Alan Parker, işçi bir ailenin çocuğu olarak 14 Şubat 1944 yılında Londra’da doğmuş bir yapımcı, senarist, yönetmen ve aktördür. Filmlerinde kendi hayatını etkileyen olayların bir yansımasını görmek mümkündür. Tıpkı bir öykü anlatıcısı gibi, birçok görsel detayla birlikte ortaya koyduğu hikâyeden izleyicinin duygusal ve görsel olarak etkilenmesini istemekte, aynı zamanda bu yolla kendi entelektüel bilgi birikimini izleyiciye aktarmaktadır. Alan Parker’ın 1987 yılında yönettiği başrollerini Mickey Rourke (Harry Angel); Robert De Niro (Louis Cyphre) ve Lisa Bonet’in (Epiphany Proudfoot) paylaştığı Angel Heart filmi, William Hjortsberg’in Falling Angel (Düşen Melek) adlı romanına dayanmaktadır. İlk etapta sıradan bir dedektiflik öyküsü gibi gözüken Falling Angel, Hjortsberg’in doğaüstü motiflerle Faust imgesini birleştirmesi üzerine Gotik bir romana dönüşmüştür. Senaryonun temelini Hjortsberg’in romanından alan Parker, romandan farklı olarak bu öyküyü 1959 yılının New York eyaletinde kurgulamamıştır. Bunun yerine, olayları 1955’in New York’undan alıp New Orleans eyaletine kadar taşımıştır. Bu beş senelik fark önemsiz gözükse de, kara film (film noir) özelliklerini belirgin kılarak bir dönem filmi çekmek isteyen Parker için oldukça önemlidir. Parker bu sayede 1940’lara daha yakın bir atmosfer kullanarak renkli ama siyah beyaz olan bir film ortaya çıkarmıştır. Sembollerin iç içe geçerek birbirini tamamladığı ve izleyici tarafından belirgin bir şekilde anlaşılmasının istendiği bu film, Hristiyan mitolojisine ait motiflerin yanı sıra, modern şeytan imgesinin geleneksel algıdan farklı olarak izleyiciye sunulduğu, kahramanın yolculuğunu anlatan bir film olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna göre, Angel Heart filminde kullanılan ikonografik ve mitolojik göndermeler üzerinde durulacak ve film bu bağlamda analiz edilecektir.
Angel Heart, 1955 yılında Brooklyn’de yolsuzluk veya aldatma gibi küçük çaplı işler için özel dedektiflik yapan Harry Angel’ın, bir gün ortadan kaybolan Jonny Favourite adında bir adamı bulması için Louis Cyphre tarafından kiralanması ile başlamaktadır. Gerçek adı Johnathan Liebling olan Johnny Favourite İkinci Dünya Savaşı öncesinde Spider Simpson Orkestrası’nda çalan ünlü bir şarkıcıdır ve ödemesi gereken bir borcu olduğu için Louis Cyphre tarafından aranmaktadır. Hikâye kısa bir özetle, Harry Angel’ın Johnny Favourite isimli bu eski şarkıcıyı bulmak veya kayboluşu ardındaki gizemi ortaya çıkarmak üzere çıktığı yolculuğu konu almaktadır. Kahramanımız Harry Angel, bu karanlık yolculuk sırasında gerçek kimliği ile yüzleşecek ve işlediği günahların bedelini cehennemin merdivenlerini adım adım inerek ödeyecektir.
Bu hikâye üzerinden kullandığı imgelerle Parker, şeytanın ayrıntıda gizli olduğunu ve içimize çok yakın olduğunu göstermektedir. Ayrıca, karanlık ve ruhani bir dünyanın kapılarının aralandığı, filmin ilk sahnesinden itibaren izleyiciye hissettirilmektedir. New York’un terk edilmiş binalarının arasında dans edercesine hareket eden dumanlar gotik bir atmosfer sunarak adeta ruhlar âlemine girildiğinin haberini vermektedir. Film boyunca ruhların varlığı, sigara dumanı, rüzgar ve uğultu ile izleyiciye hatırlatılmıştır. Şiddetli yağmur, sis ve karanlık dönemin korku filmlerinde oldukça yaygın biçimde kullanılan korku ögeleridir. Film boyunca, kötü şeylerin bir birini izleyeceği ve aydınlığa ulaşılamayacağı bu atmosfer üzerinden desteklenmiştir. Alan Parker, kırmızı ve siyah renklerin baskın olarak kullanıldığı bu filmde, tıpkı Harry Angel gibi izleyici de yer altı dünyasına davet etmektedir. İlk sahne bu açıdan önemlidir, kurban olduğunu boyunun kesilmesinden anladığımız ceset yerde yatarken, yangın merdivenindeki tanrısal konumundan aşağı bakan kedi ve cesete daha yakın bir konumda bir köpek kadraja girmektedir. Kedi olaya kayıtsız görünürken, insan ruhuna daha yakın olarak tasvir edilen köpek olayın vahşeti karşısında şehrin sokaklarında kaybolmuştur. Yunan mitolojisinde Artemis’in dostu olarak verilen köpekler Homeros’un destanında insanların en yakın dostu ve koruyucusu olarak tanımlanır. Buna karşın, birçok toplumda ve özellikle Amerikan toplumunda kara kedilerin karanlıkta gözlerinin parlaması ve vücutlarının gözükmemesi uğursuzlukla özdeşleşmiştir. Dolayısıyla, ilk sahneden itibaren filmin iyi ve kötü, yaşam ve ölüm gibi karşıtlıklar üzerinden işleneceği aşikârdır.
