Cyrus Nowrasteh’in yönetmenliğini yaptığı ve beyaz perdeye taşındığı ilk günden itibaren konusuyla dikkatleri üzerine çeken bu film, ne yazık ki zengin Acem oyuncu kadrosuna rağmen sınıfta kalıyor. Shahreh Aghdashloo, Mozhan Marno, Navid Negahban gibi oyuncuların yetenekleri su götürmez bir gerçek olsa da; film, karakterleri oldukça yüzeysel bırakarak sonuca odaklanan bir senaryo izliyor. Bu yüzden de filmi izlerken ne bu yetenekleri net bir şekilde görebiliyoruz, ne karakterleri tanıma şansı elde edebiliyoruz, ne de o dönemin siyasi ve sosyal olayları hakkında net bir fikir sahibi olabiliyoruz. Zaten Kuhpaya, İran’da geçen bu “olayın” İran yerine Ürdün’de çekilmesi de mekan açısından bir eksiklik ortaya çıkarıyor.

Soraya’yı Taşlamak filmini teknik açıdan pek başarılı bulmasam da “konu” etrafından baktığımda karşıma etkileyici bir film çıkıyor. Kadınları ikinci plana atan bu “ataerkil” düşünce yapısının son derece tehlikeli bir hal alabileceğini, insana insan olduğu için değil, cinsiyetinin olduğu için değer verilmesinin yanlışlığını, “radikal islamcılığın” veya radikal olan her şeyin insana nasıl zarar verebileceğini tüm dünyaya göstermek açısından başarılı bir “farkındalık” filmi. En önemlisi de pek tabii bu filmin “gerçek” olması.

Müzikler açısından kanımca başarı yakalayan Soraya’yı Taşlamak filmi, arabasının bozulması üzerine bir Fransız gazetecinin şehre gelmesiyle başlıyor. Şehirde, Zehra’nın çabasıyla, Zehra’dan olayların nasıl geliştiğini öğrenen bu gazeteci arkadaşımız da duydukları karşısında “şok” geçiriyor. Sırf başka bir kızla evlenebilmek için karısına iftira atan Ali, kendi annesine ve neredeyse kendi kız kardeşlerine düşman kesilen erkek çocuklar, filmin ilerleyen dakikalarında: “Ağızlığı sokak hayvanlarına değil, siz kadınlara takmaları gerekiyormuş.” diyen İbrahim, “el alem ne der” anlayışına bağlı kalıp kendi hayatını kendi kurallarına göre yaşayamayan kadınlar da günümüzdeki radikal İslam ülkelerine güzel bir vurgu niteliği taşıyor aslında. Kadının değersiz olduğu; sözlerinin ikinci planda bile kalamayarak bir hiç sayıldığı o dönemde kocasına direndiği için yaşıyor Soraya yaşadığı her şeyi.

Fakat unutulmasın ki;  Soraya’yı taşlarken, o masum bedenden(!) geriye iki şey bıraktınız: İlki, kazdığınız çukurdu -ki o çukur zihninizdeki dipsiz karanlığın ta kendisi. İkincisi de, attığınız taştı -bu taş da sizin vahşetiniz.