Derler ki Çin’in kuzeyinde Manzouli şehrinde, gün boyunca oturan, dünyayı umursamayan bir fil vardır.
2018 yılının güçlü ve de 230 dakikalık uzun bir trajedisi An Elephant Sitting Still. Çinli Yönetmen Hu Bo’nun ilk ve son filmi. Adeta varlığını ve yokluğunu ilk kez ve son kez göstermek istediği bir film. Nitekim çekimlerden sonra Hu Bo intihar eder. Biz ise bu bilgiyle beraber filmin derinliklerine daldığımızda boğulmaktan başka bir şey yapamayız. Filmlerin güçlü hisleri ve sonra da yaşattıkları bazı sancıları vardır…
Dört farklı karaktere odaklanıyor filmimiz. Birbirinden dört farklı karakter görüyoruz ancak yaşanılanlar girift bir yapı oluşturuyor önünde sonunda. Babası tarafından işe yaramazlıkla suçlanan, sürekli azarlanan hatta evdeki kartı çalmakla suçlanan Wei Bu; Wei Bu’nun okulundan kız arkadaşı olan, annesinin bencil varlığı karşısında kaçışı okul müdürüyle yaşadığı birliktelikte bulan Huang Ling; oğlu tarafından huzurevine gönderilmek istenen Wang Jin; reddedildiği için gururuna dokunan ve bunun acısından kurtulmak için en yakın arkadaşının eşiyle ilişkiye giren ama arkadaşının evi basmasıyla arkadaşının intiharına şahit olan Yu Cheng… Her şeyin fitilini ateşleyen ise Wei Bu’nun okuldan bir arkadaşını hastanelik etmesi oluyor. Hikayeler birbirine bağlanmaya başlıyor.
Bir gün içerisinde hayat onları ne kadar zorlayabilecekse bir o kadar zorlar. Günün sonuna doğru yaklaşırken hepsinin gözlerinin içerisindeki suçluluk duygusu okunmaya başlar. Gözlerinin önlerinden ölümler, itiraflar ve gerçekler geçer. Hepsi bir kargaşanın içerisinde tepetaklak olmuş hayatlarını gözden geçirirken bir fil alegorisi bizi çevreler. Manzouli şehrindeki sirkte bulunan fil onlar için bir kaçış haline gelir. Tüm bu yaşadıklarından kaçış. Çünkü o fil, hiçbir şeyi umursamadan gün boyu sadece oturuyordur. Ona yapılan işkenceleri, küfürleri ya da iyilikleri görmüyordur. Bu dört karakterin de işte buna ihtiyacı vardır.
Film nihilist bir bakış açısıyla üzerimizdeki kuru toprağı silkeleyerek, İsmet Özel’in de dediği gibi, “kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde” dedirtiyor en sonunda.Varoluşsal sancılarımız birleşiyor nihayetinde. Dört farklı karakter günün sonuna doğru çeşitli ölümlere şahit oluyor ancak yönetmen bu ölümlerin hiçbirini gözlerimizin önüne net bir şekilde sermiyor. Çünkü ölmekten öte yaşamaktır zor olan. Ölümler tek celsede amacına ulaşırken geriye kalan yaşayanlar acısını çekiyor tüm bunların. Varoluşsal ve toplumsal bunalımların getirdiği bir bunalım hali sarıyor.Nitekim her biri ayrı yalnızlık ülkelerinin kralları. Bu yalıtılmışlık hissi, bu dünyadan kaçış hali peki ne kadar doğru? Yönetmen bunu da gözümüze çarpıyor. Manzouli’ye gitmek gerçekten de bir kaçış mıdır? Oraya gidince tüm dertlerinden kurtulabilecek midir insanoğlu? Belki de en iyisi bulunduğun yerde kalıp sorunlarınla yüzleşmektir.
Gri bir film An Elephant Sitting Still. O kadar gri bir film ki kasveti altında boğulmamak elde değil. Umutsuzluk hissiyatı göğsünüzün boşluğuna dolduğunu hissediyor ve çaresizliğin ne kadar da yoğun olduğunu fark ediyorsunuz. Bu film yönetmenin intiharını aslında bas bas bağırıyor. Depresif dünyasının içerisinde nelerin döndüğünü bu filmle anlatıyor bize. İntiharının ne kadar yakın olduğunu anlatıyor ama maalesef biz filmi izledikten sonra anlayabiliyoruz.
Film aynı zamanda büyük bir yönetmenlik becerisi. Yönetmen anlatısını teknik becerileriyle süslüyor. Dinamik kamera hareketleriyle karakterlerin sırtlarından onların kaçışlarına ortak oluyoruz. Peşlerinden Manzouli’deki file ulaşma çabasına giriyoruz. Yönetmen adeta bizi koltuklarımızdan çekip filmin içine atıyor. Biz dımdızlak içeride kalıyoruz. “Yaşamak suçu” üzerimize yapışıyor. Ve namlular sadece birkaç sözcüğün ardından çenemizin altına kayıyor: “Dünya sadece iğrenç!”
Son olarak filmden bir hikayeyle veda etmek istiyorum. Belki biraz da onun üzerine düşünmek gerekir. Her şey filmler için… Hisler ve yaşattıkları için…
“Bir profesör, bir balıkçı teknesine biner. Sonra balıkçıya şiirden anlayıp anlamadığını sorar. Balıkçı, ‘hayır’ der. Profesör hayatının yarısın gittiğini söyler. Sonra balıkçıya müzikten anlayıp anlamadığını sorar. Balıkçı yine, ‘hayır’ der. Profesöre hayatının diğer yarısının da gittiğini söyler. Balıkçı ise profesöre yüzme bilip bilmediğini sorar. Profesör, ‘hayır’ der. Balıkçı, ‘o zaman senin tüm hayatın bitti’ der ve profesörü suya atar.”