Kimseyle temas etmek istemiyorsunuz, kimseyle göz göze bile gelmek istemiyorsunuz. Belli ki bir süre evden çıkmak gibi bir niyetiniz yok. Yeterli yiyecek ve alkol stoğunuz hazır. Hatta yeterli alkol stoğunuz yüzünden yeterli yiyecek stoğunuz bile yok. Zararlı alışkanlıklarınız, size daha çok zarar vermek adına yerini kapmış durumda. Evinizde size eşlik edecek bir dost olarak evcil hayvanınız, yeterli sohbeti sağlamak adına bir köşede kendine has iletişim şekilleriyle size sinyaller gönderiyor. Hazırsınız. Depresyona girebilirsiniz. E tabii karantinaya da. Bu tip bir durumda ilk adım çoğu zaman yeterli kurgusal eserleri temin etmektir. Kitaplığınızdaki romanlar? Okumaya üşeniyor olabilirsiniz. Netflix? Alkol stoklamayı tercih etmiştiniz… Biraz oyun mu indirseniz? Hayır, asosyal şişko bir gamer olmak için henüz erken. Böyle bir anda, daha önce Behzat Ç. izlemişseniz, sizi tetikleyen anlamadığınız o hissiyat ellerinizi klavyeye götürüverir. İçerisinde her türlü içeriği biraz reklam eziyetiyle barındıran o muhteşem platformlardan birine girip arama yerine şunu yazabilirsiniz: ‘Behzat Ç. 78. Bölüm Sansürsüz’
Bu bölümde, maskülenitenin toksik kırılganlığını aşamamış adamlar, o güne kadar birbirlerinden sakladıkları şeyleri birbirlerine anlatmak için aralarında bulununan kadını taksiyle eve gönderirler. Cinayet büronun içinde, bu kaba saba adamların içerisinde mesleğini icra etmeye çalışan Eda, daha önce ortamda dönen küfürlere ve şiddete katlanamayıp kendini başka bir birime naklettirmesine ve amirinden ‘küfür yok’ sözünü alıp geri dönmesine rağmen, o sırada ortaya dökülecek sırları kaçırmamak adına amirine ‘küfür edecekseniz de sorun değil, kalmak istiyorum’ der. Akbaba devreye girer, ‘Eda varken olmaz abi, rahat edemem’. Eda gider. Bir tane görece kibar ve dört tane yontulmamış adam zararlı bir içecekle sohbete başlarlar. Bir karakterin sevdiği kadının kendisine tecavüz eden birini öldürmesi, bir karakterin suikaste uğramış idealist karısı, bir diğer karakterin konsomatris sevgilisinin hapse girmesi, öbürünün desen bir adet kadın cinayetlerine dikkat çekmek için seri cinayet işleyip ardından kendini öldüren, bir adet gazeteci olduğu için içeride yatan, bir adet de kendisine şiddet uygulayan kocasını öldürmesi üzerine hapiste yatan sevgilileri… ‘Ghetto kente hoşgeldiniz, yok bu yolda first lady!’ Eda, bu ortamda bunları dinleseydi, ilk işi bir feminist örgüte üye olmak olurdu. Senarist, ‘Eda’nın Yolu’ isimli yeni bir dizi projesi başlatmak zorunda kalabilirdi. İyi ki gitmiş. Anlıyoruz ki, Türkiye’nin ‘feministler tarafından en çok duyar yiyen dizisi’ olma dalında dereceye oynayan dizinin, aslında en çok gösterdiği şeylerden birisi, meğer kadının cinnetiymiş.
Hiç izlememiş olanlar kaygılanmasın, dizi cinsiyetçilik üzerine kurulmuş değil. İnanmazsınız, en azından ilk sezonlarda, bir eşcinsel ve bir siyahi, eşcinsel siyahi, siyahi panseksüel, transseksüel ama eşcinsel ve diğer yandan da aslında bir siyahi ama bir yandan da ufaktan bir Musevilik katılmış bir karakter de barındırmıyor. Kaldı mı ya böyleleri? (Netflix ve alkol stoğu arasında kalıp, ikinci şıkkı seçmek daha mantıklı görünüyor değil mi?) Dizi, artık oldukça sıkıcılaşmış unsurları barındırmadığı için bile izlenesi. Ek olarak güzide ülkemize dair hangi sorunu ararsanız var bu dizide. Devlet içerisindeki derin yapılanmalar, protesto hakkını kullananlara yapılan muameleler… Bütün bunlar dizinin tuzu biberi tabii ki. Aslında ilk bölümden itibaren depresif, dengesiz, alkolik, amiyane tabirle ‘yıkık’ karakterlerin yaşam mücadelesini izliyoruz.
