Giriş
Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes’da dakikalarca ayakta alkışlanması üzerine filme daha yakın bir perspektiften bakma ihtiyacı doğmuştur. Filmin odak noktası olan dışlanmışlık ve baba- oğul çatışmasına en yakın olarak Freudyen ve Lacanist perspektiflerle bakılması amaçlanan bu çalışmada, filmin başından sonuna kadar tüm sahnelerin detaylı incelenmesi yapılarak felsefi irdelemelere yer verilmiş olup, akademik gözlemler filmin tamamında satır aralarına yayılmıştır. Göstergebilimsel ve Söylembilimsel analizlerin tercih edildiği çalışma aile içi anlaşmazlıklarda baba ve oğul ilişkisinin kilit noktası olduğunu ön görerek filmde söz konusu ilişkinin geçirdiği gelişimler incelenmiştir.
1.Biyolojik ve Sosyal Oidipus
Kral Oidipus efsanesine dayanan kavram hakkında mitsel bir tanım yapacak olursak, efsaneyi bilmemiz gerekir. Mitolojiye göre Oidipus’un soyunun laneti, babasının Thebai tahtına oturamayarak sürgünde geçen gençlik yılları sırasında ortaya çıkmıştır. Baba Laios, Thebai tahtını elinde bulunduranlar tarafından Korinthos kralı Pelops’un yanına sürgüne gönderilmiştir. Onu cömertçe konuk eden ve ona sahip çıkan kralın oğlu Khrysippos ile yakın arkadaşlık kuran Laios, bu yakışıklı delikanlıya âşık olmuştur. Onunla sürekli ilgilenir ve ona erkek olmayı öğretir. Âşık olduğu bu genç delikanlıyla cinsel ilişkiye girmek ister, cazibesiyle onu ayartmaya çalışır ancak başarılı olamayınca, bu kez onu zorla elde etmek ister. Khrysippos ise bundan utanç duyup kahrolmuş ve sonun intihar etmiştir. Bu hadisenin ertesinde, onu konuk eden kral Pelops, Laios’u açık açık lanetlemiş ve soylarının kuruyup yok olmasını dilemiştir. Thebai tahtı her ne kadar Laios’un hakkı olsa da, ülkeden sürülerek tahttan mahrum bırakılmış ve uzaklaştırılmıştır. Bu yüzden de Thebai’de soy zinciri bozulmuştur. Laios ayrıca Thebai soyunda farklı türden bir sapmayı da gösterir, çünkü bir kadını eş almak yerine bir erkeğe ilgi duymuştur. Pelops tarafından lanetlenip, Korinthos’tan kovulan Laios, ülkesi Thebai’ye geri dönmüş ve tahtı elinde bulunduranların güç kaybetmesi sonucu hükümdarlığı tekrar eline geçirdiği görülür. Korinthos’taki günahları sebebiyle kendi ülkesinde de kolay kabul görmediği söylenmektedir. Ancak Laios’a, nispeten sevilen bir kral olan babası Labdakos’tan ötürü saygı gösterilmeye devam edilmiştir. Laios, her ne kadar soyunun kuruması için lanetlenmiş olsa da, bir kadınla evlenip krallığını devam ettirmelidir.
İokaste ile evlenen Laios, Thebai şehrindeki hâkimiyetini pekiştirdikten sonra bir veliaht sahibi olma çabalarına girişmiştir. Ancak bir türlü çocuk sahibi olamayan kral, bu üzüntüyle gizlice Delphoi’ye giderek bölgenin kâhinine başvurmuştur. Kâhin ona, çocuk sahibi olamamasının bir nimet olduğunu söyler, İokaste’den olacak bir çocuğun kendisini öldüreceğini bildirir. Bu kehanet sebebiyle, hiçbir açıklama yapmadan karısı İokaste’yi kovar. İokaste ise bu karara çok sinirlenir ve onu sarhoş edip kandırarak onunla birlikte olur. İokaste, dokuz ay sonra oğullarını doğurur, ancak Laios bebeği kaptığı gibi, çiviyle ayaklarını delip birbirine bağlayarak Kitharion Dağı’na bırakır.
