Usta film eleştirmeni Şenay Aydemir ile “film eleştirmenliği”nin anlamını, internet teknolojisine karşı halini, “seyirci-sektör-sanat” üçgeni içindeki durumunu ve film eleştirmenlerin örgütlü tavrını derinlemesine ele aldık. Aydemir, film eleştirmenliğinin tarihsel rolüne dikkat çekerken, iyi ve kötü eleştirinin zaman ile sınandığını vurguluyor ve “kalıcılık” konusunda da şunu ekliyor: “Tweet uçar, yazı kalır”

Şenay Aydemir kimdir?
1975’te Şavşat’ta doğdu. Üniversite öncesi eğitimini Bafra’da tamamladı. 1992’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde üniversite eğitimine başladı. 1997’de üniversite eğitimini yarım bırakarak gazeteciliğe atıldı. Sinema yazıları yazmaya üniversite yıllarında yayınına katkıda bulunduğu öğrenci gazetesinde başladı. 1997-2014 yılları arasında sırasıyla Evrensel, Referans ve Radikal gazetelerinde çalıştı. Evrensel Kültür, Milliyet Sanat, Arka Pencere ve Altyazı başta olmak üzere birçok dergide eleştirileri yayımlandı. “60’ların Türk Sineması”, “70’lerin Türk Sineması”, “Reha Erdem Sineması: Aşk ve İsyan” ve “Marka Takva Tuğra” kitaplarına yazılarıyla katkı sundu. Can Yayınları’ndan çıkan “Organik Bozukluk / 21. Yüzyılda Tembellik Hakkı” (2016) ve Ağaçkakan Yayınları’ndan çıkan “Yüz Sinema Klişesi” (2017)  isimli iki kitabı bulunuyor. Birçok film festivalinde jüri üyeliği yaptı. Halen GazeteDuvar.com’da yazıyor.

– Film eleştirmenliğin bugünkü anlamı nedir? Nasıl bir donanım gerekir? 

Kendi adıma film eleştirmenliğinin, sinemanın tarih kaydını tutmak olduğunu düşünüyorum. Bu bakımdan bir filme ya da sektörün genel durumuna dair yazdığımız, söylediğimiz sözlerin aynı zamanda o dönem sinemasının tarihi kayıtları haline geldiğini; uzun yıllar sonra sinemanın içinde yaşadığımız dönemdeki hal ve gidişi hakkında önemli bir veri oluşturacağını umuyorum. Hal böyle olunca film eleştirmenliği de ciddi bir donanım gerektiriyor kuşku yok ki. Sinemayı ve sinema tarihini biliyor olmayı birinci koşul olarak bir yana bırakırsak edebiyat, resim, müzik, felsefe, tarih ve siyaset gibi disiplinlerin bir kısmına hakim olmak film eleştirilerini derinleştiren ve farklı bakış açılarını ortaya çıkaran sonuçlar doğuracaktır.

– Mevcut eleştirmenlerin ne ölçüde donanımlı olduğunu düşünüyorsunuz?

Türkiye’de film eleştirmenlerinin önemli bir kısmının yeterli donanıma sahip olduğunu düşünüyorum açıkçası. Birçok ismin yazılarını okuduğumda da bunu fark ediyorum. Ama yalnızca film eleştirmenliğinde değil, her alanda önemli olduğunu düşündüğüm ‘tarihsellik’ kavrayışının yeni kuşaklarda biraz eksik olduğu, kimi zaman ‘an’ın içine fazla gömüldüklerini ve soğukkanlılıklarını korumakta zorlandıklarını da gözlemliyorum.

– İnternet teknolojisinin ulaştığı noktada, mesela herkes blog açıp sinema eleştirisi yapabiliyor, eleştirmenlik demokratikleşti mi, “ayağa mı düştü”?

Herkesin her şeyi yapabileceği önermesinin ‘demokratikleşme’ olarak algılanmasının yanlış olduğunu belirterek başlayayım. Dijital teknolojinin gelişmesi ve film çekim maliyetlerinin ucuzlaması herkesin film çekebileceği/ çekmesi gerektiği anlamına gelmiyor örneğin. Öte yandan bir ‘ayağa düşme’ durumu söz konusu mu bu konuda fikrim yok açıkçası. Çok klişe gelecek ama ben iyi eleştiri ile kötü eleştirinin zaman karşısındaki sınavda ortaya çıkacağını, iyi olanın kalıcı da olacağını düşünüyorum. Ama bu karmaşa ve bence gereksiz fazlalık içerisinde ‘iyi’ olanı bulup çıkarmak da giderek güçleşiyor tabii.

– Eleştirinin yüzü seyirciye mi, sektöre mi, yoksa sinema sanatına mı dönüktür?

