“Ne zaman ilerleme kaydetme şansımız olsa bitiş çizgisini ileri alıyorlar.”
Dönem filmlerini oldum olası sevmişimdir hele de tabuları yıkmaya yönelik, gerçek hikayelerden esinlenilmiş olanları yüreğimin neresine konduracağımı bilemem. Nitekim vakitlerden 1960 Amerika’sı, hem kadın hem siyahı olmanın getirdiği ötekileştirme ve dışlanmaya baş kaldıran 3 güzel kadının hikayesi olan “Hidden Figures” tam da onlardan biri.
2017 yapımlı Oscar adayı filmde yönetmen koltuğunda gördüğümüz Theodore Melfi, filmin uyarlandığı kitabın (Hidden Figures : The Story of the African-American Women Who Help Win the Space Race) yazarı Margot Lee Shetterly ile birlikte oldukça başarılı bir eser ortaya çıkarmış. Yaşanmış bir hikayeden uyarlanan filmde dahi bir kadının başarıya gerçek anlamda “bileğinin gücü” ile çıktığını seyrederken yan hikayelerle desteklenen bir kadın direnişi görmekteyiz.
İkinci Dünya Savaşını takip eden süreçte 2. Dalga Feminizm baş göstermeye başlamıştır. Cinsellik, aile, üreme hakları ve kamusal alana dair konular ve ardındaki eşitsizlikleri gündeme getiren bu dalgayla Amerika’da değişimin temelleri henüz atılmıştır. Kadınların kanun önünde yetersiz görülmeleri bir yana belirli mesleklere de tabi tutulmasının önünde de hukuksal engeller vardır. Soğuk savaş dönemi rüzgarları eserken NASA’nın Sovyet Rusya ile savaşı doğrultusunda, cinsiyet ve ırk gözetmeksizin pek çok insanı işe alması, ön planda olmasa bile alt kademelerde görevlendirilerek iş yükünü sırtlanmaları sağlanmıştır. Yalnızca cinsiyetin değil ten renginin de kamusal alanda size yapılan muameleye en ağır biçimde etki ettiği bu dönemde NASA’nın beyaz kadınlar için araladığı kapıları siyahi kadınlar için de açması ile Amerika’nın uzaya giden yolunda yıkılan tabulardan bir tanesi olmuştur.
Filmimiz bu çerçevede NASA’da işe alınan üç siyahi matematikçi kadın üzerine kurulur: Katherine G. Johnson (Taraji P. Henson), Dorothy Vaughnan (Octavia Spencer) ve Mary Jackson (Janelle Monae). Bu üç kadının erkek egemen dünyada zekâları ile boy göstererek NASA’nın günümüzde bile konuşulmakta olan Dünya yörüngesine çıkan ilk Amerikalı astronot John Glenn’in çizdikleri koordinatlar sayesinde sağ salim yörüngeye çıkıp-inmesini sağlayan gizli kahramanlardır.
Hak ettikleri saygıyı elde etmek için çıktıları bu meşakkatli yolda aynı bardağı bırakın aynı demlikten kahve içemedikleri gibi tuvaletleri bile beyaz olanlardan farklıydı. Öyle ki filmimizin dahi matematikçisi Katherine Johnson, NASA’nın kemik ekibi arasına geçici olarak girmesiyle bina değiştirmek zorunda kalıyor ve her tuvalet kullanması gerektiğinde eskiden çalıştığı ve siyahi kadınların yoğunlukta olduğu binaya ulaşmak elindeki dosyalarla birlikte yarım kilometre koşturmak durumunda kalıyor. “İki kişilik bir yarışta kendimizi nasıl ikinci sırada bulabildik?” bu bağlamda söylenen en anlamlı, düşündürücü ve balyoz etkisi yaratan repliği. Filmin pek sevdiğim diğer yüzü olan Nasa Uzay Görev Daire Başkanı Al Harrison(Kevin Costner), Katherine’in tuvalet ihtiyacı için günde 2 kez ortadan 20 dakikalığına kaybolmasını araştırdığında bu ırkçılık gerçeği ile yüz yüze geliyor. Eline aldığı çekiçle “renkliler giremez” yazılı tuvalet levhasını kırarak ”-Burada herkes aynı renk işer” işer deyip NASA’daki beyaz-siyah ayırımını sona erdiriyor.
Kadınlarımızdan diğeri olan Mary, uzay mühendisi olma hayalini yüreğime gömüp sıradan bir NASA çalışanı olmak yerine, mahkemeye çıkarak kadın ve siyahi olmasının mühendis olmasına engel olmayacağını, ilk kadın mühendis olması gerektiğini şu sözlerle ifade eder:
“Alan Shepard o roketin tepesine oturmadan önce hiçbir Amerikalı uzaya dokunmamıştı. Yıldızlar ilk dokunan olmak… Ve ben efendim, NASA’da mühendis olmayı planlıyorum. Ama bunu beyazların okullarındaki dersleri almadan yapamam. Derimin rengini de değiştiremem. O yüzden ilk olmaktan başka şansım yok. Sayın hakim, bugünkü davalarınızdan hangisi yüz yıl sonra önem arz edecek?”
Dorothy ise NASA’da montajlanan ancak bir türlü hazır hale getirilemeyen IBM bilgisayarı çalıştırmanın bir yolunu bulur ve kendiyle beraber tüm siyahi kadınlar ekibi için yepyeni ve kalıcı bir sayfa aralar.
“Kadınların NASA’da bir şeyler yapmasına izin veriyorlar Bay Johnson. Üstelik etek giydiğimiz için değil, gözlük taktığımız için.”
Filmde üç kadının yalnızca iş hayatını değil günlük yaşantıları, çocuklarıyla ve eşleriyle olan ilişkilerini de izliyoruz. Gerek iş gerek ev gerekse aşk hayatlarında oldukça dik duruş sergileyen kadınlarımız içlerinde barındırdıkları kaygılar, üzüntüler ve zaman zamanda neşeleriyle hiç abartıya kaçmadan, tamamen gerçeklikle örülmüş bir ziyafet sunuyor bize.
“Gizli Sayılar” izlerken sizi yormak yerine gayet anlaşılır, gerçekçi bir anlatımla olayların özünü kavramınızı sağlarken bir yandan da dönemin ruhunu yansıtan kıyafetler, arabalar, oyunculuklar, detaylar ve Pharrell Williams imzalı müzikleriyle hem kulaklarınızı hem de gözlerinizin pasını siliyor. İlk sekansından itibaren oldukça sarıp sarmalayan temposunu hiç kaybetmiyor, aksine hızlandırarak bir duyguyu bin katarak izlemenizi sağlıyor.
Bu dünyalar güzeli üç kadını seyrederken dogmalaşmış toplumsal rolleri birer birer yıkmaları, haklarını ararken tereddütten uzak olmaları, sözlerini maskelemeden olduğu gibi söylemeleriyle kadının gözünden ataerkil dünya kalıplarını yıkıp yeniden ve adaletli biçimde yazdılar. Mesajları ise oldukça basit ancak etkiliydi:
Zekâ ve yetenek, insanlar kadar acımasız değildir; cinsiyet ve özellikle “renk” ayırt etmezler.