Bir çoban tarafından bulunan Oidipus, babasının da gençliğini geçirdiği Korinthos’un kralı Polybos’a teslim edilir. Ayağındaki yaralardan ötürü Oidipus (“topal” anlamında) ismi verilen bebeğe delikanlılık çağlarına kadar kral ve eşi tarafından bakılmıştır. Oidipus, yetişkin çağa geldiğinde, hakkında tahtın varisi ve kralın çocuğu olmadığı söylentileri çıkınca akıbetini öğrenmek için Delphoi kâhinine başvurur. Kâhin, ona kara kaderini, babasını öldürüp annesiyle evleneceğini söylediğinde ise, annesi ve babası bildiği Polybos ve eşine zarar vermemek için ülkeyi terk eder.
Graves’in aktardığına göre o sırada Thebai’ye Sphinks adında bir canavar musallat olmuş, onlarca insanı öldürmüştür. Kral Laios da canavarla başa çıkamayınca, kâhine danışmak için Delphoi’ye yola çıkar. Söylenene göre; kartal kanatlarına, kadın kafasına, aslan vücudu ve yılan kuyruğuna sahip olan canavar, tanrıça Hera tarafından, Laios’un Khrysippos’a yaptıklarını cezalandırmak için gönderilmişti. Sphinks adlı bu canavar, sorduğu bilmeceleri cevaplayamayanları öldürmektedir. Kral, Delphoi’ye yaptığı yolculuk sırasında aslında oğlu olan Oidipus ile dar bir geçitte karşılaşır. Duyduğu kehanetten ötürü sinirli olan Oidipus, ona yol vermeyen bu yolcuyu, yani öz babasını oracıkta öldürür. Daha sonra, kendine yuva bulmak ümidiyle Thebai’ye giden Oidipus, orada söz konusu Sphinks tehdidini sonlandırmayı başarmıştır. Onun sorduğu ünlü bilmeceyi, “Başlangıçta dört, sonra iki, daha sonra da üç ayağı olan ve düşünülenin aksine dört ayaklı iken en zayıf ve savunmasız olan yaratık nedir?” sorusunu “İnsan.” diyerek doğru cevaplayan Oidipus, Thebai’nin kurtarıcısı olarak büyük bir hürmete nail olmuştur. Sphinks de doğru cevabı duyunca kendisine uıçurumdan aşağı atarak intihar eder. Laios’un ölümüyle kralsız kalan halk, kurtarıcı olarak gördüğü Oidipus’u tahta oturtur ve onu annesi İokaste ile evlendirir.
Oidipus, evlendiği kadının annesi olduğunu ve öldürdüğü adamın babası olduğunu bilmeden Thebai’de yıllarca hükümdarlık yapmıştır. Hatta bu süreçte annesinden dört çocuk sahibi olur. Fakat kendisinin ve ailesinin üzerindeki lanetin farkında değildir. Söz konusu lanetin bir sonucu olarak ülkede veba salgını baş gösterdiğinde, kahramanın kötü kaderi de ortaya çıkacaktır.
Salgının sebebini öğrenmek isteyen Oidipus, İokaste’nin kardeşi Kreon’u Delphoi’ye gönderir. Kreon’un kahinden getirdiği cevap şudur: Laios’un katili bulunmalı ve şehirden sürülmelidir. Çünkü salgının sebebi Laios’un katilidir. Bunun üzerine Oidipus katili araştırmaya koyulur ve ona tehditler savurur. Bilici lakaplı bir diğer kahin olan Teiresias’a katilin kim olduğunu sorar, ancak Teiresias cevap vermek istemez. Kreon, Teiresias ve Oidipus arasında gerginlik baş gösterir. Araya giren İokaste ise bir zamanlar gördüğü bir rüyadan bahseder; Laios’un dar bir geçitte öldürüldüğüne değinir. Bu sözlerin üzerine Oidipus kuşkuya düşer, ardından Korinthos’tan bir ulak gelir ve kral Polybos’un öldüğünü, Oidipus’un kral olmak için ülkeye çağrıldığını bildirir. Oidipus kuşkuludur, babası bildiği Polybos’un ölümü kendi elinden olmamıştır