“Sinema tarihinin en rahatsız edici filmi” denen Srpski Film’in senaristi Aleksandar Radivojevic, Türkiye’de ilk kez SineBlog’a konuştu ve “Post-Yugoslavya Pornoir” olarak tanımladığı filmin küresel, yerel, sosyo-ekonomik, sanatsal boyutlarını analiz etti.

– Türkiye’de filmi izleyen herkes, senin ve yönetmen Srdjan Spasojevic’in “zihin yapı”nızı merak ediyor… “Çılgın” (!) mısın, yoksa “cesur” mu?  Senin için ikisi arasındaki fark nedir?

Belki çılgınım, ama yine de kendimi tanıdığım en normal insanlardan biri olarak görüyorum(!). Muhtemelen bu filmin algısındaki “iğrençlik”, hedeflediğiniz belirli bir fikri kanıtlamanıza yardımcı oluyorsa yaratıcılık bağlamında, kurgu veya sanat açısından gösterebileceğiniz hiçbir şeyin yasaklanmaması ve her şeye izin verilmesi gerektiğine dair köklü inancımdan geliyor. Bana öyle geliyor ki, bu inancım, özellikle nispeten yakın zamanlarda pek çok kişi tarafından paylaşılmıyor. Günümüzde genel anlamda film izleyicileri, sinemanın neyi temsil ettiğini; 70 ve 80’ler ve hatta 90’lar boyunca neleri içerebildiğini açıkça unuttular. Ana akım stüdyo filmleri tarafından ve aynı zamanda ana akım festivallerden ne tür içerik beklemeleri gerektiği konusunda da başarılı bir şekilde berbat edildiler. İçerik artık son derece sınırlı; tematik ve estetik sınırlar ratingleri ve dolayısıyla piyasaya sunumu belirleyen politik doğruculuk standartları tarafından açıkça çizilmiş durumda. Bu standartlara uymayan herhangi bir içerik artık “çılgın” veya “cesur” olarak kabul ediliyor. Yani, bugün bir film yapımı yolculuğuna çıkmadan önce, kendinize “çılgın olacak kadar cesur muyum?” veya “cesur olacak kadar çılgın mıyım?” diye sormalısınız.

-Birçok kişinin aksine, Sırpski Film’i çok politik bir film olarak görüyorum, tam olarak söylersem “kötümser bir Post-Yugoslavya sendromu filmi”. Buna katılıyor musun? Senaryo yazarı olarak görüşlerini merak ediyorum. Ve filmin “türünü” (genre) nasıl tanımlıyorsun?

Gerçekten de çok politik bir film, Pakula’nın “The Parallax View” ya da Pasolini’nin “Salo”su anlamında politikten başlayıp – aynı zamanda bu iki filmin türlerinin bir kombinasyonu da olabilir- neonoir, komplo, gerilim, grotesk, korkunç bir “de Sadian kabusu” ve hiciv. Pornografinin yapısal olarak tüm bu unsurlar için bağlayıcı bir doku olarak kullanıldığı da göz önüne alındığında, Srpski Film’e en uygun tür tanımının PORNOIR olacağını düşünüyorum. Buna politikayla birlikte yürüyen psikolojik yönün deseni olarak Alan Parker’ın Angel Heart’ını da (ki bu kişisel olarak tüm zamanlar favorimdir) bir tutam ekleyebilirsiniz.