Karısından boşanmış, kızını kaybetmiş bir amirin psikolojisini sağlam tutmaya çalışmasını izliyoruz. Sürekli intiharı düşünüp bir türlü becerememesini, cinayet işlenmeyen herhangi bir günde, içinde bulunduğu boşlukta kendi sorunlarına yöneleceği için birilerinin ölmesini istemesini izliyoruz. Çevresine sürekli fark etmeden zarar veren, sonra da oturup sürekli kendini suçlayan birini görüyoruz ve arttırıyoruz, kendisini suçladıkça, kendisiyle savaştıkça çevresine daha çok zarar veriyor. Tüm gerginliğini atmak için sorguya çektiği her insana şiddet uygulama yoluna giren bir adamın, yine böyle bir anda geçmişte işkence görmüş sevgilisi tarafından yakalanması çok büyük bir talihsizlik sayılabilir, halbuki değil. Behzat, şanssız bir karakter değil, kendini düzeltmeyi asla düşünmemiş bir karakter. Düşünmeye başladıkça özüne dönen, özüne döndükçe hırçınlaşan bir karakter. Zaten Behzat Ç.’yi en çok benimseyen insanlar (Ankara’yı çok sevenler dışında) bu çelişkiyi özümsemiş insanlar. Sanırım kendisiyle yüzleşmeyi beceremediği bir zaman diliminde, madde kullanımını arttırarak bir hırçınlıkla otobanda hız sınırının ötesine geçip bir ailenin ölümüne neden olmak, bu çelişkinin iyi bir örneği olacaktır. Kendini rahatlatmak isterken, bambaşka ve daha ağır bir vicdan azabıyla yüzleşmek zorunda kalmak… Tam olarak Behzat Ç. gibi birisinin yapacağı bir dangalaklık.
Hayır, öfke kontrolü nedir bilmeyen depresif bir mal olduğun için…
İlk sezonlarda ‘acaba ne zaman delirecek?’ diye beklediğimiz Behzat, bir atakla BluTv’de yayınlanan son sezonuyla karşımıza tertemiz delirmiş olarak çıktı. Hep beraber rahatladık. İnzivaya çekildiğini görünce daha çok rahatladık. Sokağa çıktığı anda kesinlikle bir halt yemiş olarak dönen Behzat, durgunlaşmış ve kaybettiği karısıyla bir şekilde iletişime geçmeyi başarmıştı. Ölmüş sevdiğiyle evinde mutlu mesut bir yaşam sürerken görünce, ben hemen ‘demek mutluluğun yolu delirmekten geçiyormuş’ diye düşünmüştüm ancak sezon finalinde yine bambaşka bir mallık yaptığı, kafasına sıkmamak için o mallığı bi de unuttuğunu gözüme sokmuş oldular. Behzat yine şaşırtmadı. Behzat şaşırtmadığı gibi ‘bu sezon tamamen Emrah Serbes’i aklama projesi olmuş, Çok şaşkınım’ yorumunu yapanları görmek de şaşırtmadı. Hadi kardeşim, git ötede şaşır. (Sonunda “t” yok)
Malum, bu karantina günleri de hepimiz için biraz inzivaya çekilmek olacak. Kendi sorunlarını düşünerek kafayı yememek için, hala Behzat Ç.’yi izlememiş olanlar, izleyebilirler. Bu sıkılmışlığımıza ve bir anda düştüğümüz boşluğa nasıl ‘çözüm bulmamamız’ gerektiğini en iyi şekilde anlatan dizilerden biri olduğunu düşünüyorum. Sevenlerine tekrar başlama fikrini enjekte ettiysem, özür dilerim. Ben yandım, siz de yanın.