Bu soruyu “hepsine birden” diye cevaplamak kolay ve doğru olan. Ama bunu açmak ve biraz üzerine düşünmek işin zor kısmı. Kendi adıma eleştirmenliğin, öncelikle film ile seyirci arasında bir bağ kurma işi olduğunu düşünüyorum. Ancak aynı zamanda sanatın kendisine ve sektöre de dönük olmak zorunda. İyi bir film eleştirmeninin yalnızca tek tek filmlere değil aynı zamanda sinemanın o an içinde bulunduğu estetik/ içerik sıkıntılarına da dikkat çekmesi gerektiğini, bunun ilk soruda bahsettiğim tarih kaydı sürecinin önemli bir gereği olduğunu düşünenlerdenim. Aynı şekilde, sektör içindeki sorunlar (cinsiyetçilik, sansür vb.) da kuşkusuz iyi bir film eleştirmeninin gündemi olmak zorunda. Hem kendimiz hem de bizi takip edenlerin sinema kültürüne dair gelişiminin yolunun bütün bunları bir arada yapmaktan geçtiğini düşünüyorum.

– Sinema eleştirmenliğindeki “beğendim/beğenmedim” yahut “puanlama” anlayışı hakkında ne düşünüyorsunuz? 

Bugün eleştirmenliğin karşı karşıya kaldığı ne büyük sorunun ‘beğenip beğenmeme’, ‘puanlama’ üzerine inşa edilen sosyal medya fenomenliği olduğunu düşünüyorum. Aslında bunu başlatanlar film eleştirmenleri olmadı. Sinefil olarak tanımladığımız sinemaseverler – ki onların bunu yapması gayet normal- sosyal medya hesaplarından listeler, puanlar ve beğeniler üzerine inşa edilmiş bir etkileşim yapısı oluşturdu. İşin ilginç tarafı bu sosyal medya etkileşiminin hatırı sayılır sinema eleştirmenini de cezbetmesi ve hızla bu alanda kendilerini tatmin etme ihtiyacı duymaları oldu benim açımdan. Eskiden ne yazacağını merakla beklediğim kimi genç kalemler, filmin daha bitiş jeneriği akarken ‘ilk’ olmak için twitter’a sarılıp 240 karakterde filme dair yorumlarda bulunmaya başladılar. Eğer bu tür yorumlar takipçilerden ilgi görüyorsa, tuhaf bir haz sarmalı başlıyor ve bir sonraki yorumu da tetikliyor.  Böylece bir bakıyorsunuz yılın her hangi bir zamanında durup dururken “Şimdiye kadar izlediğim filmler içinde 2019’un en iyi 50 filmi” gibi tuhaf listeler çıkabiliyor. Her hangi bir takvime, zaman aralığına ya da ihtiyaca denk düşmüyor ama takipçiniz artık sizden bunu beklediği için alanı boş bırakamıyorsunuz. Listecilik ve yıldızcılık yapmanın kalıcı bir şey olmadığını, etkisinin bir sonraki twit düşene kadar sürdüğünü düşünüyorum açıkçası. Ne diyelim “Twit uçar, yazı kalır!”

– Bunun devamı sayılabilecek bir durum olarak yapımcılara “embedded” ve “PR’cı” eleştirmenlik hakkında fikirleriniz neler?

Embedded” ve “PR’cı” olmakla eleştirmenlik arasında derin bir uçurum olduğu kesin. Dolayısıyla bunlardan biriyseniz, eleştirmen değilsiniz demektir. Öte çok büyük paraların döndüğü sektörlerde büyük yapımcıların, stüdyoların eleştirmenleri bu şekilde kullanması söz konusu olabilir. Örneğin Hollywood’ta. Ama Türkiye’de eleştirmenlik hiçbir zaman gelir getirici bir şey olmadı. Ülkenin ekonomik koşulları ve medyanın durumuna göre kimi eleştirmenlerin dönemsel olarak bazı yapım/ dağıtım şirketlerinde çalışmak zorunda kalması söz konusu olabiliyor. Bu tür zorunluluk hallerinde çok daha dikkatli olmaları gerek tabii ki.

Sinema eleştirmenlerinin sinema sanatına ve sektörüne ilişkin gelişen olaylara karşı ortak tavır alma ihtimalleri var mı?

Türkiyeli sinema eleştirmenlerinin büyük kısmı ve meslek örgütüm Sinema Yazarları Derneği adına bu anlamda alnımızın ak olduğunu söylemek gerek. Emek Sineması eylemlerinden festivallerdeki sansür uygulamalarına, yeni sinema yasasından yargılanan sinemacılarla dayanışmaya kadar birçok alanda hem tek tek hem de dernek olarak ciddi dayanışma gösterildi. Yani sorduğunuz biçimde bu durum bir ‘ihtimal’ olmaktan daha çok ‘gerçek’. Ama mutlaka eksik bıraktığımız, yeterince net tavır alamadığımız olaylar vardır.