Netflix’de yeni dönem Amerikan filmlerinden birisi Hollywood klişelerini işliyor. “Attack of the Hollywood Clichés” ismini taşıyan ve Rob Lowe’un alaycı bir tarzda sunmayı tercih ettiği film bana göre anlatımda sığ ve malzemede eksik kalmış. Okuduğum bir eleştiride, 1 saatten kısa olması bir yana Netflix bu konuya en az 1-2 bölüm daha ayrılmalıydı diyorlar. Ben de aynı fikirdeyim.

Sunulan klişeler çok iyi örneklenmemiş, eski örnekler de var ama daha bir klişeyi anlamaya çalışırken, öbürüne geçiyor. Üstelik ABD’nin kendine özel bazı klişelerine hiç yer verilmemiş bile. Ayrıca bu klişeler anlatılırken, zaman içinde nasıl değiştiği gibi boyutları da eksik kalmış. Örneğin seks ya da öpüşme sahnelerindeki kısıtların zaman içinde nasıl değiştiğini göstermek ilginç olabilirdi. Ya da hiç yer almayan “kadınların iteklenmesi” yani filmlerdeki erkeklerin arkasında kalmak zorunda kaldıkları şeklindeki  rollerinin zaman içinde nasıl değişebildiği.

Sunucu Rob Lowe Wikipedia’da şöyle sunuluyor;

Robert Hepler Lowe (1964) Amerikalı aktör, yapımcı ve yönetmendir. Oyunculuk çıkışını 15 yaşında ABC’nin kısa ömürlü sitcom’u A New Kind of Family (1979-1980) ile yaptı. 1980’lerin başında sayısız televizyon rolleri takiben, dönemin genç idollerinden birisi haline geldi.  

Lowe yakışıklı bir aktör ve idol olarak başladı ama bu kalıbı çok iyi dolduramadığı ve arada çıkan seks kasedi olayı için olsa gerek, ünlü olsa da yan planda kalan bir aktör oldu. Çok sayıda uzmanla (oyuncu, senarist, eleştirmen vs) süslenmesine rağmen Lowe sunuculuğundaki filmin klişelerle alay etmeyi çok iyi beceremediğini, düşündürdü bana.

iMDB okuyucularının filmi nasıl değerlendirdiğine baktım. Onlar da 10 üzerinden 6,” vermişler. Yani “klişeleri sunmak” gibi iyi bir fikir, seyredeni doyurmayan bir parodi olarak kalmış.

Neler Eksik?

Filmde sunulan klişelerden bir kaçına bakarsak; mesela kadınların en zor kaçışlarda bile topuklu pabuç giydiğini hatırlatılıyor (King Kong’dan kaçarken), mezar taşıyla konuşma (Forrest Gump ile örneklenmiş), oyuncunun şaşırtıcı bir şey duyduğunda ağzındaki içeriği dışarı püskürtmesi (kızının seks ile ilgili sorusunu duyan Clint Eastwood gibi), seksi fırlatılan giysilerle ifade etmek, yalnızca doğruluğu önemseyen ve ofisin sınırlamalarına aldırmayan polis,  kurtarıcı beyaz – yardımcı zenci, alışveriş torbasında ekmeğin gözükmesi gibi konular filmdeki diğer klişe örnekleri arasında.

Ama bunların sunumunda zayıf kalındığı gibi, esas klişelerin bazıları hiç yok. Bir sürü eksik sayılabilir, ben hepsini söylemeyeceğim. Sadece 3 tanesini örnekleyeceğim ;

  • Her halükarda haklı ve demokrasi bekçisi ve sonunda hep kazanan; ABD
  • En zor durumda bile çocukların korunmasına özen gösterildiği iddiası
  • Kadınlar, en aptal, eğitimsiz erkeklerin yanında bile haksızdır klişesi

ABD Demokrasi Bekçidir, Hep Haklıdır ve Hep Kazanır

Yukarıda bahsettiğim ilk 2si için aşağıdaki “Eye in the Sky” filmi iyi bir örnek. İntihar bombacısı el-Kaideciyi drone ile alaşağı edecekler. Ama o da nesi? Bombalanacak evin önünde bir kız çocuğu var. O masum. ABD sivil halk ve çocuk olan bu kişinin zarar görmesini ister mi hiç? Hay allah!! bir türlü “ateş” diyemiyorlar, çocuğu koruyorlar.

Oysa, Charles Manning isimli ordu analistinin Julian Assange’a sızdırdığı ve Wikileaks’de yayınlanan gerçek hayat videosu ne diyor? Amerikan askerleri bırakın şüphelenmeyi, keyfi adam öldürmüş. (Julian Assange ve bugün ismi Chelsea Manning olan 2 insanın bunları halkın görüşüne getirmesi önemliydi. İkisi de maalesef bu doğruları göstermenin bedelini hala çekiyorlar) [1].

Ama ABD bu filmleri biraz da propoganda amaçlı kullanıyor ve hatta yaptırıyor[2].  (Bu noktada –askeri propogandanın filmlerle yapılmasını başlattığı belirtilen– Nazi döneminin kadın yönetmeni Leni Riefenstahl’ı ve onun “Triumph of the Will” filmini hatırlayalım[3].)

