Paris Türkiye Filmleri Festivali’nin 17.ncisi 17-27 Eylül tarihleri arasında yapılıyor. Festival Koordinatörü Deniz İnceoğlu amaçlarını, bu yılın programını, pandemi ve sinemaya etkilerini SineBlog’a anlattı.
Festivalin organizatörü ACORT’tan (Assemblée Citoyenne des Originaires de Turquie – Türkiye Yurttaşlar Meclisi) bahseder misiniz?
Türkiyeli Yurttaşlar Meclisi (ACORT), 30 seneyi aşkın bir süredir Fransa’da göçmen hakları için çalışan bir dernek. Azınlık grupların başat topluluklarla eşit haklara sahip olabilmesi ve onlarla yapılan ayrımcılıkla mücadele edilebilmesi için etkinliklerini tüm göçmen gruplara açık bir biçimde yürütüyor.
Festival Paris’te bugün başladı, bize bu festivalin tarihini ve gelişimini anlatır mısınız?
Derneğin, Strazburg’daki Cinéma Odyssée ve Paris Belediyesi’yle birlikte 17 senedir düzenlediği, Paris Türkiye Filmleri Festivali de, sinema aracılığıyla Türkiye’deki ve Fransa’daki kültürel çeşitliliği içinde barındırıyor.
İnsan hakları ve ifade özgürlüğü konularında senelerce emek vermiş bir göçmen derneğinin Türkiye Filmleri Festivali’ni düzenliyor olması, içeriğinin tarafsızlığının ve çoksesliliğinin de garantisi. 2009’dan itibaren kendi festival programımızı aramıza katılan gönüllüler sayesinde hayata geçiriyoruz. 2013’ den beri de aynı gönüllü ekiple her sene büyüyerek devam ediyoruz.
Bize bu yılki programdan bahseder misiniz? Filmleri nasıl seçiyorsunuz?
Bu sene de her sene olduğu gibi Türkiye filmlerine görünürlük sağlama amacı güderek son 2-3 yılın uzun metrajları ve belgesellerinden oluşan bir seçki hazırladık. Festival açılışı Emin Alper’in dünya prömiyerini Berlinale’de yapan Kız Kardeşler filmi ile yapılacak, filmin aynı zamanda Fransa prömiyeri olacak. 2020’de Karlovy Vary de ana yarışmada olan Kıvanç Sezer’in Küçük Şeyler filmi de Fransa prömiyerini yapacak. Bunların yanı sıra Serhat Karaaslan’ın Görülmüştür’ü, Banu Sıvacı’nın Güvercin’i, Ali Atay’ın Cinayet Süsü ve Cenk Ertürk’ün Nuh Tepesi de seçkideki uzun metrajlardan. Bu sene seçkimizde üç tane de belgesel bulunuyor. Pelin Esmer’in Kraliçe Lear ve Aydın Orak’ın Yaşar Kemal Efsanesi filmleri gösterilecek. Bunun yanı sıra Eylem Şen’in, Türkiye’deki Barış İçin Akademisyenler’i konu alan Buluştuğumuz Yer Hakikat Bahçeleri belgeseli de ilgi çeken gösterimlerden biri olacak.
Bir süredir kısa metraj seçkisi göstermiyorduk fakat bu sene kısa metraj filmler için “Fenêtre sur Courts” adlı seansı yeniden düzenlemeye karar verdik. Dört tane kısa metraj göstereceğimiz bu seans aynı zamanda festivalin kapanış gösterimi olacak. Ümit Kıvanç’ın Ah Asuman’ı seçkide olan ve tek başına gösterilecek olan bir başka bir kısa metraj. Her sene seçkimizi gönüllü ekibimizle birlikte oluşturuyoruz. Son senelerde yapılmış uzun metraj, belgesel ve kısa filmleri ekiple birlikte değerlendirip onaylıyoruz.
Bu yıl salgın koşulları nedeniyle özel. Yönetmenler veya oyuncular Paris’e gelmeyecek, çevrimiçi röportaj yapmayı planlıyor musunuz?
Bu sene esasen festival Mart ayında olacaktı. Fakat pandemi dolayısıyla sinemalar ve dağıtımcıların da anlayışıyla Eylül ayına erteledik. Türkiye’den AB’ye olan sınırların kapalı olması sebebiyle konuklu gösterimleri yarı online yarı fiziksel yapmaya karar verdik. Böylece, filmler salonda gösterilecek, ardından soru-cevap için Skype üzerinden konuklara bağlanılacak.