ancak yine de annesinin yanına gitmekten çekinmektedir. Bu sırada Korinthos’tan gelen ulak ona, Polybos’un oğlu olmadığını ve bir çoban tarafından onlara emanet edildiğini söyler. Çoban da görüşmeye çağrılır ve gerçekler ortaya çıkınca İokaste ve Oidipus’un şüphesi kalmaz. Kraliçe İokaste sarayın içine sığınır ve intihar eder. Oidipus ise annesinin ve karısının iğnesiyle kendi gözlerini kör eder. Daha sonra da acılarından uzaklaşmak için Thebai’yi terk eder.[1]
Bu Oidipus’un mitolojide yer alan hikayesidir. Sigmund Freud cinsiyet oluşumunun ve cinselliğin evrelerini kategorize ederken çalışmalarına Oidipus Kompleksi[2] şeklinde bir kavram ekler. Kavrama göre bebek annesinin memesiyle bütünleşik yapısından dolayı uzun süre annesinin yalnızca kendisine ait olduğunu zanneder ve doyumunu annesinin memesi aracılığıyla gerçekleştirir. (ki bu durumu diğer bir psikanalist Lacan Ayna Evresi çalışmasında ele almıştır) Fallik dönemde libidonun çocuğun bedeni dışında bir doyum araması sonucu çocuk cinsiyet farklılıklarını duyumsamaya başlar. Zamanla erkek çocuk penisinin(fazlalığının) bilincinde olarak kız çocuktaki eksikliği de ayrımsar ve kız çocuk cinsel organına sonradan penis ekleneceğini zannederken, erkek çocuk penisini kaybetme endişesi duyar. Bu endişe onun cinselliğe ilişkin ilk endişesidir ve bu “fazlalığı” kaybetmemek için ilk rakibi olarak annesine en yakın gördüğü Baba kavramına karşı bir öfke duymaya başlar. Bu durum kız çocuklarında da tam tersi olarak işler, onlar da cinsel organlarının eksikliklerinin suçlusu olarak Anne’yi görürler ve Baba’yı anneden kıskanmaya başlarlar. Elbette ki Oidipus efsanede mitsel olarak bir hikaye biçiminde ele alınmıştır ve Freud, oluşturduğu çalışmalarda cinsel kimlik biçimlerinin çocuklar tarafından ilk ayrımsanışını ve ilk cinsel dürtüleri açıklamak açısından kullanmıştır.
Freud cinsiyet biçimlerini biyolojik süreçler olarak ele alırken, Lacan onunla benzer fikirlere sahip olmakla birlikte, cinsiyet kimliklerinin sosyo-kültürel bir yapılanma ile gerçekleştiğini, kadın ya da erkek doğulmadığını, bu ayrımın toplumsal normlarla şekillendiğini öne sürer. Çalışmamız kapsamında Oidipus’un ne olduğunu açıklamak açısından Freud’un görüşleri son derece önemli olmakla birlikte, incelenmiş olan filmdeki Oidipus eleştirisine, irdelenen cinsiyet kimliğinin yetişkinlik boyutunda olması ve sosyal şartlar çevresinde belirginleşmesi bakımından Lacan’ın cinsiyet kimliği fikirleri kılavuz tutularak devam edilmiştir.
2.Ahlat Ağacı
Sınıf Öğretmenliği bölümünü bitirip evine dönen Sinan’la açılan sahnede, Sinan mahallesine geldiğinde kuyumcu ile geçen diyaloğa şahit oluruz. Sinan’ın babasının kendisinden aldığı çeyrek altınları nazikçe isteyen kuyumcu, bununla birlikte Sinan’ın dedesinin köyünde yaşayan ve babasına ait olan çoban köpeğine de talip olmuştur. Bu iki talep daha ilk sahnede Sinan ve ailesi hakkında bazı kişilik ve yaşantı biçimleri hakkında izleyiciye bilgi sunmaktadır. Sinan babasının köpekle olan bağından bahsederek, film boyunca karşımıza çıkacak olan tek dostluğu işaret eder: Baba ve köpek dostluğunu.