“Post-Yugoslavya sendromu” ile ilgili olarak kesinlikle haklısın. Bir ülke olarak, diğer tüm eski Yugoslavya Cumhuriyetlerinin de yaşadığı aşılmaz hastalık olan Yugoslavya’nın parçalanmasının neden olduğu aşırı travma sonrası stres bozukluğuyla hayatta kalmak için hala mücadele ediyoruz. Srpski Film’de Yugoslavya’dan doğrudan bir bahis yok ama kesinlikle huzursuz bir ruh gibi, kıyamet sonrası karakterlerinin birlikte yaşadığı bir “kayıp cennet” gibi üzerinde duruyor. Hepimiz parçalanmış bir bütünün yabancılaşmış bölgelerinde yaşıyoruz. Tek başına bu gerçek, hem sosyal hem de ekonomik olarak tamamen parçalanmadan ya da kendi kendini yok etmeden önce kolektif kimliklerimizi düzeltmeye ve talihsiz durumumuza adapte olmaya çalıştığımız için varlığımızı ve kafa karışıklığımızı yönetiyor. Filmdeki mevcut tüm kötümserlik ve melankoli, çoğumuzun hala başarılı bir şekilde kavrayamadığı, o kadar basit olmayan işte bu gerçeklerden kaynaklanıyor.

– Belki çok sorulan klasik bir soru ama mesajını iletmek için seni bu kadar sindirimi zor metaforları kullanmaya mecbur hissettiren ne oldu?

Çoğu insanın cahili olduğu uç bir fikri kanıtlamaya çalıştığınızda, bunu aşırı yollarla yapmanız gerekir. Günümüzde, birisinin sizi dinlemesini istediğinizde, sadece omzuna dokunamazsınız, kafasına bir çekiçle vurmanız gerekir. Ben genel olarak bu tür bir stratejiye inanıyorum ama aynı zamanda bir tür (genre) meselesi. Pornografiyle çerçevelenmiş çağdaş bir hiciv korku noir yaparken, işe yaraması için gerçekten korkunç ve korkutucu hale getirmeniz gerekir. “Bıktırıcı tür metaforları”na güvenmemelisiniz, daha önce görülmemiş bir şey göstermeniz gerekir.

Muhtemelen bahsettiğin “sindirilmesi en zor metafor”, “newborn-porn”… Fakat bu bizim için, kesinlikle “şimdiye kadarki en aşağılık ve iğrenç şeyi düşünelim” meselesi değildi ve eğer gerçekten öyle yapsaydık ne ortaya çıkarabileceğimizi görmek istemezdin. Devletimizin ve halkımızın kendini bulduğu nahoş ve rahatsız edici ulusal çıkmazın en tam ve kesin örneğiydi. Bu metaforlar özellikle kendi kuşağımıza hitap ediyor: “Doğar doğmaz, derhal “becerilirsiniz”; akılsız kanlı savaşlarında sizi top mermisi olarak kullanan ve “ulusal çıkar” kisvesi altında sayısız diğer karanlık gündemleri olan güçler tarafından geleceğinizden yoksun bırakılırsınız. Her şeyden öte, sistematik olarak sizi suistimal eden baskıcı otoriteler, kendilerini “insancıl” ve “küreselci” olarak tanımlayan, dışarıdaki daha da büyük baskıcı güçler tarafından kontrol ve manipüle edilir. O güçler temelde her şeyi kontrol eder – siyasetinizi, ekonominizi, kültürünüzü ve yaptığınız filmleri… Bu filmlerin, daha yüksek otoritenin sizi, kurbanını nasıl gördüğüne ve başkalarının sizi nasıl görmesini istediğine dair tekil bir resim çizmesi gerekir. O nedenle bize, Avrupa üçüncü dünyasının eteklerinde yaşayan yoksul, zihinsel olarak yetersiz köylüler hakkında estetik açıdan beceriksiz, yaratıcılığı iflas etmiş, acıklı, sakarin küçük hikayeleri olan filmler yapmamızı dikte ediyorlar. Kulağa çok Burroughsian geliyor, değil mi? Bu bizim kendi ulusal “Naked Lunch”ımız, ama aynı zamanda gerçekliğimiz. Son otuz yıldır bunu yaşıyoruz.

– Filmin adı “Sırp Filmi”; fakat tüm dünyadaki sömürü, şiddet ve savaşları düşünürsek aslında son derece evrensel bir film değil mi sence de? Örneğin, dünyadaki her şiddet zaten “küçük olanlarla başlar” (ve biter) diyebilir miyiz?

