Avare (Semih Evin, 1964) Awaara’nın (Raj Kapoor, 1951) taklidi. Filmlerin hikâyeleri birbirine benzer: Bebek beklerken evden atılan anneler oğullarının avare olmasını engelleyemezler. Bombay’ın ya da İstanbul’un kenar mahallelerinde yetişen erkek çocuklar çetelerin eline düşmekten kurtulamazlar, hırsızlık kaderdir bu çocuklar için. Bombay’da da İstanbul’da da anne eğitime önem verir, oğlunun avare olmasını istemez ama oğul, “avare”nin tanımını öğrendiğinde başıboş gezmenin çok güzel olduğunu düşünür. Avare’de anne Sedat’a (Sadri Alışık) okula gitmesini, serseri olmamasını söyler. Sedat “serseri”nin anlamını sorar. Anne “işsiz, güçsüz, başıboş, aklına eseni yapan” diye yanıtlar. Aynı tanımı Hintli anne de getirir. Bu tanım oğulların ilgisini çeker. Avareliğin eğlenceli olduğunu düşünen oğullar anne sözü dinlemez ve kötü yollara düşerler. Oysa ayakkabı boyacısı olduklarında namuslu, onurlu bir yaşamı seçmişlerdi. Sedat ve Raj küçük bir erkek çocukken kız arkadaşlarının doğum günü partisine gittiklerinde kız arkadaşlarının (Rita ve Selma) fotoğrafını armağan olarak alırlar. Böylesine benzer hikâyeler sunan filmlerdeki avare imgelerine bakmakta yarar var.
Ravi Vasudevan’a göre Raj’ın evinde asılı olan bu fotoğraf ve anneler filmlerdeki toplumsal ahlakı temsil eden temel öğeler (Making Meaning in Indian Cinema, 2000). Raj, hapisten çıktıktan sonra evine geldiğinde onu ilk karşılayan çocukluk aşkı Rita’nın fotoğrafı olur. Fotoğrafın yanına gider, siluetle konuşur ve duvarda asılı olan fotoğrafı ters çevirir. Çocukluk aşkının yüzüne bakamaz. Fotoğraf onun içine düştüğü ikilemin (iyi-kötü insan) göstergesi olur. Anne fotoğrafı neden ters çevirdiğini sorar ve fotoğrafı eski haline getirir. Ancak daha sonra fotoğraf Raj tarafından hırsızlarla iş birliği içinde olduğunda yeniden ters çevrilir. Awaara’da “annenin kararlı bir biçimde erdemli ve namuslu bir yaşamı sürdürmesi, bu konuda oğlunu yönlendirmesi onun ikonik bir biçimde merkeze yerleştirilmesiyle” (2000) gerçekleşir. Aslında her iki filmde melodrama özgü ikili karşıtlıklar açıkça varlıklarını sürdürürler. Tıpkı Vasudevan’ın dediği gibi “romantik aşk\ahlaklı yaşamın karşısına kötü adam\kötü kadın yerleştirilir” (Vasudevan, 2000). Ama Avare’de Sedat’ın çocukluk arkadaşına olan aşkı yüceltilmez. Örneğin Sedat yolda çantasını çaldığı kadından hoşlandığında, genç kadının çantasını geri verdiğinde çocukluk aşkını anımsar. Eve gelir ve fotoğrafa sadece bir an göz atar. Başka bir eylemde bulunmaz. Awaara’da “kadın ikonik bir gösterge olarak mitleştirilir. Nargis ile Raj Kapoor’un [Raj ve Rita’yı oynayan oyuncuların] romantik aşkı yüceltilir. Tıpkı Amerikan kültüründe Monroe imgesinin ikonografik bir göstergeye dönüşmesi gibi” (2000). Oysa Avare’de ikonik göstergeye dönüşen avarenin (avareyi oynayan Sadri Alışık’ın) kendisidir. Avare söylediği şarkılarla, davranışlarıyla İstanbul’la birlikte ikonlaşır. Sedat tutuklu geçen ilk gençlik yıllarının ardından dışarı çıktığında doğruca boğazın kıyısına gider. Boğaza dönerek “Dünyaaa ben senin merhametsiz okuna vurulmuşum” der, dünya boğazdır, İstanbul’dur, sonra izleyiciye döner ve “Avareyim” diye haykırır. Böylece romantik aşk bastırılırken avare yüceltilir. Awaara’da oyuncuların jestleri, davranışları bir tablo gibi, özellikle de kadınların duygularını vurgulamak için resmedilirken Avare’de Sadri Alışık İstanbul caddelerinde başıboş gezen bir serseri olarak resmedilir ve yüceltilir.
Dahası Awaara’nın sonunda anne ölür. Böylece anne bir kadın olarak bir kez daha kurban edilmiş olur. Rita boşluğu doldurmak üzere hazırdır, bundan böyle annenin işlevini üstlenecek ve namuslu bir yaşama geçmesi, erdemli bir birey olması için Raj’ı yönetecektir. Avare’de ise anne onu terk eden eşini bağışlar, yarım kalan mutluluk tamamlanır. Anne ölmediği için aile de dağılmaz, boşluk da oluşmaz. Sedat sevdiği kızla evlenir, oğulları olur. İzleyiciye neşeli bir “tablo” sunulur. Bu tablo “tam”dır. Çekirdek aileye geçit verilmez. 1960-1990 yılları arasında çekilen kent ailesini konu edinen filmlerde “aileler, çoğunlukla; iki, üç ve dört kişiden oluşan çekirdek ailelerdir” (Emine Demiray, Türk Sinemasında 1960-1990 Arasında Çekilmiş Filmlerde Kentsel Aile,1999). 1960-1970 ve 1971-1980 arası çekilen filmlerin tümünde, ailede evlilik kurumuna verilen değer olumludur. Filmlerde aile büyükleriyle birlikte yaşama görülmez. Aile kurumu ve evlilik değerini korur (1999). Ancak bu noktada gözden ırak tutulması gereken bir konu var: Babasız büyüyen avare hem anne hem de babasına kavuşur. Film de hasretliği sona erdirir ve geniş aileyi kurar. Bir anlamda avare tam anlamıyla dönüşüme uğrar, toplumla bütünleşir. Aile hem kutsanır (filmin sonunda) hem de avarelik son bulur (anne-babaya ve bir eşe sahip olunur). Avare var olan değerleri benimser. İkilem sona erer. Yalnızca “iyi” ve “namuslu” olan vardır bu tabloda. Zaten Sedat’ın tutukluluk yılları da sona ermiştir. “Kötü” ye ilişkin hiçbir şey yoktur bu son tabloda. Awaara’da ise Rita sevdiği erkeği demir parmaklıkların arasında bırakır. Gözü yaşlıdır ama umutludur. Bu durumda Avare’nin sunduğu mutlu son gerçek anlamda bir mutlu sondur. İzleyici sinemadan gülümseyerek çıkar.
Devamı var! Gelecek hafta!