Şair ve oyuncu Cansu Türedi ile şiir kitabı “Düşmek Baladı”na ve hayata dair söyleştik. Bizimle fikirlerini paylaştığı için çokça teşekkür ederiz..
Bazı filmler vardır, aradan uzun zaman geçse bile dönüp izleme ihtiyacı hissedersiniz. Sizin için böyle bir film var mı?
Benim için filmlerden ziyade sahneler var sanırım. Çünkü film seçimim de öyledir. Ne tarz filmleri sevdiğim konusunda artık radikal bir cevabım yok. Kitapların altı çizili cümleleri gibi, açıp birkaç sahne izlerim genelde. Ve bence bu liste böyle uzar. ☺ Dönem dönem “İşte bu film!” dediğim film değişiyor çünkü.
Türkiye’de yapılan sinemayı ve sinema platformlarını nasıl buluyorsunuz?
Hemen hemen her alanda ihtiyacımız olan reforma sinemada da ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bir şeye yetersiz demek çok kolaydır. Böyle demiyorum bu yüzden, neresiyle/neyle kıyasladığımıza göre de değişir çünkü. Ama “Vay!” dedirttirmeyen birçok film için bir çok sebep var. Teknik eksikliği ve gerekli teknik sağlansa belki onu kullanamayacak tekniker eksikliği. Ve bir de piyasanın yönlendirdiği bir sanat dalından bahsediyoruz. Beni izleyici olarak tatmin eden bir şey değil.
Kısa süre önce yayımlanan “Düşmek Baladı” isminde bir kitabınız var. Sizin için yazmak ne ifade ediyor?
Didem Madak diyor ya, “Elimdeki kibritle oynamak gibiydi şiir yazmak.” Benim için de şiir böyle bir şey. Çocukken kibrit yakıp, ateşi izlerken dalıp gitmeyi ve hayal kurmayı çok severdim. Bir gün kibritte alev aniden parladı. Telaşla kibriti yere attım. Halıya, eve. Ben elimdeki yangından kurtulmak için alevi ayaklarımın dibine, eve taşıdım. Benim için de şiir ateşle oynamak gibi bir şey. Yazmak ise, rüyamdaki gibi. Rüyamda büyük bir kapı görmüştüm. O kapının ardındaki gücü hissedebiliyordum. Yazmak, o kapıyı aralamaya çalışmaktır benim için.
Türk sinemasının edebiyatla bağı biraz zayıftır. Uyarlamalar konusunda da çok başarılı olunduğu söylenemez. Sizce neden Türk sinemasının edebiyatla bağı bu kadar kopuk?
Eğer bu durum gerçekten bizim gördüğümüz kadar ise, yine diğer sorunun cevabına benzer bir cevap vereceğim. Ne kadar “Dizi yapımcıya, tiyatro oyuncuya, sinema yönetmene yapılır” dense de bütçeyi sağlayamayınca durumlar değişiyor. Sinema toplumun ne izleyeceğini değil, toplum sinemada ne göreceğini seçiyor. Sinemasever kitle çok geniş de olsa (demek istediğim ciddi sinema kültürüne sahip insanlar) çoğunluk belki gerçekten ziyade kurgu izlemeyi seviyor. Ya da metni, temeli olmayan komediyi izlemek istiyor. Edebiyat çok gerçektir çünkü. Sanırım bu yüzden herkese hitap etmez.
Rol aldığınız diziler içerisinde kendinize yakın hissettiğiniz bir karakter oldu mu?
Oynadığım her karakter benimle çok farklıydı. En çok huyu bana yakın dediğim karakter bile benden çok uzaktı. Ama oyunculuğu bu yüzden çok seviyorum zaten. Sana her gün birkaç saatliğine kendini terk etme ve başka bir insan olma şansı tanıyor.
Şu süreçte hepimiz vaktimizi evde geçirmeye çalışıyoruz. Siz vaktinizi nasıl geçiriyorsunuz? Ve bizlere neler tavsiye edersiniz?
Yakın çevrem bilir, evde kalmak benim için çok zor bir şey değildir. Özellikle kışın dışarıda olduğum günlerin sayısı tüm kış boyunca belki 30 günü geçmez. Ben kendimle kalmayı, hiçbir şey yapmak zorunda olmamayı, bazen sadece uzanıp vücudumu dinlemeyi çok seviyorum. İlla ki yapacak bir şey buluyorum. Kesip, yapıştırma, resim çizme işleri, şarkı söyleme, dans etme… Ama dedim ya, bunlar benim rutinim zaten. Rutini dışına çıkanlara da tavsiyem şu olabilir… Dışarının ve kendi kalabalığımızdan kendi sesimizi kulak ardı ediyoruz çoğu zaman. Bunun zaman zaman ruhumuzda hissettiğimiz huzursuzluğun sebebi olduğuna inanıyorum ben. Biraz “Bütün bunlar neden, bundan sonra ne yapacağım, bu kötü gidişte bir payım var mı?” demek lazım kendimize. Her şeyin mizahını yapabiliyoruz, çok güzel ama gerçek sorumlulukla yüzleşecek cesarete kendimizi hazırlamalıyız bence. Ve yüzyıllardır yüzüne güldüğümüz, çelmeler taktığımız, gruplarımızdan dışladığımız, yok saydığımız, saldırdığımız Yaşlı Dünya Çocuk’a merhamet etmeliyiz artık.