Filmin temaları ve anlamı başından beri evrensel olmak amacındaydı. Tüm dünya nüfusu, küresel kapitalizmin özellikle agresif gerginlik etki alanı altında yaşıyor. Sömürü, şiddet ve savaşlar, küresel kapitalist saltanatın talihsiz yan ürünleri ve ticaretinin araçları. Sırbistan sadece, bu tutumun ve etkilerinin en açık şekilde görülebildiği, Tanrının terk ettiği bir çevre ülkesi. Liberal kapitalizmi çıplak temellerine yönlendiren ve her yerde mevcut olan, doğası gereği yozlaşmış bir politik sistemi kaldırdığınızda, şiddetli pornografiye çok benzer. Sistemin ürettiği baskı, gölgeli yer altı-pornografisindekiyle aynı baskıdır. Buradaki pornografi, yaşamın, yaşamın kendisinin, modern yaşamın metaforu. Sırbistan’da ve dünyanın geri kalanında yer alan diğer “talihsiz” ülkelerdeki yaşamın metaforu. Şiddetli liberal kapitalist makineye bir kez girdikten sonra, kendi sömürünüzün sonsuz döngüsü olan kıyma makinesine atlamış olursunuz. Tüm sömürü biçimleri her zaman “küçük olanlarla başlar” ve daha sonra büyük avlara geçer.

– Filmi karamsar bulduğumu söyledim. Şimdi, 10 yıl sonra, Sırbistan ve dünyada durumun hala kötü olduğunu düşünüyor musun? Yapacak bir şey yok mu?

Hala kötü mü? Senin de görebileceğin gibi, daha da kötü. Srpski Film 10 yıl önce ortaya çıktığında çoğunlukla yanlış anlaşıldı. Fakat şimdi dünyaya bir baktığında, küresel felaketli siyasi iklimi sayesinde, filmimizin hala “dışarıda” ve makul olmayan bir şekilde acımasız veya kötümser göründüğünü söylemek için patolojik bir iyimser olmalısın. Aslında, sosyal ve siyasi kaosun kutuplaşma ve kargaşaya hızlı bir şekilde yönelmesiyle “medeni” dünyanın geri kalanı artık Sırbistan’a benziyor, demokrasisinin yanılsaması yavaş yavaş sıyrılıp buharlaşıyor. İronik olarak, sürekli bozulmamızın otuz yılı boyunca, aslında kendi düşüşümüzde “ilerici” olduk. Artık anormal bir sosyo-politik avangardız, talihsiz kaderimiz dünyanın geri kalanına peygamberlik ediyor. Aynaya yakından bakın, biz neye dönüştüğünüzüz, geleceğiniziz. Bizim durumumuza düştünüz. Beklenmedik bir şekilde Sırbistan “küreselleşti”, tersi değil!

– Senaryoyu şimdi yazsaydın herhangi bir şeyi değiştirir miydin? Evet ise, mesela neleri?

Her zaman film için doğru olanı, anlattığım hikayeyi, yarattığım dünyayı düşünürüm. Yani benim açımdan sertlik ya da ne kadar ileri gitmek istediğime dair bir hesaplama yok, sadece fikrimi ifade etmek için en uygun olanı seçerim. Öykü içinde çok fazla değişiklik yapmazdım. Belki birkaç teknik şey, orada-burada birkaç karakter detayı, ama çok büyük bir değişiklik değil.

– Bana göre, Srpski Film’deki çok bilinen tartışmalı sahnelerin oldukça stilize ve gerçekçi olmadığı açıktı. Ancak ezici çoğunluk bu sahnelere takılıp kaldı. Filmdeki şiddet ve yetişkin içeriğin mesajını görünmez kıldığını düşünüyor musun? “Şok ve dehşet”le, biçimde sıkışıp kalan ama içeriği yorumlamaktan kaçınan apolitik insanlar olduğumuzu yüzümüze çarpmak istediğini düşünmüşümdür. Niyetin bu muydu?

