Ekmek ve Çiçek (Nun va Goldoon, 1996) büyüyünce insanlığı kurtaracağına olan inancını hiç yitirmemişlerin filmi. “Ekmek ve Çiçek” ya da “Bir Masumiyet Anı”, Mohsen Makhmalbaf’ın kendi hayatından kurguladığı otobiyografik bir hesaplaşma filmi.

Yönetmen Mohsen Makhmalbaf’ın kendisini canlandırdığı filmde; İran sinemasının karakteristik özelliği haline gelen kurguyla gerçeğin iç içe geçtiği bir anlatımla, polis memurunu bıçaklamasının filme konu olmasını izleriz. Olaydan 20 yıl sonra polis memuruyla karşılaşmasından, filmin çekim aşamasına kadar hem yönetmenin dönüşümünü hem de İran’ın geçirdiği safhaları yakından izleriz.

Nun va Goldoon deneysel bir film olarak değerlendirilebilir. Yıllar sonra kendi gençliğinin filmini yapan yönetmen, o günden bugüne kadar yaşadığı dönüşümünü, 17 yaşında yaşadığı olay üzerinden sorgulayacaktır. Aslında film; geçmişte yaşananların şu anki zamandan bakıldığında neye dönüştüğünü gösterir izleyenlere. Değişimin ve dönüşümün kesintisiz bir şekilde her koşulda devam ettiği gerçeği ile yüzleştirir. Film gerçekliklerin algı düzeylerinin durağan kalamayacağının göstergesidir. Hatta sadece gösterilen olaya değil, olayın gerçekleştiği süreç bağlamında yeni bir gerçeklik üretimi yapılmış olacaktır. Bu da filmin felsefi derinliğinin izlerini göstermektedir. Herakleitos’un da dediği gibi aynı nehirde iki kez yıkanma olamayacaktır.. Olaylar aynı şekilde, aynı mekanlarda, aynı sözcüklerle tekrarlansa da tekerrür gerçekleşmeyecektir.

Filmdeki gibi şartlar tekrar sağlandığında, gerçeklerin değişmesi mümkünken, şu anki varlığımıza hakim olan bencilliğimiz biraz garip değil midir?

Filmde, ilk açılış sekansından son sahnesine kadar katmanlı bir ifade biçimi söz konusudur. Filmin gerçekliğini belirten en önemli noktalardan birisi de oyuncuların kendi gençliklerini oynayacak kişileri kendilerinin seçiyor oluşudur. Bu andan itibaren artık izleyici sadece izleyen olmaktan çıkıp, her adımlarında onlarla olacaktır. Karlı yollarda yürümekte, kameranın önünde durmakta ya da içsel sorgulamalar yapmaktadır. Birçok filmde rastladığımız geçmişle yüzleşme senaryosu apayrı bir boyut almıştır Mohsen karakteriyle. İzlerken hem bugünü izleriz hem de her nefeste geçmişe dair bir yolculuk gerçekleştiririz. Bu kadar gerçekçi bir kurgunun sağlanması, sinemanın gerçekle olan ilişkisine dair açıklama getirir bir niteliktedir. Sinemanın gerçeği doğrudan alımlayan mı yoksa yansıtan araç mı olduğu sorusu karşısında, sinemanın gerçekle arasındaki perde ortadan kalkmaktadır. Ek olarak filmin son dakikalarına doğru gençliklerini canlandıran oyuncular, oyunculuktan uzaklaşarak izleyicinin de dâhil olduğu o gerçekliğe dalmaktadırlar. Artık ortada bir film yoktur. Herkes oradadır ve kendi gerçekliklerini yaşamaktadırlar.

Belgesel ve kurmacayı bir araya getiren bu film, 1995 yılında çekilmiş olmasına rağmen devrim sonrasında İran sinema sektöründeki sansürlemelerden dolayı film İran’da yasaklanmıştır. Senaryosu, kurgusu, çekim teknikleri ve görüntü yönetmenliği ile hafızalarda hiç zorlanmadan yer etmeyi başaran bu filmde bir çok diyalogda yakalanan şiirsellik, Fars geleneğine bağlılığın sinemadaki yansımasıdır diyebiliriz.

Bir yanda umudun ve sevginin simgesi olarak çiçek, diğer yanda ise ekmek imgesi altına saklı bıçak. Vurucu sona doğru giderken bir ileri bir geri giden zamanlar, metamorfoz geçiren insanlar, silah ve bıçak yerine,ekmek ve çiçek. Ölüm yerine yaşam, karamsarlık yerine umut; tam da ne diyorduk işte böyle bir “Masumiyet Anı”..

İran sinemasının karakteristik özelliklerinden biri olan sükunetten beslenen film, üslubunu ağırlaştırmadan sinemanın kendisine dair ciddi sorgulamalar barındırırken, çarpıcı bir son sahneye sahiptir. Hatta filmin kimi zaman ağır ilerleyiş, o son kareye yönelik bir hazırlıktan ibarettir..

“Ben onu bıçaklamak istemiyorum. İnsanlığı kurtarmak için başka bir yol yok mu?

-Evet var, ekmek ve çiçekle. Adalet ve sevgiyle. Merhamet ve aşkla..”