“Unutmak, toplum için olduğu kadar birey için de bir zorunluluktur. Uzak geçmişe ulaşabilmek için yakın geçmişi unutmak gerekir.”[1]

Hiroshima Mon Amour(1959), bellek üzerine yapılmış bir filmdir. İnsanın hayatında neyi unutup unutamayacağına ve bazen de unutabilmenin taşıdığı önemi anımsatır izleyenlere. Unutmak, her bireyin günlük yaşamı içerisindeki olağan haline gelmiş bir davranıştır. Bir şeyi hatırlamak sadece birey değil aynı zamanda çevre faktörüyle de ilgilidir. Her birey, kendi kişisel deneyimlerini yineler ve zaman, hiçbir iz bırakmadan geçmez. Her zaman dilimi, ruhlarımızda ayrı bir yer edinerek boşlukta silikleşmeye başlar.

Filmin ilk sekansı, Japonya’ya II. Dünya Savaş’ında atılan trajik atom bombası görüntüleri ile başlar. Çarpıcı bir girişle Hiroşima’daki hastane, merdivenler, acı çeken hastalar, saçları dökülmüş kadınlar ve müzede sergilenen kalıntılar gözümüzün önünden art arda akar. Birbirine hem ruhen hem de bedenen sarılmış iki beden, bombanın ardında kalan küller ile gösterilir. İki karakter üzerinde ilerleyen filmde önemli olan bu insanların nasıl tanıştıkları ya da isimleri değildir. Hiroshima Mon Amour; sert bir dille yaşanan olayları eleştirmez ya da klasik bir aşk anlatmaz. Bu iki duygudan da yoksun, popülist söylemden uzak bir filmdir. Asıl konu hafızada yer eden acıdır. Ve bu acı ister bireysel, ister toplumsal olsun sadece kaybederek oluşur.

Bergson’a göre geçmiş, şimdi sayesinde edimselleşir ve ancak bu sayede psikolojik bir anlama bürünür. Algımız sürekli değişir, geçmişimiz de şimdiyi algılayışımızla kendini sürekli yeniler.

“Bu öfkenin hedefi ne? Bu öfkenin hedefi eşitsizlik ilkesi.”

Filmin iki ana karakteri de kendi hayatlarını şekillendiren, onları bugün ki onlar yapan bazı şeyleri unutmaya çalışırlar. Ama geçmişleri bugünlerini o kadar biçimlendirmiştir ki, bellekleri kendilerine yardımcı olmaz. Kimi zaman hepimiz geçmişimizi silmeye çalışsak da, bu pek mümkün değildir. Çünkü şu an ki kimliklerimiz, geçmiş yaşantımızın kalıntıları üzerine kurulmuştur. Kadın, tanıştığı Japon mimarı Fransa-Nevers’de aşık olduğu Alman subaya benzetir, onun yerine koyar. Daha ilk zamanlarda, yatakta uzanan adamın kolu gözüne takılır. Kolun duruşu, ona Nevers’te öldürülen eski sevgilisini hatırlatır. Hiroşima kentindeki toplumsal felaket, kadına yaşadığı bireysel felaketini hatırlatır. Kadın da Hiroşima gibi yok olmanın eşiğine gelmiş ve adeta küllerinden yeniden doğmak için geçmişiyle savaşmıştır. Kadının acıları hızla gün yüzüne çıkmaya başlarken, erkek daha önce tatmadığı yeni acılar kazanır.  Hatırlamak üzerine başlayan film, unutmak üzerine biter. Geçmişten kopamadığımız gibi, şimdiden de kopmamız mümkün değildir. Hiroshima Mon Amour, işte böyle bir gerçekliğin ürünüdür.

Yönetmen Alain Resnais, filmlerini geçmiş üzerinden var etmeyi amaç edinmiştir. Resnais, çağdaşı  olduğu Yeni  Dalga  yönetmenlerinden belirli noktalarda ayrılarak kendine has çizgisiyle özel bir yer edinmiş yönetmenlerden biridir. Filmlerinde sıkça yavaşlatma, dondurma gibi işlemler gerçekleştirerek zamanla dilediği gibi oynar. Resnais filmlerinden şöyle söz eder: “Benim filmlerim, düşüncenin ve onun mekanizmasının karmaşıklığına ilkel ve kaba bir yaklaşım denemesidir.”

Filmin senaryosunda Yeni Romancılardan etkilenilmiştir. Filmde, adamın hayatına dair detaylı bir bilgiye sahip olamayız. Kadın ise aşk hayatı dışında gizemli bırakılmıştır. Yeni Roman yazarlarının sıkça kullandığı bir oyundur bu, yaratılan insanı bu şekilde gölgede bırakırlar. Özne belirsizdir, yüzü yalnızca bir yüz, ismi ise yalnızca bir isim olarak kalmalıdır.

“Bellek ile unutma arasındaki ilişki, yaşam ile ölum arasındaki ilişkinin aynısıdır.”[2]

Filmde iki zaman düzeyi aynılaştırılır. Fransa’dan görüntüleri izlerken, Hiroşima’nın seslerini duyarız. Kadının geçmişinden görüntüler, mantıksal bir sıra olmaksızın ansızın belirirler. Ayrıca kimi sahneler, farklı bakış açılarından yinelenir. Kendimizi bir yandan Hiroşima’nın belleğiyle insanlık sorgulaması yaparken; kadının belleğiyle ise hem insanlığın hem de kendi belleğimizi sorgularken buluruz.

Tüm film boyunca iki karakterin belleklerindeki acıya dikkat çeken yönetmen, tüm  bu  süreci  Hiroshima ve Nevers şehirleri üzerinden izleyiciye gösterir. Eşzamanlı kurgu ile her iki karakterin belleklerindekiler tek bir mekanmış gibi anlatılır. Kameranın ani bir hareketle Hirsohima ve Nevers arasında adeta salınırız. Karakterlerin ruhlarındaki travmatik deneyimleri, Hiroshima ve Nevers şehirlerinin belleğine bağlanır. Savaş gibi insanlık  tarihinin  yıkıcı yüzü, karakterlerin  travmalarının izleriyle örtüşür. Böylece eş zamanlı bir anlatı dili yakalanır.

“İnsan yüzleşmek zorunda kalır kendisiyle, bir gece, ansızın, beklemediği bir kentte ve zamanda..”

Nevers başlangıçta sadece bir şehir iken bir cümle ile şehir olmaktan çıkar ve birçok anıya karşılık gelir. Gençlik, aşk, ayrılık, delilik..  Şekillenen imgeler Nevers’i şehir olmaktan çıkarır ve onu imgeleştirir. Bu şekilde de aşk, Nevers’le Hiroşima’yı birleştirir/aynılaştırır. Artık Hiroşima Nevers’ten ayrı düşünülemez.

Filmin sonunda ise karakterler birbirlerine “Nevers!” ve “Hiroşima!” diye sesleniler. Artık hiç kimse bile değildirler.

[1] Augé, M., & Sert, M. (2000). Unutma biçimleri. Om Yayınevi.

[2] Augé, M., & Sert, M. (2000). Unutma biçimleri. Om Yayınevi.