Filmin tamamı kasten stilize edildi. Filmde gerçekçilik değil, olması gerektiği gibi artırılmış bir sinematik gerçeklik var. Hiciv, fikri aktarmak için önemsiz olanın abartılmasıdır – “hayat pornodur, işin seni becerir vb.” Yani, tür açısından, noir korku hiciviyle uğraşırken, şok ve dehşet dilin bir parçasıdır ve incelik pencereden dışarı çıkmak zorundadır. Her zaman türü aşan stilize, etkileyici, barok filmler yapmak istedim. Öte yandan, sosyal gerçekçilik Balkan Sinemasında görkemli bir şekilde finanse edilen baskın bir tür. Bu yüzden özellikle sosyal gerçekçilikten kaçınmak istedik. Balkan Sineması geleneksel olarak görsel ifadede düşüktür, anlam olarak fazlasıyla “tek nota”dır ve acınası bir biçimde yuvarlanır durur. Srpski Film belki o tarzda yapılsaydı, insanlar daha fazla ciddiye alacaktı. Çünkü alışık oldukları şey bu, ona tepki vermek için eğitildiler: belgesel tarz otomatik olarak ince ve ciddi bir şeyi ifade ederken, dokunaklı gerilim / korku türü duygusal sömürü anlamına gelir. Bence bu temelde yanlış. Aslında, bir tür filmi izlerken, seyirciler kendiliğinden eğlenceye eğilimli bir transa girerler, bu yüzden bilinçaltılarına koyabileceğiniz yıkıcı fikirlere çok daha açıktırlar. Harika bir film kuramcısı olan Robin Wood bunu yazdı. Ancak o şimdi yapılan filmlerle değil, 70’lerin çok katmanlı ve kışkırtıcı filmleriyle ilgileniyordu.

Bu anlamda, kesinlikle haklısın – çoğu insan sadece doğası gereği apolitik değildir, aynı zamanda çağdaş sinema (hem ana akım hem de arthouse) onları biçimi içerikten ayıramaz hale getirdi. Bir tür filmi izliyorlarsa, sadece eğlence olmalı; belgesel tarzı bir drama ise içeriği ciddi olmalı. Filmimiz işte bu yanlış ön yargılara meydan okumak için yapıldı.

– Bir röportajında sinemadan ilham kaynaklarını Roman Polanski, Brian De Palma, William Friedkin gibi “Post-Vietnam Sendromu sinemacıları” olarak sayıyorsun. İlham kaynağı olarak Pier Paolo Pasolini’nin “Salò ya da Sodom’un 120 Günü” gibi son derece politik kült filmlerine ne dersin? Sinemadan veya başka yerden, sana başka ne ilham verdi?

De Palma’nın filmlerinin Pasolini’den daha az politik olduğunu düşünmüyorum, hatta Hollywood’taki gücünün zirvesindeyken yaptığı filmlerin çoğunluğu politik bence. Biçim ve içerikle ilgili olarak bahsettiğimiz gibi Palma’nın filmlerindeki politik içerik tür çerçevesine akıllıca gizlenmiş durumda.