Eş zamanlı olarak kuyumcunun da hayata materyalist bir bakışla baktığı yönünde izlenimler ediniriz ki bu filmin sonraki sahnelerinde yeniden karşımıza çıkacak olan bir ilişkinin alt metinlerini görmemizi sağlayacaktır. Sinan evine geldiğinde kapının önünde kırmızı, üzerinde “öğretmenden satılık” yazan eski model bir araba vardır. Sinan’ın eve girmeden arabaya şöyle bir göz gezdirmesiyle, arabanın aileden birine ait olduğu fikri oluşmaya başlar. Çok para etmeyecek bu arabanın satışa çıkarılması ailede var olan maddi sorunları daha da pekiştirmektedir. Sahne akşam olup da Baba’nın evine dönmesiyle devam eder. Baba eve geldiğinde karşımıza çıkan tabloda, parçalanmaya yüz tutmuş bir aile yaşantısı gözümüze çarpar. Baba’nın eve gelmesi kimsenin umurunda değil gibidir. Anne ve Kız Kardeş oturma odasında televizyon izlemekte, Sinan odasında kitaplarını yerleştirmektedir. Baba Sinan’ın kitaplarını yerleştirdiğini görür. Sinan “annem ben yokken kaldırmış hepsini” dediğinde “ o gereksiz şeyleri” sevmez diye imalı bir söz eder. O ana kadar kendisinin farkında değilmiş gibi davranan Anne içeriden seslenerek “sen kitaplara değer verdin de ne oldu, sonunu gördük” diye bir laf eder ve verdiği bu karşılıkta Baba’nın okumuş biri olduğunu, muhtemelen eski arabanın sahibi olan öğretmenin kendisi olduğunu anlarız. Bu çıkışta yönetmen, ailede tek sorunun maddi sıkıntılar olmadığını, bundan daha fazlasının mevcut olabileceğini de düşündürür izleyiciye.
Nuri Bilge, evin hanımı ve kızının umursamazlığını, varoluşun iletişimsizlik sıkıntısı temasıyla vermektedir. Evde televizyon sesli bir şekilde açıktır ve bunun dışında bir şey umursanmaz. Baba kendi yemeğini mutfağa gidip kendisi alır ve oturma odasına gelir. Aile bir arada gibidir fakat Baba’ya karşı hepsi tepkisizdir. Televizyon açıkken Baba, “bir yaşındaki keçi böyle mi olur ya?” diye ilgi duyarak programı izlemektedir. Bu sözde Baba’nın kendi halinde bir öğretmen olmasının yanı sıra, doğaya ve hayvanlara karşı bir sevgi bağı olduğu fikrimiz oluşmaya başlar. Filmin sonraki sahnelerinde Baba’nın doğa sevgisi sıklıkla sunulacaktır bize; fakat bundan önce ailesi karşısındaki konumunun hiç de saygın bir noktada olmadığı ortaya çıkar. Kızı da, karısı da, oğlu da kendisini hiç de seviyor gibi değildir. Onların aksine Baba hiçbir sorun yokmuş gibi kızıyla şakalaşmaya çalışır fakat buna karşılık alamaz. Ertesi gün Baba ve Oğul, ilçenin köylerinden birinde yaşayan Dede’nin evine gider. Baba’nın buradaki en büyük amacı Dede’nin tarlasında bir kuyu açıp su bulmaya çalışmaktır. Bu amacı çevresindeki herkesçe küçümsenir, boş iş olarak görülür. Bu konuda asla başarılı olamayacağı sürekli yinelenir ve onun bu gereksiz amacı yüzünden köylüye rezil olduklarından bahsedilir. Baba içinse bu konu kutsal bir amaç halini almıştır, su sayesinde çevreyi yeşillendirmek ister. Fakat kendi babası tarafından da takdir görmemekle birlikte en çok da onun tepkisini çekmektedir yaptığı iş. Bahçede bağlı olan köpeğini içten bir sevgiyle karşılayan Baba’nın bu davranışı film boyunca karşılıksız sevildiği tek kişinin bu hayvan olduğunun ilk göstergesidir. Bu sırada Dede kendisine kızarak başka bir köşeye çekilir ve Sinan ile konuşur. Sinan kendisine babasını kafaya takmamasını söyler, Dede de ona bir hikaye anlatır. Baba’nın küçük bir bebekken tarlada uyuduğu sırada tüm vücudunun karıncalar tarafından sarıldığını, ilerleyen günlerde de her yerinden karıncalar çıkmaya devam ettiğini söyler. Baba’nın doğa sevgisinin, “bu hale gelmesinin” bu olayla bağlantılı olduğuna inanmaktadır. Bu hikaye film açısından önemlidir çünkü Sinan’ın hayatından düşsel metaforlar yoluyla yer edinecektir.
