İnsan ne ki, kendini temiz sanıyor?

 

Reha Erdem’in yazıp yönettiği hem tanıdık, hem yabancı bir film Kosmos. Bir kaçış öyküsüyle başlayan ve yine bir kaçış öyküsüyle sona eren, ölüm ve yaşam, insan ve hayvan kavramları arasında gidip gelen, soruların ve sorgulamaların filmi.

Filmimiz Kars’ta geçiyor. Kars bambaşka bir şehir, başlı başına büyülü bir atmosfer zaten. Şehrin meydanındaki saatin olduğu yerde takılı kalması, Kosmos’un şimdiki anı işaret etmesine göndermedir. Zaman devinebilmek için önce ve sonralara ihtiyaç duymaktadır. Kosmos’un o şehre gelmesi bir şeyin başlangıcı değildir, muhtemelen daha önce de yaşanmış bir şeyin tekrarı, yinelenmesidir.

Filmde ilk çekici unsur isimler. Filmde ismi olan ve olmayan figürlerin üzerinde durmak istiyorum. Kars’ın sınırındaki köylerinden birine gelen bir yabancı yahut dengini bulduğunda adı Kosmos, sokakta Battal. Bu yabancı bir yandan Nietzsche’nin üstün insanının post modern bir yorumu, diğer yandansa şamanist bir derviş..

Filme ve ana figüre (Battal’a) ismini veren Yunanlıların evreni ifade etmekte kullandıkları Kosmos sözcüğü; dizmek, hazırlamak, savaşta birliklerin düzenlenmesi, anlamlarına gelen kosmeo fiilinden türetilmiştir. Battal işsiz güçsüz, avare anlamına gelirken, Kosmos kaostan sonra gelen düzen, doğru olan anlamına gelmektedir. Yani insanlık ona işsiz güçsüz diye etiketlerken o kendisine çok daha farklı bir anlam yüklemiştir. Yunanlılar için kosmosun anlamı sadece düzen değil, dinsel saygınlık, yücelik ve devlet düzeni anlamlarını da içerir. Günümüzde ise sözcük yaşadığımız evren olarak da kullanılmaktadır.  Kosmos şehre girer girmez nehirde boğulan küçük çocuğu kurtarır ve mucize yaratan insan olarak hemen kabul görür şehirde. Çocuğun ablası kendisine Neptün ismini vermiştir ve anlamı Yunan mitolojisinde bilinmeyen saf güzellik anlamına gelmektedir. Kosmos ile Neptün arasında tuhaf bir yakınlaşma olur, kuş bağırışlarını taklit ederek sanki gölgeleriyle buluşurlar. Düzen ve uyumu simgeleyen Neptün’ün karşısında Kosmos olan Battal; onun sayesinde saf güzellik ile tanışmıştır. Neptün aslında bir hayat figürüdür. Reha Erdem’in kadında gördüğü güzellik, sıkışmışlık ve acının tezahürüdür.

“- Güzeller güzeli; yüreğim şimdi bak, parmaklarımdan damlayacak. Şimdi bak, içimin oynaması benden rüzgar çıkaracak. Sen, sen, senin adın var mı?
– Adım, Neptün olsun.
– Senin adın Neptün olsun, benim de Kosmos. Sol elin başımın altında olsun, sağ da beni kucaklasın
.

Kosmos’u tanımlamaya çalışmak her izleyeni bambaşka bir sonuca götürebilir. Hem hırsız hem yardımsever bu adamın davranışsal alışkanlıkları hayvani bir içgüdüden besleniyor gibidir. Hayvani içgüdü terimini esas olarak kötücül bir kavram gibi algılamakla beraber, Reha Erdem bunun tam tersini düşünüyor ve anlatıyor. Kosmos, sadece sevmek, çay içmek ve kesme şeker yemek istiyor.Kosmos saf bir âşık. Kosmos hastalıklara deva fakat Kosmos bir çözüm değil. Kosmos sadece kavramsal bir katalizör. Aslında film ilerledikçe Kosmos’un bu tür sıfatlardan hiç birini tam anlamıyla hak etmediğini görüyoruz. Reha Erdem yapıyı kurduğu gibi sökmeyi de iyi biliyor ve sonunda Kosmos yarattığı dünyanın içerisinden olduğu gibi çıkarak başka bir şehre doğru kaçıyor.

Kosmos filminde insan-hayvan arasındaki ilişki daha üst bir boyuta çıkar. Kosmos, kuşlar gibi ses çıkarır, yüksek ağaçlara tırmanır ve filmin diğer önemli karakteri Neptün ile kuş seslerine benzer çığlıklarla ilişki kurar. Film süresince araya giren kesimhanede bekleyen hayvanların gözlerine ait görüntüler, hem ifadeyi güçlendirmekte hem de acı çeken insanlarla, kurban imgesi arasında bağlantı kurulmaktadır.

