2000’lerden sonra çekilmiş tüm popüler TV dramalarını düşünün; The Wire, Breaking Bad, Deadwood, Game Of Thrones, Mad Men ve hatta belki de popüler anime Death Note. Hepsinin kaderini, popülaritesini, ortaya çıkabilme nedenlerinin temelini The Sopranos oluşturdu demek yanlış olmayacaktır. Hatta Game Of Thrones daha yayınlanmadan önce TV için pazarlanırken, George R. R. Martin onu “Orta Dünyanın The Sopranos’u” olarak niteliyordu. Çünkü dizinin baş karakteri Tony Soprano’nun kötülüğü ve içselleştirilen psikolojisi, melodraması, karakter ilişkileri ve tüm dizinin bir olay örgüsü öylesine işlenmişti ki her bölümü bir saatlik filmlerden oluşan bir seri gibiydi. The Sopranos’un ilk bölümünün yayınlandığı 10 Ocak 1999 yılından önce TV serilerinin popülerliği sitcom’lar ve polisiyelerle sınırlıydı. The Sopranos bunların yanında izleyiciye farklı bir şey gösterdi; kötülüğü.

 

Anti kahramanların o dönemlerde TV’de olmadığını görüyoruz. Dizilerin popülaritesi hep pembe dizilerin anlayışından geliyordu, bu döneme pre-Sopranos diyelim. Pre-Sopranos döneminde karakterler iyi ve kötülüğün sorunlarıyla mücadele eden, basit aşkları olan ve izleyicinin sadece boş vaktini öldürmeye çalışan, onu rahatsız etmeyen basit yapımlardı. Tony Soprano karakteriyse bunların hepsini kırdı, ortaya bambaşka bir şey çıkardı. Aynı dönemlerde çıkan Oz gibi diziler de vardı ancak Sopranos’un hitini, onun kültürünü yakalayamadılar. Sopranos aynı şeyleri yaparak popüler olabilmeyi başaran farklı bir yapımdı.

 

Dizinin konusunu kısaca özetlemek gerekirse ilk bölüm, New Jersey’deki bir suç örgütünün liderlerinden olan Tony Soprano’nun panik atak geçirmesiyle birlikte psikoloğa görünmesiyle başlar. Bununla birlikte Tony, hem ailesiyle hem de mafyadan insanlarla olan ilişkilerini burada değerlendirir. Godfather’a benzeyen yapısı olabilir ancak ondan farklı bir şeyi görürüz, Tony’nin içsel sorunlarını. Ailesiyle yaşadıkları hakkında bir suç örgütü liderinin hisleri, hatta ailesinin ve diğer çete üyelerinin de problemlerini izleriz. Ancak bu problemler geçmişlerinden kalan izleri de taşıdığı için The Sopranos diğer dizilerden çok farklıydı. Tony ailesini seven ve onlar için her şeyi göze alabilecek bir adamken aynı zamanda evliliğine hiç bağlı değildi. Çete içinde yaşadığı ihanetler ve onun yaptıklarının karakterini nasıl değiştirdiğini izlemek, o zamana kadar hiçbir dizide göremediğiniz şeylerdi. Tony kesinlikle kötü bir karakterdi, yönetmen David Chase bunu asla saklamadı ama Tony’yi bıraktığı ikilemlerde iyi yaptığı şeyleri görmek, aslında dizide bir kaos yaratıyordu. Tony’nin çocuklarının büyüme serüveni, mafyayla olan adaptasyonlarıyla gelişen ruh halleri bile bir ilkti.

 

The Sopranos, TV dizilerinde artık hep gördüğümüz, hatta çok önemli bulduğumuz konuyu inanılmaz derece iyi işledi; karakter gelişimi. İlk sezondan son sezona kadar karakterler asla durağan kalmadı. Yaşadılar, deneyimlediler ve değiştiler. Çevrelerinden bağımsız olmadan her zaman etkilendiler. Gördüğünüz karakter bir dizide değil sanki belgeselin içinde gibiydi. Mafya hayatı, komedisiyle ve gerçekliğiyle beraberdi. Korkuları, aşkları, endişeleri, mutlulukları, The Sopranos bunları en iyi şekilde işleyen müthiş bir başyapıttı. Öyle ki diziyi Shakespeare kurgularıyla bir tutan eleştirmenler dahi oldu. Diziyi izlemeden bunun abartı olduğunu söyleyebilirsiniz ama hayır, ben yazar olarak buna kesinlikle katılmayacağım. The Sopranos sadece video yapımı değil aynı zamanda kâğıdı olmayan bir kitap gibiydi.

