İletişim fakültelerinin en anlamlı derslerinden biri olduğunu düşündüğüm Medya ve Etik, Ankara Üniversitesi öğrenciliğimde sevgili Oğuzhan Taş tarafından veriliyordu. Kant ahlakı dersin izlencesinde önemli bir yer kaplardı. Derste etik üzerine çokça örnek verilir, durumlar ve olaylar hakkında düşünce alıştırmaları yapmamız beklenirdi. Ray Billington, derste yaptıklarımızın benzerlerini Ahlak Düşüncesine Giriş kitabında yapıyordu. Etik kavramını anlamamızı kolaylaştıracak çok sayıda örneği vardı. Böylelikle dersin kaynaklarından biri olan Yaşayan Felsefe’yle tanışmıştık. Kitaptaki örneklerden biri, tek adet diyaliz cihazı olan doktor sorunuydu. Doktor, böbrek yetmezliği dışında kalp yetmezliği olan hastada mı cihazı kullanmalıydı? Yoksa tek sorunu böbreklerinde olan ve tedaviye cevap verme ihtimali daha yüksek olan hastada mı diyalizi kullanmak gerekiyordu? Bu soru üzerine düşünüp durduğumuzu hatırlıyorum. Tartışma, “İyi nedir?” “İyi seçim var mıdır?” sorularından haber etiğinde azınlıkların temsili ya da haberde kimin temsil edileceği gibi konulara geldiğinde derse olan hayranlığım iyiden iyiye artmıştı. Bana kalırsa dersin amacı Kant Ahlakı olarak bilinen ödev ahlakının ve onun karşısında konumlanan faydacı ahlakın anlaşılması, medya politikalarına bakarken de bu kavramlarla düşünebilmemizdi.

Bu kez dersle ve Kant ahlakıyla tekrar buluşmama ilginç bir şekilde medya politikaları yerine Okan Bayülgen’in Disco Kralı’ndan tanıdığımız Aziz Kedi ve Feyyaz Yiğit’in senaristliğini üstlendiği, Exxen platformu absürt dizisi “Gibi” aracılık etti. Bu nostaljiyi yaşattığı için dahi diziyi sevdiğimi –artık çoğu şey şimdilik olsa da– en başından belirtebilirim. Diziyi sevmemin kalan nedenlerini de birinci sezondan Yılmaz Bey Banyo bölümüyle anlatmaya çalışacağım.

Yılmaz Bey Banyo

Birinci sezonun on birinci bölümü iyilik ve yardım kavramlarını Kant ahlakıyla yorumlayabileceğimiz kapıları açıyor. Bunu didaktik bir tona sahip olmadan yapabilmesiyse tam da bölümün derdiyle ilgili. Yılmaz Bey Banyo, suya sabuna dokunmuyor gibi yapıp, sulu sabunlu bir bölümle tıpkı etik dersinde olduğu gibi iyi kavramını düşünmeye zorluyor. Dizinin post modern niteliğine karşın modernizmden süregelen kavramları dert edinmiş olması da hoş bir espri. Bölümün açılışında banyo yapmak için üşendiğini tahmin ettiğimiz Yılmaz, genç olmasına rağmen banyoya girerken yaşadığı zorluklar hakkında söylenir. Evdeki arkadaşlarına yaşlıların banyo yaparken yaşadığı problemler hakkında yakınır. Yılmaz’ın yaşlıların banyo meselesini ele aldığı ciddiyet ev arkadaşı İlkkan ve yakın arkadaşı Berk tarafından anlamsız bulunsa da “Sadece bu apartmanda altı tane yaşlı var,”  “Yaşlılar nasıl banyo yapıyor hiç düşündünüz mü?” cümlelerinden yükselen hassasiyet özellikle yaşlılarla çocukluk geçirmiş izleyicilerin içinden “Hakikaten ya!” sesini yükselterek kalbimize iyilik tohumları serpmeye başlar. Feyyaz Yiğit’in ve Kıvanç Kılınç’ın tüm bölümlerde olduğu gibi kusursuza yakın doğal oyunculuğu ayrıca Yılmaz’ın romantik replikleri karşısında İlkkan’ın kulağa tuhaf gelen duyarlılığa kayıtsızlığı dokunaklı durumla aramıza bir sınır çekerek, iyi ve kötünün keskin çizgilerle belirlendiği melodramik ahlak hikayeleri Gerçek Kesit, Kalp Gözü ve Sırlar Dünyası dizilerine göndermeler yapıp güldürse de Yılmaz Bey Banyo bölümü maalesef Yılmaz’ın trajik haliyle son buluyor.

