İlk filmi Gişe Memuru ile büyük umut vaat eden, ardından yönettiği tek mekânda geçen Sarmaşık’la beklentiyi yükseltmiş olan Tolga Karaçelik’in üçüncü filmidir Kelebekler. Önce Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan destek alamamasıyla, ardından bağımsız sinema festivali olan Sundance Film Festivali’nde En İyi Drama Filmi Ödülü ile sinema tarihimizde bir ilke imza atarak adını duyuran film hakkında yazılacak çok şey var.

Filmde ki üç ana karakter de spesifik bir duruş sergiliyor. Üçü de taban tabana zıt karakterler. Otuz yıl boyunca haber almadıkları babaları tarafından çağrılmaları sonucunda, çıktıkları bu zoraki yolculuk onları kendileriyle yüzleşmek zorunda bırakıyor. Birbirlerine aynı anda hem çok tanıdık hem de çok yabancı olan üç kardeşin aralarındaki uyumsuzluk, ortaya çıkan hesaplaşmalar çok tanıdık. Bir yakınını kaybeden herkes belki de böyle diyaloglara aşina. Aile tam da böyle karmaşık bir şey aslında.

Filmin ilk sahnesinde bir kadının dilinden ölen yüzlerce kelebeği derisinin altına yerleştirdikten sonra kelebek olup uçan birinin hikâyesini dinliyoruz ve sonra kararan perde bizi Almanya’ya sürüklüyor.

Almanya’da yaşayan ve astronot olmayı başarmasına karşın Merkel hükümetinin ödenek ayırmaması sonucu uzaya çıkamamış Cemal, mahalle dizisi ile üne kavuşan, seslendirme işleriyle hayatını sürdürmeye çalışan Kenan ve evliliğini bitirmeye çalışan Suzan karakterleri.. Yolculukları sonunda babalarının öldüğünü öğrenen ve filmin başında annelerinin sesinden dinlediğimiz kelebekler masalına ithafen vasiyet bırakan babanın çağrısı neticesinde köy ahalisiyle ve birbirleriyle etkileşime girerler.

Yol kaçmaktır, değişmek ve dönüşmektir, dile getirilmeye korkulan soruları sorma cesaretini bulmaktır.

Karakterlerin aile olamama, anne-baba eksikliği çekme noktalarında yaşadıkları bocalamalar, patlayan tavuklar, başlı başına gazino sahnesi, belirsiz  Hasselbaink esprisine sahip Kelebekler; dini, kitabı, uzayı, kara delikleri sorgulayan, kuşkucu ve eleştirel dram ve mizahı birlikte işliyor.

Kelebeklerde Gişe Memuru unsurlarından bizzat gözüken gişe memuru Kenan’ın yani Bartu Küçükçağlayan’ın Kelebekler’de canlandırdığı karakterle aynı adı taşıdığını, filmlerin yönetmeninin tam adının da Tolga Kenan Karaçelik olduğunu hatırlamak lazım. Bu iki filmin taşıdığı ortaklıklara iki filmin hikâyesine de hakim olan anne kaybı ve sonrası travmasını da ekleyebiliriz.

Perdede ilk karşılaştığımız kişi Cemal oluyor. Cemal ailenin en büyük oğlu. Almanya’da halasının yanında büyümüş. Tek isteği uzaklaşmak, her şeyden ve kendinden. Çözüm olarak uzaya çıkmayı bulmuş ama bir türlü çıkamamış biri. Daha sonra karşımıza Kenan çıkıyor. Kenan’ı ses stüdyosunda bir kediye dublaj yaparken görüyoruz. Nasıl ki kariyerinde başarısız bir aktörse, ailesine dair her şeyi geride bıraktığı rolünü de yapamıyor. Ve Suzan ailesiz büyüdükten sonra işkolik biriyle evlenmiş. Üstelik kocasının onu aldattığını bildiği hâlde bir şekilde evliliğe devam etmeye çalışmış. Kişinin büyürken aileden yoksun olmasının ne gibi sonuçlar doğuracağına dair bir tablo. “bazı sorunları olduğu için” ev içinde güneş gözlüğüyle oturuyor Suzan ve “hissettiğini hissettiği gibi söyleme” gibi mütevazı istekleri var..

“Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir astronotton daha tehlikeli hiçbir şey yoktur” sözüyle başlayan film, bu sözle aslında kendisiyle ilgili açık bir fikir vermiyor. Fakat filmin bence en zevk verici yanı aslında bu. “Bir tuhaflık var bu işte” diye tepki veriyor ama sonrasının ne olacağını asla tahmin edemiyorsunuz.

Erkut Taçkın’dan Baba, Barış Manço’dan Binboğanın Kızı, Grup Gündoğarken’den Bir Yaz Daha Bitiyor, Nazan Öncel’den Gidelim Buralardan eşlik ediyor bize. Tolga Karaçelik’in pek kaliteli müzik zevkinin farkına Sarmaşık’taki bir sahnede de fark ediliyordu:  Cenk karakteri, gemide geçen ilk gecede Cem Karaca şaheseri “Deniz Üstü Köpürür”’ü mırıldanıyordu. Üstelik filmin müzikleri, Gevendeden tanıyıp sevdiğimiz Ahmet Kenan Bilgiç’in elinden çıkmıştı.

Bir anda güldüren, bir anda ağlatan, fazlasıyla dengesiz olmasına bir şekilde tutarlı kalmayı başaran bir film Kelebekler. Bazen iyi hissedebiliriz, bazen kötü. Çok da şey etmemek lazım…

Filmdeki olağan dışı şeylerin her biri aslında mantık içeriyor. Varoluş sıkıntısı çeken imam, onu bu düşüncelerden uzaklaştırmaya çalışıp köylülerin beklentisi doğrultusunda görevini yapması için ikna etmeye çalışan muhtarı, barut yedikleri için patlayan tavuklarıyla köy.

“Kendimi hiçbir zaman ‘ait’ hissetmediğim için anlatmayı tercih ettiğim karakterler büyülü gerçekçi öğeler barındırıyor.Toplumun buna alışma gündeminden öte kendi uyum sürecimle alakalı gelişiyor. Çıldırmamak için bir yol aramak zorunda kalıyoruz hepimiz.” diyor Tolga Karaçelik.

Hepimizin hayatının trajikomikliği ancak bu kadar yalın anlatılabilirdi. Kelebekler filmi hani hiç beklenmedik bir yerde karşınıza çıkan çocukluğunuz gibi, okudukça keyif aldığınız ve hiç bitmesini istemediğiniz ama bir yandan da sonunu çok merak ettiğiniz bir kitap gibi, eskiye duyulan özlemi günde yaşayıp buna üzülmektense anıların keyfini çıkarmak gibi, yaşamak gibi. Film  kesin bir dille ben bir komedi filmiyim veya ben bir dramım demiyor. Tıpkı hayatın kendisinde olduğu gibi bir iç içelik söz konusu. Matruşka gibi. Film kalıplarına uymaya talip değil Kelebekler. Afişindeki sentaks bozumu filmin tonunun bir özetini sunuyor: “Garip bir aile komedisi, bir garip aile komedisi, komedisi bir garip aile” Tekrarın yarattığı bu tuhaf mizah filmin en iyi esprilerinde de mevcut.

Filmin sonunda beklenen o vurucu mesajın gelmemesi en sevdiğim kısmı olmuştur. Akıp giden hayatlarımız; sonlarında büyük hayat derslerin verildiği hikayelerden değil. Bilakis; eksik kalmışlıkların, tam olarak anlam verilemeyen absürt yaşanmışlıkların olduğu düzensiz, dengesiz ilişkiler sekansından ibaret.

Evet, mesaj yok. Hayatın kendisinde de yok çünkü. Hayatın elinden kayıp giderken, önce bakkala uğrayıp ekmek alman gerekir çünkü.  En azından karın tokluğu..

suzan: hani yola çıkmadan ben ailemi unutmaya çalıştım ve başardım dedin ya, ben çok incindim o lafa..

kenan: seni incitmek istemedim, seni kastetmedim, öyle değildi..

suzan: sana incinmedim, söylediğin cümle incitti beni.. ben ailemi unutmaya çalıştım başardım dedin, ben ailemi hatırlamaya çalışıyorum hatırlayamıyorum kenan.