Kadınlar En Aptal Erkeğin Yanında Bile Hep Haksızdır

Hollywood klişeleri kadınların topuklu pabuçlarla kaçış sahnelerini klişe olarak verirken, asıl klişeyi kaçırmış. “Kadınların hep haksız” olmasına,  filmlerin sonunda hep erkeklerin haklı çıktığına değindirmemiş bile. Gerçi Glenn Close (Öldürücü Cazibe) filmine değinerek biraz yaklaşmış ama aşağıda ne demek istediğimize dair muhteşem örneklerden birisi var.

Deep Blue Sea (2si, 3ü de var) isimli filmde bir grup araştırmacı, köpekbalığı beyinlerini genetik olarak değiştirerek Alzheimer hastalığı için bir tedavi bulmaya çalışıyor. Başrol oyuncularından kadın olanı araştırmanın başındaki profesör, erkek olanı ise kaçakçılıktan 2 yıl hapis yatmış olan köpek balığı avcısı. Kadın köpekbalıklarını akıllandırmaya uğraşırken, erkek bunun tehlikeli olduğunu ve yapılmaması gerektiğini söylüyor. Filmin sonunda köpekbalığı tarafından tüm bilimadamları yok edilirken de tabii ki havuz temizleyicisi erkek haklı çıkıyor.  ??

Klişeler Neden var?

Gelelim klişelere; kaç yaşlarındaydım hatırlamıyorum ama adamakıllı küçükken, bir aksiyon filminde başoyuncu adına korku yaşadığımda, babam “Korkma, o filmin başoyuncusu, o ölmez. Zaten Amerikan filmlerinde iyiler de ölmez, sonunda kazanır” dediğinde, bu klişe olayını anladığımı hatırlıyorum. O zamanlar kardeşimle filmin sonu hakkında iddiaya girerdik, “sence katil hangisi çıkacak” gibi. Çünkü alakasız bir sahnede o katil çıkacak kişiye ait bir şeyler yaşanırdı. Yani klişeleri gayet farkındaydık.

Ben filim eleştirmeni ya da film konusunda eğitimi olan birisi değilim. Ama çocukluğumdan beri iyi bir filim seyircisiyim. Bazı konuşmalarda tüm filmlerde 19 tür hikaye var gibi ifadeler hatırlıyorum. Şimdi baktım bir makalede 36 çeşit durum olduğu kaydediliyor. Yani “tarih tekerrür eder” gibi bir şey. Dünya yüzünde yeni bir hikaye yok. Tekrarlanan hikayeler var[4].

Diğer bir nedeni  “mahalle baskısı” gibi adlandırabiliriz. ABD 1922’den itibaren,  filmlerin etkisini farkedip, bu etkiye dair eyalet ya da federal devlet temelinde bazı kurallar koymaya çalıştı. O yıllarda devreye alınan Hays Kuralları ya da daha sonra gelen Yapım Kanunu (Motion Picture Production Code) gibi düzenlemelerle, bu alanı ahlaki, kanunlara uygun vs kontrol altına almaya çalıştı [5].

Dolayısıyla bu da filmlerdeki seçenekleri sınırlayan yani klişeleri doğuran bir durum gibi. Bu düzenlemeler o yılların ahlaki sınırlarını belirleyen genel sansür kurallarıydı. Senaryoyu başka türlü de etkiledi. Örneğin o yılların Amerikan filmlerinde sonradan ya da baştan iyi bir insan olsa bile, en küçük hukuksuzluk yapan sonuçta mutlaka cezasını görür (ölür vs) gibi. Bu klişeyi de bilirdik.

Bu nedenle Ali Mc Graw ve Steve Mc Quenn’in 1972 tarihli “The Getaway” (Türkçesi “Sonsuz Kaçış”)  filmi beni hayli şaşırtmıştı. Sam Peckinpah kötü adamlarla, masum olmayan mücadeleler yapan kahramanlarını filmin sonunda kurtarıyordu. Yani cezalanmıyorlardı. Daha önce başka filimlerde bu tür klişeler yıkıldı mıydı bilmem.

Klişelerin bir nedeni de, “seyircinin istekleri”. Gerçekçi filmler olsa da, insanların çoğunluğu “mutlu sonlu” filmlere meraklı. Çünkü filimler, hayatın gerçeklerinden kaçmak için de bir fırsat.

Ama zaman zaman bu klişeler sıkıyor. Hep aynı şeyleri seyretmekten gına gelip, seyirci kaçınca, o klişelerden bazıları ortadan kalkıyor, yeni klişeler ortaya çıkıyor.

Sonuç olarak 2021 yılında zamanın ruhuna uygun klişelerimiz var. Hollywood filmlerindeki klişeler ise biraz değişmiş olsa da, temelde propoganda için kullanıldığını unutmamak lazım[2].

Bu nedenle günümüzde “Kültür Diplomasisi” konusu yükselen bir değer. Güney Kore’ye bakın.

Bence günümüzün klişelerini hep birlikte yazmalıyız..

 

[1] Chelsea Manning, Wikileaks Aleyhine Konuşmayı Reddettiği için Yeniden Hapsedildi

[2] CIA ile Hollywood Arasındaki İlişki Sorgulanıyor !!

[3] Leni Riefenstahl

[4] The Thirty-Six Dramatic Situations

[5] Motion Picture Production Code