Evdeki kısa tartışmadan sonra markete yiyecek bir şeyler almak için üçlü alışveriş yaparken yan apartmandan komşuları yaşlı bir amcayla karşılaşırlar. Yılmaz, İlkkan’a nohut paketlerini taşımakta zorlanan yaşlı karakteri işaret ederek, yeniden yaşlıların yaşam mücadelesinden dem vurur. İki karakterin yardımseverlikle ilgili tartışmaları alışveriş boyunca sürer. Arka planda güçlü bir şekilde ortam müziği çalmakta, Berk karakteri ikiliye alınacaklarla ilgili sorular yöneltmektedir. Mekan olarak marketin seçilmesi, müziğin gürültüsü, Berk karakterinin yardımseverlik tartışmasını kremalı bisküviyle kesintiye uğratması, nohutları taşıyan yaşlı karakterin bir anda yere düşmesi üzerine nohutların dağılması sonucu üç karakterin de hareketsiz, hiçbir şey yapmadan yaşlı karaktere bakmaları izleyiciyi öncelikle tüketim kültürünün diyalogun yitimine sebep olduğu, uzlaşmanın, eylemde bulunmanın imkansızlığı gibi sonuçlar çıkarmaya hazırlasa da seyirciyi şaşırtacak bir şey olur. Yılmaz hareketsiz kalmayacaktır. Bir eylemi vardır. Onun eylemi yaşlıları yıkama cesaretini gösterebilmektir. Yaşlılar yıkanmalıdır. Banyo hikayesi işte tam bu noktada eylemin imkansızlığından sıyrılarak konuyu etik ve iyi kavramlarına taşıyor. İyi bir eylem nasıl olmalı? Yılmaz Bey Banyosu politikasız bırakılmış bir alan için iyi bir fikir mi? Bu yardımın bir amacı var mı?

Amcacığım istersen seni yıkayabilirim.

Marketten çıktıktan sonra Yılmaz kendince uygun bir üslup seçerek yolda karşılaştığı yaşlı Ercüment karakterine, mahremiyetin sınırlarını zorlayan o teklifi yapar. Kant ahlakında bir eylemi iyi olarak nitelendirebilmemiz için o eylemin ödev ahlakıyla gerçekleşmiş, evrensel bir nitelikte olması gerekir; en yalın haliyle “Bu davranışın bana yapılmasını ve evrende genel geçer bir yasa olmasını ister miydim?” sorusu bizi ödev ahlakına yaklaştırmaktadır. Yıkanmakta zorlanan birini yıkayarak yardım etmek –üstelik o istemiyorken– evrensel bir yasa olabilir mi?  Hem Kant için iyilik, duygudaşlıkla veya karakterimizden gelen iyi özelliklerle yapıldığında etik olmayacaktır. Kulağa can sıkıcı geldiğinin farkındayım fakat onun pek de haksız olmadığını düşünüyorum. Gerçekten de kendimizi yorgun hissettiğimizde ya da öznel sorunlarımızla boğuşurken başkalarına yardım etme gücümüz biz istemesek de azalabilir. Yılmaz’ın geldiği son noktanın biraz buna benzediğini söyleyebilirim. Eve döndüğünde amcanın boynundaki kirlerin vahametinden konuyu açarak reddedilişine öfkelenen Yılmaz, öznel durumunu veya evrensel yasayı hesaba katmadan yalnızca ödev için eylemeyi başaramamış, arzularının sınırlarında geziyor gibidir.

Yoksa Konu Kant Etiği Değil mi?

Niyazı Amca, yardımlaşmak çok önemli, Nusrettin Mahallesi olarak bize yakışan bu.

Sağ olun. Dünyanın bu sıkıntılı halinde insanların birbirine destek vermesi, dayanışması gerekiyor, ne güzel, tatsız başlayan bir olayı güzelce neticelendiririz inşallah.

Ercüment Amca düşünmüştür. Arkadaşı Niyazi Amca karakterini Yılmaz’ın evine gönderir. Teklifi kabul etmiştir. Lif tipi, sabun, suyun sıcaklığı, havluların kimden olacağı ve banyo günleri belirlendikten sonra Yılmaz Bey Banyo yardım derneği iki amcayı yıkamak üzere sorunsuzca hayata geçecektir. İlkkan öfkelidir. Yılmaz’a bunu yarıda kesemeyeceğini, söz verdiği için onlar vazgeçmedikçe yaşlıları yıkayacağını, iyiliğin sonunun gelmesi gerektiğini izah etmeye çalışır. Arkadaşlarından da yaşlıları nasıl yıkayacağı, kese yapıp yapmayacağı hakkında sorular geldikçe Yılmaz’ın kafası karışır. Fakat bu sahneden sonra Yeşilçam’ın Neşeli Günler’inin bir benzeri Gibi’de başlar. Gerçekten de Ercüment karakterinin yıkandığı sahnede sanat yönetmeni, görüntü yönetmeni, oyuncular nihayet bir bütün olarak set ekibi iyi bir iş çıkarmıştır. Müzik, mekan, dekor ve yapılan çekim sayesinde kendimizi konuya kaptırmamız kolaylaşmış, biz de kendimizi iyiliğin içinde, iyi hissetmeye başlamışızdır.