Sinan için ailedeki iletişimsizlik ve babasının tuhaf karşılanan davranışları arasında tek önemli olan şey bastırmak istediği “Ahlat Ağacı” isimli kitabıdır. Kitabını ücretsiz basmadıkları için paraya ihtiyacı vardır ve bu nedenle dedesinin mahzenine inip para getirecek eski kitaplar aramaya başlar ve bir tane bulur. Evine dönerken bu sefer de annesinin ailesi olan anneanne ve dedesine uğrar, onların Baba hakkındaki fikirleri de diğerlerinden farklı değildir. Baba onlara göre boş işlerle uğraşıyordur. Baba’nın kuyu metaforuyla verilen, hayata karşı umut ve mücadele durumu ise etrafındaki insanların ne umurundadır, ne onların mücadele etmeye istekleri var gibidir. Bu yüzden tümüyle rasyonel bir kafa yapısına bürünmüşlerdir. Anneanne, Baba’nın başka birinden daha borç altın aldığını ve geri vermediğini anlatır Sinan’a. Alacaklıları aileyi sıkıştırmaktadır ve bu borçların asıl nedeninin Baba’nın at yarışı oynamaya düşkünlüğü olduğu ortaya çıkar. Bu sahnede kimse tarafından değer görmeyen fakat en çok kendi ailesi tarafından dışlanan Baba, sonraki sahnelerde sürekli olarak var olma mücadelesi verir. Yerden yere vuruluşunu sakin bir şekilde karşılamaya çalışır fakat başarılı olamaz.
Sinan kitabını bastıracak parayı bulmak için ilk olarak belediye başkanına gider. Başkan onu güzelce uzun uzun dinler ve odasının kapısının olmadığını, çünkü artık halk ve devletin birbirine yakın konumda bulunduğunu, devlet insanı olarak halkın dertlerini dinlemenin boyunlarının borcu olduğunu söyler. Fakat Sinan’ın bastırmak istediği kitabın “Ahlat “ denen bir bölgeyi ele alan tanıtım kitabı değil de, ağaç olan ahlatı simgesel biçimde ele aldığı bir kitap olduğunu öğrendiğinde tüm fikirleri değişir. Belediyenin özel bir iş için bütçe ayıramayacağını, eğer buralarda bir bölgeyi tanıtım yazısı yazmış olsaydı seve seve yardım edebileceklerini fakat bu şekilde hiçbir şey yapamayacaklarını belirtir ve yardımcı olamayacağını söyler. Burada Baba’nın kuyu açma çabası ile Sinan’ın takdir görmeyeceği neredeyse belli olan kitabını bastırma çabası paralel olarak ilerler. Aldığı ret üzerine Sinan kitabın parasını kendisi biriktirmeye karar verir fakat bunu nasıl yapacağını bilememektedir. Dönüş yolunda bir zamanlar köyden yakın arkadaşı olan çocuğun eski sevgilisi olan Hatice ile karşılaşır. Başta havadan sudan sohbet ederler, sonra Sinan’ın “bu yerden gitmek istiyorum, buranın insanları arasında çürüyüp gitmek istemiyorum” sözleri üzerine Hatice depresif ve alaycı bir ruh haline bürünür. Bu fikirlerinden dolayı Sinan’ı küçümseyerek konuşur, fakat sonra ağlamaya başlar. Sinan durumun nedenini anlayamaz. Hatice ona yakında kendisinin de buradan gideceğini söyler. Sinan nereye gideceğini sorduğunda ise kuyumcu ile evleneceğini anlatır. Evlenmek ya da evlenmemek onun ruhunda bir değişiklik yapmayacak gibidir. Olsa olsa bir mekan değişikliğidir. Sözlerinden çok daha manevi bir hayat yaşamak istediği anlaşılır fakat evlenmeyi düşündüğü adam filmin ilk sahnelerinde gördüğümüz materyalist fikirlere sahip kuyumcudan başkası değildir ve Hatice istekleri bambaşka olmasına rağmen bu evliliği kabul etmiştir. Rüzgarın esişi, Hatice’nin bilmediği bir yola savrulmakta olduğunun bir okumasıdır ve Hatice bunun bilincindedir. Bu nedenle Sinan’a yaklaşır ve onu neredeyse dudağını kanatarak öper. Bu hareketi mevcut durumuna karşı bir tepki niteliğindedir.