 

Sopranos’un her karakteri çok önemli. Bu yüzden senaryosunun karışık bir yapısı var. Bu karışıklığın hit olması sonraki dizilerin önünü açtı. Yani farklı senaryolar ve çok karakterli dizilere ışık tutan ilk yapım Sopranos oldu. Yapımcılara şunu gösterdi: İzleyici her zaman basit şeyler izlemek istemiyor. Uzun sezonlar boyunca bunu kaldırabilir ve bundan zevk alabilir. Eğer diziyi izlediyseniz Sopranos’un sonunun nasıl bittiğini bilirsiniz. Cevapsız soruların olduğu finaller genelde beğenilmezdir ancak Sopranos’un sonu da kendisi kadar iyiydi. Lost’u düşündüğünüzde aradaki farkın ne kadar büyük olduğunu anlarsınız. Sopranos gibi bir drama üretmek zordur. Bu yüzden onunla kıyaslayabileceğiniz çok az yapım var.

 

Sopranos’ta gördüğümüz başka bir şey de psikolojik analiz. Dizide herkesin çekindiği güçlü karakter Tony Soprano’nun sorunlarına değinmesi, bunu ciddiye alması tüketici tarafından beğenildi. Aynı sorunları yaşayan insanlar bir dizide bunun yansımasını ilk defa görüyordu. İlk defa psikolojik sorunlar bir dizide ana tema olarak işlenmişti. Karakterin iç çatışmasına ilk defa şahit oluyordunuz. Sonraki hit dramalara bakın, hepsinde aynı temayı görebilirsiniz.

 

Son olarak Sopranos’un geleceği şekillendirdiği en önemli şey TV izleme alışkanlığıydı. Sopranos sayesinde Netflix gibi platformlar ortaya çıktı. Ondan önce TV dizileri günlüktü, sinematik bir yapısı yoktu. Netflix’in ilk orijinal yapımı House of Cards’ı The Sopranos ile kıyaslarsanız aslında bunu biraz anlayabilirsiniz. TV yapımlarını kısa filmler haline getirilmesinin önünü açması, TV’yi değiştirmesi anlamına geliyordu.

 

İlk paragrafta da bahsettiğim gibi, suçu bu sefer işleyenlerin tarafından görüyorduk. Bu önemli bir normalleştirmeydi. Suçu işleyenler hasta annelerine, ailelerine, metreslerine bakıyordu. Suç sadece keyfi değildi, bir geçim kaynağıydı. Suça ahlaki bir çatışma verdi ve sorguladı. Daha önce star oyunculardan oluşan yapıyı kırdı. Kimse Sopranos’un ekibini daha önce önemli bir işte görmemişti. İlerleyen sezonlarda bölüm başına bir milyon dolara yakın para kazanan başrol James Gandolfini’nin ilk ciddi rolüydü.

 

Sonuç olarak Sopranos her şeyiyle TV’yi değiştirdi. O olmasaydı belki başka bir yapım bunu yapacaktı ama elbette bilemeyiz. Bildiğimiz, izlediğimiz ve gördüğümüz şey, Sopranos’un unutulmaz bir baş yapıt olduğudur. 2013’te hayatını kaybeden ve bu yazının yazarı olarak hayatımı tamamen değiştiren baş karakter James Gandolfini, karakterini ve tüm diziyi öylesine ölümsüzleştirdi ki değil sadece TV yapımlarına, tüm sinemaya ve diğer aktörlere büyük bir miras, bir gelenek bıraktı.

 

Televizyon tarihinin en çarpıcı finali. The Sopranos’un son bölümü

 

Tony ve Dr. Melfi birlikte dizinin pilot bölümünde. Pilot bölümle ikinci bölüm arasında 2 yıl fark olması yüzünden James Gandolfini çok daha zayıf halde. Dizinin HBO tarafından kabul edilmesiyle birlikte Gandolfini rolü için 50 kilodan fazla aldı ve ses koçlarıyla çalıştı

 

İlk sezondan, Soprano ailesi

 

İtalyan kökenli DiMeo suç örgütünün New Jersey bölgesinin üyeleri. En önde bölge patronu Tony Soprano, diğer üyelerle birlikte cenazede.

 

Yönetmen David Chase, dördüncü sezondan sette Gandolfini ile beraber

 

Tony, eşi Carmela Soprano’yla. Arkalarındaysa ilk ciddi işinde Catherine Sacrimoni rolünde Crstin Milioti.

 

Üçüncü sezondan Soprano ailesi, kutlama için kadeh kaldırıyor.

 

Tony bornozuyla gazetesini almaya giderken klasikleşmiş sahne.

 

Dizinin diğer en önemli çifti, Christopher ve Adriana.