Şeytan miti, alışılagelmişten farklı ve oldukça modern bir algı ile işlenmiştir. Louis Cyphre karakteri içimizden gözüken ama aynı zamanda geriye taranmış siyah saçları, uzun sivri tırnakları, şeytanın simgesi olan beş köşeli yıldızın olduğu yüzüğü ve asası ile bize bir o kadar yabancıdır. İsmindeki çok sesli tınıdan anlaşılacağı gibi kendisi Lucifer’dir. Yani cennetten kovulmuş şeytanın ta kendisidir. Bu nedenle Harry, şeytanın Louis Cyphre olduğunu anladığında, Lucifer alaycı bir şekilde geleneksel algıya gönderme yaparak; at ayakları ve bir kuyrukla daha inandırıcı olup olmayacağını sormuştur. Bu sayede, şeytanın bize kendimiz kadar tanıdık olduğu mesajı verilmiştir. Vantilatör, film boyunca cinayetlerden önce karşımıza çıkan ölümün habercisi niteliğinde özellikle kara filmlerde sıklıkla kullanılan bir motiftir. Vantilatörün, Cyphre ile kilisedeki ilk buluşmalarında hem Harry hem de izleyici tarafından fark edilmesi ve vantilatörün hareketlerinin Cyphre’ın baston hareketleri ile benzer olması, gelecekte yaşanacak kötü olayların Cyphre ile bağlantılı olacağını kanıtlar niteliktedir. Bu nedenle, Harry’in dâhil olduğu bütün cinayetlerden önce vantilatör özellikle izleyiciye gösterilmiştir. Ayrıca, içerideki bunaltıcı, boğuk havanın izleyiciye hissettirmesi açısından vantilatörün kullanımı önemlidir.
Kahraman miti Angel Heart filmi kapsamında tartışabileceğimiz ayrı bir olgudur. Bu yolculuk için kahramanın rutin yaşamından ayrılarak tehlikeli, bilinmeyen bir yola atılması, olumlu veya olumsuz bir değişiklik geçirmiş olarak serüvenini tamamlaması beklenir. Bu bağlamda, Harry Angel, Johnny Favourite’ın kaybolma nedeni ardında yatan gerçeği ararken, kendi yolculuğuna adım atmış ve tıpkı Kral Oidipus’un kendi gerçekliği ile yüzleşmesi gibi benzer bir sonla bu yolculuğunu tamamlamıştır. Oidipus kendinden önceki Kral’ın katilini aramak ve gerçek bilgiye ulaşmak için yola düşer, ancak öz babasının katilinin kendi olduğunu ve annesi ile ensest bir ilişki yaşadığını öğrendiğinde lanetlendiğini anlar. Benzer şekilde, Harry Angel gerçeği aradığı bu yolculukta kendi kimliğini, işlediği cinayetleri ve günahları keşfetmiştir. Tıpkı annesiyle ilişki yaşayan Oidipus gibi o da kızıyla yaşadığı yasak ilişki sonucunda artık kaçamayacağını ve cehenneme ait olduğunu keşfeder. Her iki kahramanda kendi gerçeklerine kördür ve ancak gerçekliği keşfetmeleri ile yolculuklarını tamamlayabilmektedir. Harry filmin sonunda parçaladığı aynada parçalanmış kişiliğine bakarken kim olduğumu biliyorum diye bağırmaktadır. Bu kahramanın yolculuğu sonunda ulaştığı gerçeğin bire bir yansımasıdır.