Deleuze ve GuattariKafka metinleri üzerinden ‘hayvan-oluş’a gönderme yapar[1]. Kafka metinlerindeki hayvanlar, herhangi bir mitolojik hayvana veya örneklere göndermelerde bulunmaz. Kafka’nın Dönüşüm kitabında Gregor, hamamböceği olur; yalnızca babasından kaçmak için değil, babasının bir çıkış yolu bulamadığı yerde çıkış bulmak için, müdürden, ticaretten, bürokratlardan kaçmak için ve sesin uğuldamaktan başka bir anlam ifade etmediği yere ulaşmak için hamamböceği olur. Reha Erdem sinemasındaki hayvanlara atfedilen rolde, karakterlerin kaçış mücadelelerinin aracı konumuna gelir.

Film izleyiciyi kasvetli, karamsar bir havaya sokuyor. Gece izlenmesi de pek tavsiye edilmiyor benim açımdan. Zaman zaman film kimi izleyiciyi rahatsız edebilecek noktaya kadar ulaşabiliyor. Kosmos filmi kimlik, aidiyet veya temsil ilişkileri açısından değerlendirilebilecek bir söylem içermiyor. Kosmos, dayatılan zaman kodlarına sıkışmış ve bu sıkışmışlığı aşmaya çalışan biri değil, sınırın her iki yanını -diyalektiği- bilen bir seyyah.. Zaten Kosmos belirsizliklerin, eksikliklerin, farklılıkların oluşturduğu bütünün de adı değil mi?

Çalışma ve emek üzerine geçen diyalogda Kosmos, “Ben çalışmaya çoktan yüz çevirdim.”der. Yönetmen, izleyiciye Marx’ın Yabancılaşma kavramını anımsatıyor. Doğadaki tüm canlıların hayatta kalmak için yaşadığını, bu doğrultuda yeme, içme ve üreme faaliyetlerinde bulunduğunu görüyoruz. Ancak insan biraz farklı. Doğaya ve sisteme hükmetmeye başladıkça ihtiyacının fazlasına sahip olmaya başlıyor, bu doğrultuda ise tüm doğayı ve kendi türünü sömürmeye başlıyor. Böylece diyalogda bahsedilen insanın özü için gerekli olan yeme, içme ve emeğiyle kendini sevindirme yetmemeye başlıyor ve insan özünden sapıyor.

Özellikle 2000’li yıllar sinemada din ve inanç teması rüzgarının estiği bir dönem olarak nitelendirilmektedir. Bu dönemde Türkiye bakımından, sinemada dinin ele alınış biçiminde de değişiklikler yaşandı. Reha Erdem dini, inanç anlamında kullandığını, içinde maneviyatı barındırmamanın insanı insanlıktan uzaklaştıran bir şey olduğunu ve inançsız insanın film yapmasının da çok zor olduğunu ifade eder. Sinema dili bakımından Reha Erdem filmleri göstermekten çok, duyumsatmaya, hissettirmeye yönelik, bir nevi psikolojik filmlerdir. Yönetmen görüntü ve sesin imge yaratma gücünden yararlanır, özellikle bu filmde belirli bir zaman dilimine yer verilmez.

Zaman ve uzam film boyunca ses ile şekilleniyor. Acının ve soğuğun kendisi bu büyük ve bitmeyen uğultunun içinde görünür hâle geliyorlar. Aynı şekilde zaman ve mekân da ete kemiğe bürünüyor böylece.  Kosmos’da ses büyük bir itina ile kullanılmıştır. Filmin açılış sahnesinden itibaren hiç bitmeyen rüzgâr sesi, bomba ve silah sesleri, hayvanların sesleri ve tabii insanların çıkardığı hayvani sesler filmin kapanış sahnesine kadar devam etmektedir.

Yine müzik filmle birlikte ilerleyen ayrı bir faktör gibi. Filmin kaotik atmosferine çok iyi hizmet eden bilinçli bir post-rock kullanımı olduğunu düşünüyorum. Filmin geçtiği yöreye denk düşen Bu Gala Daşlı Galayı dışarda bırakırsam eğer A Silver Mt Zion ve Rachel’s gibi tür olarak marjinal sayılabilecek grupların soundu filme inanılmaz uyum sağlıyor. Özellikle Kosmos’un şehrin karanlık sokaklarında yürüyüş yaptığı uzun planlı bir sahnenin arkasına yerleştirilmiş olan  Angels Standing Guard Round the Side of Bed, o yürüyüşe eklemlenerek etkileyici bir iz bırakıyor.

Filmin ilk ve son sahnelerinin aynı olması beni biraz farklı hissettirdi. Her şey döngüsellikten ibaretmiş gibi. Ve son olarak aşk konuşmak değildir. Mantık işi hiç değildir. Aşk; kelimelerden arındırılmış ruhun en naif ihtiyacıdır. Ve Kosmos bunun peşindedir.

“Hayatta her şeyde bela şu ki, herkesin başına gelen şey aynı; hem de insanoğlunun yüreği kötülükle dolu ve ömürlerinin devamınca yüreklerinde delilik var ve ondan sonra ölülere katılıyorlar. Çünkü bütün yaşayanlarla beraber olan için ümit var. Çünkü sağ köpek ölü aslandan iyidir. Çünkü yaşayanlar biliyorlar ki öleceklerdir; fakat ölüler bir şey bilmez.”

[1] Deleuze, G. ve F. Guattari. (2008), Kafka:Minör Bir Edebiyat İçin,Ö. Uçkan, I. Ergüden (çeviri), İstanbul:Yapı Kredi Yayınları.