“Böyle olmasını istemezdim ama hep olurdu. dünyanın bütün Kızılderilileri yenilir, Spartaküs kaybeder, gün batarken sararır, kuşlar döner, Sadri Alışık denilen hergele, her filminde ağlardı.  O ağladıkça ben de ağlardım. Nedenimi bilmez ağlardım. Ağladıkça Sadri’ye kıl kapar gıcık olurdum. üçüncü şahıs olarak kalışına, hep gidici kadınları sevişine, bu gidiciliklerin bir mecburiyet gibi duruşuna, Sadri’nin bu mecburiyetlere, giden kişinin özgürlüğü olarak bakıp, ona ihanet etmemek için kendine ihanet edişine..”

Tarihler 1995 yılını gösterdiğinde İlhami Algör, Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku isimli kitabı kaleme almıştır. O dönem ve sonrasında oldukça ilgi uyandıran bu kitaba Albayım Beni Nezahet ile Evlendir ve Müzeyyen ile Nezahet adında iki devam kitabı da eşlik etmiştir. İlhami Algör’ün yazdığı bu kitapların olduğundan daha popüler bir hale gelmesi ise 2014 yılına kadar uzanmaktadır.

Aşka farklı bir bakış sunan Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku yönetmen Çiğdem Vitrinel tarafından beyazperdeye uyarlanmıştır.

Bazen gerçeği hikaye gibi yaşar, hikayeyi gerçekmiş gibi okuruz. Müzeyyenler bu hikayenin ‘çıt’ noktasını yakalayabildikleri için Müzeyyendirler. Sonra da çıt diye gidiverir. Çıtı yaşamıştır çünkü, kızamazsın. İlhami Algör’ün bu kitabı, bazı şeylerin söylenmesi mi daha iyidir söylenmemesi mi üzerine. Aslında çok fazla şey hissedip “çıt” çıkarmamak üzerine. O beni anlar ama, ya anlamazsa üzerine..

Hep sorguladığı aşk tanımında baş köşeye oturtacağı kadını  bulduğunu sanan yazar adayı Arif’in, rüzgarı kendinden menkul bir uçurtmanın kuyruğuna tutunarak bir süre yere paralel gitmesini ve yere çakılmasını konu alan bir film bu. Bir kitap bir filme dönüştürürken her seferinde kayıplar yaşanır. Bu filmde de kitap arasında ise birçok farklılık karşımıza çıkar. Keza kitabı okuyanların çok iyi bileceği şekilde kitap zihin akış tekniği ile yazılmıştır. Bunu dışında da yönetmen tarafından revizeler yapılmıştır.Örneğin; kitapta çocuk sahibi olan Müzeyyen, filme aktarılırken tamamen bağımsız bir karakter olarak ele alınmıştır. Bu yüzden Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku’yu bir uyarlamadan ziyade kitaptan esinlenerek yazılan bir senaryo olarak dile getirmemiz daha doğru olacaktır.

“Bir şeyin kalbini kırması için illa yanlış olması gerekmez ki”

Filmin konusuna dönersem, Arif eşyalarla konuşan, otelde yaşayan, cep telefonu kullanmayan ve toplumda pek fazla karşımıza çıkması muhtemel olmayan, içine kapanık bir yazardır. Kendi deyimiyle demek gerekirse kitabı basılmayan bir yazardır. Onun hayattaki en büyük amacı ise kadınları ve aşkı anlamaktır. Tam da bu sıralarda tesadüf eseri hayatına giren Müzeyyen onun hayatındaki büyük bir boşluğu dolduracaktır. Müzeyyen, Arif’in bu zamana kadar gördüğü kadınlardan çok farklıdır. Farklıdır, despottur, zekidir ve en önemlisi de şiir gibi güzel bir kadındır. Arif’in hayatı Müzeyyen ile birlikte tepetaklak olacak, çözmek için senelerini verdiği ikili ilişkilerde aslında hiçbir şey bilmediğini fark edecektir.

“Bir şekilde beni tel cambazı yap abi.” dedi. “Telin tam ortalarında bir yerde iken, nasıl yürüneceğini unutan bir cambaz olayım. orada öyle gece gündüz takılayım.”

 

Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku, adından da anlaşılacağı üzere alışılagelmişin dışında bir anlatıya sahip. Romantik yoğunluğu fazla olan filmlerde görmeye alışık olduğumuz güçlü erkek-zayıf kadın formülünü tamamen ters yüz eden hikâye, bir nevi de özgün bakış açısıyla ataerkil düzeni yok sayıyor. Böylelikle hikâye, güçlü ya da zayıf olabilmeyi değil insan olabilmeyi ve bunun neticesinde aşkı doruklarında yaşayabileceğimizi öğütlüyor.

“Bir uçurtma için en güzel uçuşun ipi kopukken olabileceğini düşünürdüm. Bazıları buna “düşme hali” diyebilirdi.”

Filmin, aşk ile ilgili mesajlarını verirken seçtiği anlatım tekniği ise oldukça doyurucu. Yapmacıklıktan oldukça uzak havası ve sokaktan aldığı referanslar filmi daha fazla ilgi çekici bir hâle getiriyor. Film, ne gerçek üstü bir aşk vaat ediyor ne de romantik filmlerde sıkça görmeye alıştığımız mutlu bir son.

“-müzeyyen

+efendim?

-hiç, adını söylemek hoşuma gidiyor.”

Filmin her iki ana karakteri de bir arayış içerisinde ve bu arayış aslında hiç bitmeyecek bir arayış… Bu iki karakterin arayışlarına konu olan arzu nesneleri birbirinden farklıdır. Arif kendinden farklı olanı ararken, Müzeyyen ise kendinin toplum tarafından kısıtlanan diğer parçasını arar.Bütünlük hissini geri kazanmak, özne olarak bölünmemek mümkün değildir. İnsanlar değişmekte, bununla birlikte arzu nesneleri de değişmektedir. Ancak, eksiklik hissi ve eksikliği telafi etme çabası sürekliliğini korumaktadır.

“Her hikayenin sonunu sen yazamazsın.”