“Sonra, bak oğlum dedim kendi kendime. Yolu yok çekeceksin. İsyan etmenin faydası yok, kaderin böyle. Yol belli, eğ başını usul usul yürü şimdi.”

Kader, Zeki Demirkubuz’un “Masumiyet” adlı filminin yaklaşık yirmi beş yıl öncesini anlatan bir filmdir.

Ana karakterimiz Bekir, Uğur’a; Uğur ise mahallenin en serserisi Zagor’a aşıktır. Uğur’un Zagor ile olan ilişkisinin içeriğine dair hiçbir bilgimiz olmamasına rağmen, Uğur’un peşinden sürekli şehir değiştiren Bekir’in ruh hali ve aşkının niteliği filmde bize sunulur. Bekir, Uğur’un ardından kendini ve hayatını adım adım tüketir.

Uğur’un reddedişleri karşısında Bekir’in sürekli söylediği “sensiz olmuyor” sözü, aslında Bekir’in odaklandığı şeyin karşılıklı sevgi değil de duyduğu arzu olduğunu gösterir. Önemi olan Uğur’un ona hissettirdikleridir. Bu hislerin de acı vermesinin pek de önemi yoktur.

Lacan bu durumu, Elealı Zenon’un -rüya görürken nesneden hızlı olan özne ona gittikçe yaklaşmasına rağmen, sabit bir mesafenin hep korunup hiçbir zaman yakalanamayan nesnenin paradoksunu anlatan- “Aşil ve kaplumbağa paradoksu”ndan hareketle anlatır. Paradoksa göre çok iyi koşucu olan Aşil, kaplumbağaya belirli bir mesafe ileriden başlamasına izin verdiği bir yarışta, ne zaman kaplumbağanın varmış olduğu bir noktaya varsa, daha hala gitmesi gereken bir mesafe kalmış olacaktır; bu nedenle de kaplumbağayı hiçbir zaman geçemeyecektir. Burada asıl paradoksal olan, Aşil’in kendisinden daha yavaş olan kaplumbağayı “geçemeyecek” olması değildir, paradoksu can alıcı kılan hoşluk, kaplumbağanın “yakalanamayacak” olması, dolayısıyla nesnenin ulaşılmazlığıdır.(Akt. Žižek, 2016,16)

Yani ilk bakışta sadece aşk filmi olarak görülebilecek Kader, yoksunluk hissi ve aşk denilen duygunun psikolojik arka planı üzerine düşündürtmekte ve izleyiciye sorular yöneltmektedir. Filmin izleyiciye sordurttuğu önemli soru da Bekir’in girdiği yolun, kendi iradesinin sonucu mu yoksa ondan bağımsız bir kader ile mi ilgili olduğudur.

İzlerken oluşan ruh daralmasının tetiklediği sorulara insan yanıtsız kalıyor. Kime karşı empati kuracağını şaşırıyor. Tüm gücünü son derece sade ve gerçeklerden alan film, daha başlangıç anında insanın boynuna bir ip gibi bağlanıyor. Film süresince de o ip git gide sıkılaşıyor.

Filmin arka planında genelde ortam sesleri hakim. Bunun dışında Tarkovski’nin de Stalker filminde kullandığı, film boyunca da sürekli tekrarlanan Andrew Artemyev’in Meditation bestesi olduğu görülür. Meditation her çaldığında karakter kendi içinde sorgulama yapar ve bir değişim geçirir.

Masumiyet filmindeki kadar profosyenel düzeyde olmasa da oyunculuklar etkileyicidir. Masumiyet ve Kader filmleri aynı öykünün farklı anlarını ve aşkın en yakıcı biçimini göstermektedir. Demirkubuz’un iyilik ve kötülük gibi varoluşsal konuların etrafında dönen hikâyeleri, insan olabilme hallerini anlatır.

Demirkubuz’un filmleri daha önce incelediğim Yeraltı filminde de görüldüğü gibi, sakin ve sabit bir kamera kullanımı, atraksiyonsuz, hayata daha yakın bir kurgu anlayışının benimsenmesi ile şekillenir. Demirkubuz filmleri genelde kapalı mekânlarda geçer. Bu kapalı mekânların çoğu da evdir. Yansıtılan ev, huzursuzluğun egemen olduğu bir mekândır, bir türlü ait olunamayandır.

Kenar mahallelerde, yokluk ve acımasızlığın içinde insan ruhunu, ahlakı, aşkı anlamaya ve anlatmaya çalışır Kader. Kaçsan da bir türlü kurtulamayacağın, peşinden koşsan da yakalayamayacağındır Kader. Nasıl ki bir şey çok istendiğinde elde edilemezse, istenmeyen şey de sürekli başa gelir.

Bekir’in Uğur’un peşinden koşarkenki dağılışını, parçalanışını izlemek, mahvoluşuna adım adım şahit olmak insanı kötü etkiliyor. Her sahnesinde “değer miydi?” sorusunu sordurup, “değerdi” cevabını verdirtiyor.