Senin en başat özelliğin özgürlüğüne düşkünlüğün abi. Ödünler vermeye başlayacaksın bu yol öyle bir yol değil.

İlkkan, bence sen insanların içindeki sevginin akıp, birleşip bir baraj olmasından korkuyorsun.

Yılmaz, yaşlılara hediye etmek üzere aldığı içlikleri İlkkan’a göstermek için yanına geldiği sahnede İlkkan tarafından bunu sonuna kadar devam ettirmesi gerekeceği ve artık onlarla bir bütün olduğu konusunda bir kez daha uyarılacaktır. Yılmaz, tavsiyeyi umursamaz. Yaşlılarla banyodan sonra gazoz içer, onlarla kart oynamaya gider, Belediye parkında spor yapar. Öyle mutludur ki yakın arkadaşı İlkkan’ı aralarına almak istemez.  O, bu iyiliğin kesintiye uğramayacağından son derece emindir. Bir ömür boyu hep beraber yaşlılarla banyoya girecek, hikayenin sonu mutlu bitecektir. Üstelik yaşlılar da halinden memnundur, onlara yardım ulaşmıştır, eylemin gerçekleşme biçimi ödev ahlakına uymasa da bir şekilde Yılmaz’ın banyosundan faydalanmışlardır. İşte tam bu noktada hikaye iyi biterse eylemde iyidir demek istiyorlar diye kara kara düşünmeye başlarız ancak iyilik net bir kesintiye uğrar. Yaşlılar, Yılmaz’a sürekli mesaj atmakta, aramakta, nerede olduğunu, kiminle olduğunu sormakta ve cevap alamadıklarında kızmaktadırlar. İyiliğin sonu bireysel özgürlüklerden gelmiştir. Yılmaz, özgürlüğünü kaybeder ve bir akşam yaşlıları evine çağırarak onlara bağlanma korkusu olduğunu, ayrılmak istediğini itiraf eder. Bu özgürlük kaybının sebebi dizi boyunca banyonun sonunu düşünmemek üzerinden vurgulansa da eylemin arkasındaki dürtüyü düşünmemiş olma durumuna da işaret edilmektedir.

Abi sen iyi bir insansın. İşte hayat arzularımızı ve beklentilerimizi her zaman karşılamıyor.

Yılmazın eyleminin arkasındaki dürtü bir sabah anlık bir heyecanla gelen, reddedildiğinde düşünmeden öfkelendiği, arzularına gömülü hızlı bir çözüm arayışı belki de bir maceraydı. Şu kesin olarak belirtilebilir ki ödev ahlakı istek ve arzularla eylemeyi etik bulmaz. Elbette Yılmaz kötü biridir demek iddialı olacaktır. Düşündürücü olan bu türden geçici, yarı zamanlı, arzu temelli iyiliklerin artık kurumsallaşmış olmasıdır. En sonunda yaşlılardan ayrılması sebebiyle üzgün ve hayal kırıklığına uğramış Yılmaz, deniz kenarında yalnız başına Niyazi Amca’dan gelen mektubu bir arabesk müzik eşliğinde okumaya başlar. Mektuptan Niyazi karakterinin kırgın ve kabullenmiş olduğunu anlarız. Yılmaz’a kendisini üzmemesi gerektiğini, bu meselenin sonunu bildiklerini ama onun da deneyerek görmesini istediklerinden banyoyu sürdürdüklerini söyler. Dizi, Nusrettin Mahallesine yani bize yakışanın bu iyilik biçimi olduğuna inandığımızı ve bunu alkışladığımızdan eylemlerimiz üzerine yeniden düşünmemin gerekli olduğunu anlatmak istiyor. Gökten üç elma bırakacak bir şey anlatmadığıma göre ben de bölümün amaçladığı doğrultuda üç soru bırakmak isterim. İyi eylem iyi sonuç mudur? Yoksa eylem ve amaçlar üzerine düşünmeden iyi bir eylem ya da sonuç mümkün değil midir? Oldukça hızlandırılmış yaşadığımızdan bugün bir eylemin üzerine kapsamlı düşünmek güç. Bu yüzden en çetrefillisi de son soru: İyi olanı bulmak ve onu sürdürülebilir kılmak için ne yapmamız gerekir? Dizinin iki sezonunda da yazıda olduğu gibi bolca soru ve bazı cevaplar var. Didaktik, ajitatif olmayan, sade düşündürücülüğü için “Gibi” izlemeye değer.