Evet, daha önce de söz ettiğim gibi, “Salo”nun kavramsal olarak hicivsel vahşeti ileri götürme noktasında benzer olduğunu söyleyebilirsin. Ama tür açısından, ben bizim filmi denklemin noir-gerilim-korku kısmına daha çok yaklaştırırdım. Örneğin, Schumacher’in “8MM”sini al – ikinci yarısında kesinlikle oldukça geleneksel bir “Hollywood programatiği”ne dönüşür, ama ya dönüşmeseydi? “Snuff” üretimi sadece kiralık izole bir iş değil, ciddi, görkemli bir şekilde finanse edilen bir üretim halkası olsaydı ne olurdu? Nicolas Cage karakteri “snuff” üretimine yardımcı veya sahte bir destekçi olarak gizli kalmayı seçse ve gerçekten olaya karışsa, daha sonra dışarı çıkamayarak bu yeraltı ahlaksızlık çukuruna daha da batsa ne olurdu? İşte “Se7en”ın senaristi Andrew Kevin Walker’ın senaryosunu kaleme aldığını bilerek fragmanı izlediğimde tam olarak görmek istediğim film buydu! Ama onun yerine, sulandırılmış bir örnek izledik. Yalnızca Srpski Film, o zamanlar kafamda kurduğum en doğru örneğe çok daha yakın. Filmimiz, kısmen, Amerikan gerilim sinemasının doksanlı yılların sonunda bir tür olarak nereye gitmesi gerektiğine dair vizyonum. Ancak Amerikan gerilimi ne yazık ki politik doğrucu, maceradan yoksun bir kabartılmanın güvenli bölgesine tam yol ilerledi. Sonra 9-11 oldu ve ana akım Hollywood Sinemasının bu damarı ve ilginç olan her şeyi öldü, gitti. Ve asla da iyileşmedi.

Sinema alanında bana ilham veren diğerlerine gelince,  -eğer hala ölmediyse ve Dünya Ticaret Merkezi’nin molozları altına gömülmediyse bile- Hollywood’un yapması gereken şeyi yapan Güney Kore sinemasının, Takashi Miike ve Sion Sono gibi Japon sinemacıların bende yeri vardır. Geç dönem Polonyalı büyük sinemacı Andrzej Zulawski de Avrupa sinemasının hala en iyi muhafaza edilen sırrı olarak onurla yad edilmelidir. Sinematik etkilerin dışında Ambrose Bierce, Theodore Roszak, James Ellroy ve erken dönemindeki Clive Barker gibi yazarlar her zaman benim ilham kaynaklarım olacak. Çizgi romanlar alanında Grant Morrison (The Invisibles, The Filth, Nameless), Garth Ennis (Preacher, The Boys, Punisher) ve Warren Ellis (Transmetropolitan) gibi yazarlar önümüzdeki dönemlerde, her şey yolunda giderse, kablo TV’de ve  Netflix-Amazon gibi platformlarda durmadan yeniden uyarlanacak gerçek vizyonerlerdir.

– Filmin oyuncu kadrosunu oluşturmakta çok zorlanmadığınızı, Sırbistan’ın ünlü aktör ve aktrislerini  filme katabildiğinizi okumuştum. Ancak post prodüksiyon aşamasının çok zor olduğunu düşünüyorum. Hangi problemlerle karşılaştınız? Ve genel olarak, şimdi Sırbistan’da bir film yapmak ne kadar zor?

İster inan ister inanma, post prodüksiyonu Sırbistan’da değil, Almanya’da yapmayı planlıyorduk. Filmin 35 mm’ye basımını yapmak için anlaştığımız şirket çalışanları, filmi gördüklerinde korktular. Gerçek “snuff” filmi olduğunu düşündüler ve yerel polisle temasa geçtiler. Bu saçmalığa inanabiliyor musun, 35mm’ye gerçek bir “snuff” filmi bastırmaya çalıştığını iddia ettikleri yönetmen Srdjan’ı tutuklamak istediler. Onlara filmde gerçek insanlar değil, protez mankenler kullandığımızı ve Srdjan’ın gerçek bir “snuff” film çekmiş olsaydı, 35 mm’ye baskı yapmaya çalışacak kadar aptal olamayacağını açıklamak biraz zaman aldı. İkna etmek zor oldu ama sonunda iddialarının çok fazla zorlama ve muhtemelen aptalca olduğunu kabul ettiler. Tek pürüz, parası zaten ödenmiş olan 35 mm’lik baskıyı yok etmeyi talep etmeleriydi! Avrupa’nın “demokrasi ve özgürlüğün kalesi” olan modern Almanya’da, Srdjan, onları durdurmak için hiçbir şey yapamadı ve filmin baskısı imha edildi. Şaka gibi ama görünen o ki, Almanya’da filmleri yakmanın modası asla geçmiyor.