Fransa’da yaşayan konuklarımız fiziksel olarak gösterimlere katılabilecek. Bazı seansları hem Skype üzerinden yönetmenlere bağlanarak hem de Paris’ten katılacak konuklarla gerçekleştireceğiz. Örneğin Ah Asuman’ın yönetmeni Ümit Kıvanç gösterime Skype üzerinden bağlanacak ve Fransız gazeteci Guillaume Perrier bu seansı modere edecek. Ayrıca Görüşmüştür’ün yönetmeni Serhat Karaaslan ve Toz Olmak’ın yönetmeni Hüseyin Aydın Gürsoy gibi Paris’te yaşayan Türk yönetmenler de filmlerini tanıtmak ve soru cevap yapmak için aramızda olacaklar.
Festivalin seyircisi kimler – sinemaseverler, Fransızlar ve Türkler? Ve bu festival Türkiye’yi ve onu oluşturan kültürel çeşitliliği (Fransızlar için) daha iyi tanımaya ve anlamaya nasıl katkıda bulunuyor?
Festivalimize 5 yıldan fazladır Le Brady ve Le Louxor ev sahipliği yapıyor, ikisi de dünya sineması severlerden oluşan geniş bir izleyici kitlesine sahip efsanevi Paris mekanlarından. Festival izleyicileri, bu iki mekanın müdavimleri, sinema öğrencileri, öğretmenler, emekliler, dünyanın dört bir yanından sinemaya ilgi duyan sinefiller ve Ile-de-France sakinlerinden oluşuyor.
Yıllar içinde çeşitli sosyo-ekonomik gruplardan seyircilere eriştik, 2000 kadar seyircimizin yaklaşık %55’i Türkiye kökenli olup Paris ve civarında ikamet edenler, %35’i Fransız. İzleyicilerimizin geri kalanı, farklı ülkelerden gelen ve Türkiye’yi ve filmlerini keşfetmek isteyen Parisli sinemaseverler.
ACORT olarak her zaman kültürlerarası etkileşim projelerine katkı sunuyoruz. Arzumuz ve çabamız, her yurttaşın kültürel kimliğini diğer kültürel kimliklerden ayırmaktan çok, bütünü zenginleştirdiği görüşünde birleşen demokratik bir toplumda birlikte yaşamayı özendirmek. Sanıyoruz ki festivalimiz, kültürleri, hikayeleri birbirine tanıtmayı ve ortaklıklarımızı, mecra olarak çok kuvvetli olan sinema dili üzerinden göstermeyi başarıyor. Dahası, bunu mekanı ve zamanı paylaştığımız (ki bugün için olağanüstü ve üzerine düşünülmesi, çoğaltılması gereken) bir pratik, filmlerin ardından oyuncu ve veya yönetmenler ile sohbet edebildiğimiz bir deneyimle gerçekleştiriyor olmamız da çok kıymetli. Ki, bu deneyim de yine 10. bölgenin kozmopolit karakterine çok uygun.
Bir gün Covid-19 engelini aşacağız, Covid sonrası sinema sektörünün nasıl şekilleneceğini ve sinemalara olan ilginin nasıl olacağını tahmin ediyorsunuz? Sinema salonları sinema için vazgeçilmez yerler midir? Ayrıca Covid-19’dan bağımsız olarak, filmlerin gittikçe daha fazla çevrimiçi akışla yayınlandığı bir süreçten geçtiğimizi görüyoruz. Bu durumda, sinema salonları nasıl bir medya / halka açık görüntüleme pratiğine dönüşecek?
Sinemalar tabii ki film izleme deneyimi ve bu deneyim paylaşımı açısından, mekânsal olarak vazgeçilmez. Bu deneyimin en büyük parçası olan sinema salonları elbette korunmalı ve özellikle böyle bir süreçte maddi olarak ayakta kalmaları için desteklenmeliler.
Aslında sinema endüstrisinde dağıtım/gösterim açısından zaten var olan değişimler pandemi ile ivme kazandı diyebiliriz; belki on yıl sonra olacak şeyler, şimdi oluyor. Online platformların sinema salonları üzerindeki tehdidi daha da arttı, salonda izlenen film sayısı daha da düştü. Dolayısıyla sinema salonlarının batış süreci de hızlandı. Sinema çok uzun vadeli bir sanat alanı. Dolayısıyla bir filmin 3-4 hafta vizyonda kalıp gitmesi, bu şekilde işlemesi bence zaten başlı başına problemli. Bir filmin modası geçiyor mesela; bir yerde ödül alıyor, herkes izliyor ve film yok oluyor sonrasında. Çok hızlı tüketiliyor. Şimdi sinema salonları, festivallere yönelecek gibi duruyor, böylelikle her festival kendi kürasyonunu yapacak, seçkisini hazırlayacak, yani program sinemacılığı öne çıkacak gibi duruyor. Bu tür bir sirkülasyonla sinemalar ayakta kalabilir.