Bu bağlamda, Faust arketipi de önemlidir. Çeşitli biçimlerde edebiyatta yer alan Faust karakterini en çok Goethe’den hatırlamaktayız. Her koşulda zevk ve haz peşinde koşan Faust, güç hırsıyla yanıp tutuşan ve evrensel bilgiye ulaşmaya arzusu taşıyan bir karakterdir. Bilgi ve haz uğruna Şeytan’la anlaşma yapmış ve bu amaç uğruna ruhunu şeytana satmıştır. Bu benzerlik açık bir şekilde Angel Heart filminde de görülmektedir. Louis Cyphre, Harry ile buluşmasında insan ruhunun simgesi olduğunu söylediği yumurtayı gözlerinin içine bakarak yerken, gerçekte Jonny Favourite’ın ruhunun kendine ait olduğunu ima etmektedir. Aslında Harry Angel, şan ve şöhret uğruna ruhunu şeytana satan Johnny Favourite’ın ta kendisidir. Kara büyü ve şeytanın yardımıyla, genç bir asker olan Harry Angel’ın kalbini söküp kendi ruhunu yaşatmıştır. Ancak artık unuttuğu borcunu ödemesi, yani ruhunu Lucifer’e teslim etmesi gerekmektedir. Goethe’nin Faust’unda olduğu gibi, yolculuğun sonunda şeytanın temsilcisi Mefistofeles, burada Louis Cyphre (Lucifer) bir adalet temsilcisi gibi karşımıza çıkmaktadır. Bütün bu olanlardan sonra Johny Favourite’ı ait olduğu cehenneme götürecektir.
Alan Parker, Hristiyan sanatına ve dini pratiklerine dair ikonografik temsilleri oldukça yoğun olarak kullanmıştır. Lucifer’in kilisedeki rahat tavırları, kutsal bir mekânda intiharın gerçekleşmesi, kanın kilise duvarlarına sıçraması, papanın yüreklerinizi ve cüzdanlarınızı açın demesi, kilisede çalan hareketli müzikler kutsal olanın nasıl sekteye uğradığını kanıtlar niteliktedir. Harry’nin dâhil olduğu yerde artık kutsallık sekteye uğramıştır. Çaldığı askerin kalbiyle, Johny Favoruite, Angel olarak yeniden doğmuş ancak kutsanmamıştır. Bu nedenle su ve kase sembolü filmde önemli yer tutmaktadır. Hristiyanlıkta bir kişinin kutsanması ve günahlarından arınması için su ile vaftiz edilmesi gerekmektedir. Ancak, işlediği günahlardan ötürü Harry’nin artık arınma ihtimali bulunmamaktadır. Irmakta suyun arındırıcı gücüyle temizlenen insanlara bakarak geçen Harry’nin arınma ihtimalinin olmadığı Epiphany ile sevişirken tavandan kaseye akan suyun kana dönüşmesi ile pekiştirilir. Hristiyan mitolojisinde, İsa’nın son akşam yemeğinde kullandığı kupaya “Kutsal Kase” denilmektedir. İsa çarmıha gerildiğinde vücudundan akan kanın bu kaseye dolduğuna inanılmaktadır. Akan bu kan ile İsa diğer insanların günahlarından arınmalarını sağlamıştır. Kutsal Kase vurgusunun bu ensest ilişki esnasında çok belirgin bir şekilde verildiğini, dolayısıyla Johny Favaourite’un kutsal olana ihanet edişinin ve artık hiçbir zaman kurtuluşa erişemeyeceğinin altı çizilmektedir. Ayrıca, Film boyunca İsa figürünü sıkça görüyoruz, özellikle Harry kaldığı otelin merdivenlerinden çıkarken ona gözlerini ayırmadan bakan kız çocuğunun, hemen ardından gelen sahnedeki İsa tablosu oldukça ikonografiktir. Kız çocuğunun bakışları Harry’nin girdiği bu karanlık yoldan çıkamayacağı ve ona acımaktan başka çare kalmadığını gösterir niteliktedir.
Filmde isimlerin oldukça sembolik anlamlar taşıdığı en başından beri izleyiciye belirtilmektedir. Parker, bu isimlerin sembolik olduğunu, özellikle isimleri ana karaktere yanlış telaffuz ettirip yeniden düzelttirerek hissettirmiştir. Harry, Louis Cypher diye seslendiğinde Lucifer, onu Cyphre olarak düzeltmiştir. Aynı şekilde, Harry’nin telaffuzu Epiphany karakteri tarafından da düzeltilmiştir. Bu vurgu gerek Harry’de gerekse seyircide farkındalık yaratması için kullanılmıştır. Epiphany trajedilerde kahramanın daha önce farkına varmadığı bir şeyi çoğunlukla gerçekliği keşfetmesi anlamına gelmektedir. Hristiyan mitolojisinde ise doğrudan İsa’nın doğuşu anlamını taşır. Bir voodo rahibesi olan Epiphany’nin, tanrılardan çocuk yaptığını söylemesi ile adeta Hristiyan mitolojisine meydan okur nitelikte bir mesaj verilmektedir. Doğan çocuk Lucifer’in hizmetine tabidir. Dolayısıyla, işlenen bir günah ve onun verdiği tohum vardır. Epiphany ile birlikte olduktan sonra Harry işlediği günahın farkına varmıştır. Parçalanmış aynada kendi yüzüne bakarken aynı zamanda parçalanmış ruhuna da ulaşmıştır. Dolayısıyla, kapanış sahnesinde, asansörle birlikte cehenneme doğru inildiğinin ve artık çıkışın mümkün olmadığı mesajı verilmiştir.