Srpski Film’in yönetmeni Srdjan  Spasojevic ve senaristi Aleksandar Radivojevic

Sırbistan’da bir filmi finanse etmek her zaman olduğu gibi zor. Çünkü devlet finansmanı ile sınırlı ve devlet her zaman sağlam üslup kimliği ve tematik geçerliliği olmayan omurgasız küçük sanat filmlerini tercih etti. Çünkü, aksi takdirde birileri rahatsız olabilir… Devlet Film Kurumundaki yönetimin değişmesi sayesinde durum son birkaç yılda biraz iyileşti, bu yüzden aynı eski “olağan şüpheliler” yerine yerel film yapımcıları arasından bazı yeni seslerin desteklenmesine ve tür çeşitliliğine daha açık hale geldi. Yine de kültür için devlet bütçesi gülünç derecede düşük olduğundan, normal bir düzeyden oldukça uzak.

– Srpski Film’den sonra hangi projelerde yer aldın? Bunu soruyorum çünkü Türkiye’deki hayranlarınız veya nefretçileriniz (!) adınızı neredeyse hiç duymadılar. Ve yakında hangi projeleriniz olacak?

Srpski Film’in elde ettiği tüm uluslararası görünürlük ve büyük popülerlikten sonraki on yıl inanılmaz derecede zor oldu. Sırbistan’da neredeyse herkes tarafından nefret edildi ve küfredildi. Bu yüzden bir sonraki projemiz için devlet fonu almayı hayal bile edemedik ve devlet fonu olmadan da potansiyel yabancı destekçiler bize yardımcı olmak için hiçbir şey yapamadılar. Bir yanda usta sinemacı William Friedkin’in Venedik Film Festivali’nde Yaşam Boyu Başarı ödülünü alırken, Srpski Film’in ne kadar harika olduğunu ve nefret edenlerin salonu terk etmesi gerektiğini anlattığı konuşması var, diğer yanda Sırbistan’da bunu tamamen reddeden yetkilileriniz var.

Srdjan, Srpski Film’in devam filmi “Whereout” için ABD’ye gitti, ama hiçbir şey olmadı. Marilyn Manson’un (kendisi Srpski Film’in bir numaralı hayranı aynı zamanda) Tanrı rolünü oynadığı başka bir hiciv korku senaryomuz var ve Belçika’dan bazı destekçiler bulduk, ancak Sırbistan’dan hala devlet desteği yok.

Sadece birkaç yıl önce, yetenekli yönetmen ve FX süpervizörü Borisa Simovic ile, bir şekilde devlet desteğini almayı başaran, Nikola Tesla hakkında bir fantezi-western senaryo – Luminous- yazdım. Önümüzdeki yıl çekimlere başlanacağını umduğum uluslararası bir yapım. Yine ortak yazarı olduğum başka bir vahşi, hicivli gençlik komedisi için de aynı şey geçerli.

Son olarak da benim ilk yönetmenliğim olacak yarım saatlik çağdaş bir bilimkurgu korku masalı “In Touch” için bir destek buldum. Srpski Film’deki temaların daha lirik bir genişlemesi şeklinde ve neredeyse bitti.

– Bir “paparazzi” sorusuyla bitirmek istiyorum: Yönetmen Srdjan Spasojevic neden sosyal medyada değil?

Srdjan, idolleri Clint Eastwood ve Chuck Norris’in aksine, kendine özgü, eski kafalı bir karakterde. Sosyal olan her şeyi hor görür, medyaya tükürür ve azarlar. Ama onunla şahsen tanışırsan çok arkadaş canlısıdır.