Sonraki sahnede Sinan’ın, atanamadığı için polis olan bir arkadaşıyla telefon konuşmasına tanık oluruz. Konuşmalar sırasında kullanılan dil, aralarında geçen kaba diyalog ve yinelenen küfürler, arkadaşının son çare olarak sevmediği halde yapmakta olduğu mesleğine işarete der. Yönetmen burada polislik kavramının günümüzde mecburiyet yüzünden pek çok kişi tarafından tercih edildiği gerçeğini, bu nedenle insanların bu işi saygı duymadan sürdürdüklerini anlatmaya çalışır. İlerleyen günlerde Hatice’nin düğün alayını izleyen Sinan, Hatice’nin eski sevgilisi olan arkadaşının peşinden sahile gider. Konuşmaları sırasında arkadaşı kendisini suçlamaya yönelik konuşma yapar. Öncesinde Hatice ile ilişkilerini kıskandığını öne sürer ve Sinan’ın sivri diline ve acımasızca gerçekleri söyleme özelliğine ilk defa burada açık şekilde tanık oluruz. Sinan “kaybetmeyi bir eşik olarak görmek gerektiğini, bir konuda yeterince iyi olmadığımız ortaya çıktığından yenilgiyi kabul etmek gerektiğini” söyler. Arkadaşının acısına saygı duymak bir yana, başına gelenleri hak ettiğini iddia eder. iki arkadaş birbirlerini art niyetli ve iki yüzlü olmakla suçlayınca aralarından kavga çıkar. Hatice’nin ısırarak kanatamadığı dudağı eski sevgilisi vurarak kanatmayı başarır. Sinan’ın film boyunca kendisi sık sık gösteren sivri dili onu toplumdan soyutlayan ve ikili ilişkilerini bozan bir şeydir. Böyle olsa da içine kapanmasına neden olan huyları Sinan için sorun olmuyor gibidir. Katılmadığı fikirler karşısında diğer insanların üzerine gitmekten asla vazgeçmez.
KPSS’ye girecek olan Sinan’ın yol parası yoktur ve Anne komşudan borç alır. Sınava gitmek için otobüs terminaline giden Sinan’a babası yolda ona yetişir ve eğitim sistemi üzerine konuşmalar yaparlar. Terminale geldiklerinde Baba yol parasından başka parası olmayan Oğul’dan sigara ve kokoreç için para ister. Bu sahneden izleyici Baba’ya ilk defa açıkça tepki halindedir. Sinan parayı verir ama babasına güvenmediği için onu takip eder. Ganyan bayiine gittiğine dair hiçbir kanıt bulamasa da şüphesi geçmez. Bu sahneden Baba’ya ilişkin önyargı Sinan ve seyircide ortaktır. Filmin sonuna kadar da izleyici şüphe içerisinde kalmaya devam edecektir. Sınavı kötü geçen Sinan dönüş yolunda limanda emanete bıraktığı poşetini almak için uğrar. Çay bahçesinde yaşlı bir adam oturmakta ve para hesabı yapmaktadır. Bu para hesabı ayakkabı tamirinin bedavaya gelip gelmeyeceği ve askerdeki oğluna yollayacağı paradan havale ücreti kesilip kesilmeyeceği kadar detaylıdır. Bu detaylar günümüz ekonomik sorunlarının ne kadar ciddi boyutta olduğunu niteler. Evine dönmeden önce dedesinin mahzeninde bulduğu eski kitabı göstermek için sahafa girer. Kitap sandığı kadar değerli olmasa da yine de sahaf kendisine belli bir ücret öder. O sırada geçmiş günlerde söyleşisine katıldığı yerel bir yazarı sahafta otururken bulan Sinan yanına gidip kendisini tanıtır ve oturmak için müsaade ister. Bu müsaadenin aslında yazara sataşmak ve bazı fikirlerde açıkça ters düşüp ortamı kızıştırmak istediğini görürüz. Yazarı sıkıcı ama derin sorularıyla kışkırtarak antipatisini kazanır. Öyle ki adamı yolda bile rahat bırakmayarak sonunda adam tarafından kovulur. Bu sahnede Sinan köprüde bir deniz kızı heykeline dayanmıştır ve heykelin bir tarafının kırık olduğunu fark eder. Bu sahnede kullanılan kırık parça metaforu, Sinan’ın bazı