu kaybın getirdiği duygular o kadar ağırdır, kaybettiğini kabullenmek o kadar zordur ki kızından kalan şekeri yerken öfkelenir, kalan çubuğu fırlatır. Bir diğer bakış açısıyla, belirli bir öfke, gerçekleri kabul etmeye başladığımızı gösteren sağlıklı bir işarettir diyebiliriz. Belki de Julie, yitimlere uyum sağlamak için adım atmaya başlıyordur…Yavaş yavaş duygularını dillendirir. Her ne kadar onu tanımasa da duygusal yakıt ikmalinin kaynağı ve güvenli bir üs olan, huzurevindeki annesine açar kendini. ‘’ Kocam ve kızım öldüler. Artık bir evim de yok. Eskiden mutluydum. Ben onları seviyordum, onlar da beni.’’ der. Evindeki fare ve yavrularını öldürmeye kıyamaz. Artık etrafına daha duyarlı ve duygularını ön plana çıkaran bir kadın vardır. Ne var ki eşinin birkaç senedir onu aldattığını hatta sevgilisinin hamile olduğunu öğrenir. Tam da bu noktada yas darbe alır ve sekteye uğrar çünkü yasa sadakatsizlik bulaşmıştır. Julie, eşini onu nasıl biri ile aldattığını merak eder, kocasının sevgilisiyle tanışır, bebekle ilgilendiğini gösteren sorular sorar. Tüm gerçekleri anlattıktan sonra sevgili endişeyle sorar, ‘’Julie benden nefret edecek misiniz?’’ Oysa Julie için bir aydınlanma dönemi başlamıştır. Nefret duygusunun ceplerine taşlar doldurup yürümek gibi ona yük olacağını bilir. O geçmişi sondajlayıp yeni ve özgür bir gelecek inşa etmeyi arzular.Artık hayatta olmayan ve güven duygusunun zedelendiği eşini ve de sevgilisini affetmeyi seçer hatta evlerini satmaktan vazgeçip onlara bağışlar.Ünlü bir besteci olan kocasını yarım kalan bestesini tamamlamaya karar verir. Belki de Julie, bakırdan altın yapmayı öğrenmiş, yas ve aldatılma duygularını bir armağana dönüştürüp onları büyüme ve yenilenme için bir araç olarak kullanmıştır. Nihayetinde rüşte eren Julie, müptedi, insanlardan, çevresinden kopuk bir hayata elveda der ve artık zincirlerinden arınmış masmavi özgürlükler ile yola çıkar.

‘’Yeterince görüldü. Bütün kılıklara girdi gizli görüntü.

Yeterince duyuldu. Kentin uğultuları, akşamleyin ve güneşte, ve her zaman.

Yeterince yaşandı. Yaşamın durakları. –Ey Uğultular ve Gizli Görüntüler!

Yola çıkış, yeni sevgi ve yeni görüntüler içinde.’’

(Arthur Rimbaud)

 

REFERANSLAR

Rimbaud, A. (2019). Ben Bir Başkasıdır. Ankara: İmge Kitapevi

Türker, N., & Yüce, S. (2019). Çocuk, Ölüm ve Yas, Ankara: Nobel Yayınevi.

Volkan, V.D., Zıntl, E. (2021). Kayıptan Sonra Yaşam. Ankara: Pusula Yayınevi

Voltan-Acar, N., (2018). Grupla Psikolojik Danışma İlke ve Teknikleri, Ankara: Nobel Yayınevi.