cevaplar almak ya da fikirlerini savunmak pahasına karşısındakileri kırmaktan çekinmeyeceğini anlatır bize. Diğer yandan yazar Sinan’ı dinliyor gibi gözükse de onun amacı da aslında Sinan’ın toyluğundan dem vurarak çalışmalarını küçümsemekten fazlası değildir. Sinan’la kıyaslandığında yerel çerçevede daha başarılı sayılmasına karşın bu başarıyı paylaşmaya gönüllü olmadığını her cümlesinde belirtir. Burada eski yazarlarla genç yazarlarının sürekli girdiği çatışmanın bir görüntüsü sunulmuştur. Sinan yazar tarafından kovulmasına içerlemez; tam tersine bundan bir haz duyar çünkü en başından beri amacı budur. Otobüste uyurken gördüğü bir rüyada Sinan yine mahzendedir ve bir kapağı açmaya çalışmaktadır. Kapağın altından ne çıkacağı belli değildir fakat bu Sinan’ı oldukça zorluyor gibi görünür. Gördüğü rüya Sinan’ın gereksinim duyduğu paraya ulaşıp kitabını bastırmak için şansını ne kadar zorlayacağını irdeleyen bir sahnedir. Sinan ilçeye döndüğünde babasının borçlu olduğu bir başka öğretmen yolda ona Baba hakkında uygunsuz söyler söyler. Babasını ganyan bayiinde bulacağını, oraya gitmesini ve ona öğüt vermesini telkin eder. Sinan gerçekten de babasını orada gazete okurken bulunca adama hak verir ve babasını suçlamaya başlar. Oysa görünürde Baba gerçekten de gazete okumaktadır ve at yarışı oynadığına dair bir kanıt hala söz konusu değildir. Buna rağmen hem Sinan hem izleyici için var olan şüpheler hala geçerliliğini korumaya devam eder.
Sinan eve döndüğünde babasının eski belgelerini karıştırırken Anne de eski fotoğraf albümüne bakarak iç geçirir. Burada ilk defa Anne’nin Baba’ya karşı tepkisinin altında yatan şeyin nefret değil de eski günlere kavuşmak olduğunu, kocasını hala sevdiğini hissederiz. Baba’nın önceden “düzgün insanlarla dolaştığını” anlatarak yine o günlere gelmek istediğini söyler. Sinan içinse bu düzgün insanlar bile önemsenmeyecek çöplerdir. Dünya üzerinde Sinan’ın takdirini kazanacak kimse yok gibidir. Öyle ki babasının at yarışı oynamasının utancı, bu yarışlarda şu ana kadar para kazanamamış olmasının yanında sönük kalmaktadır Sinan için. Fotoğraf albümüne bakarak zamanın hızlı geçmesi konusunda dertlenen Anne’ye Sinan’ın “zaman geçecek tabii. Sizi mi bekleyecek” diyerek cevap vermesi, ailesinin hayatını boş geçirdiğine yönelik fikirlerini yansıtmakta, adeta ailesini zamanını daha iyi değerlendirememekle suçlamaktadır. Öyle ki Baba’nın eski yazdığı notlara burun kıvırarak “sanki Tolstoy” şeklinde küçümseyerek bir kenara atar. Anne’nin Baba konusunda duygusal davranmaya başlaması karşısında verdiği tepkiler bu noktada biraz daha Freudyen bir hal almaya başlar. Daimi sert tepki film boyunca “erkek çocuk” tarafından verilirken, Anne diğer taraftan Baba’yı korumaya yönelik tepki geliştirmiş durumdadır. Oğul apaçık şekilde Baya’yı küçümsenen bir rakip olarak görmeye başlamıştır. Sosyal sıkıntılar bu noktada biyolojik dışavurumlar olarak ortaya çıkarken hem Freud’un cinsiyete karşı ödipal yaklaşımı, hem de Lacan’ın sosyo-kültürel bakışını, ailenin içine düştüğü durumda Oğul aracılığıyla görürüz. Baba henüz ailenin başında olduğu için Oğul tarafından katı şekilde dışlanmış olmanın yanı sıra, Oğul’un aile hakkında karar verebilmesine de imkan yoktur. Çoğu sahnede Baba ortadan çekilmesi gereken işe yaramaz bir nesneye dönüşmüş durumda karşımıza çıkmaktadır ve Oğul’un huysuzluğu buna yönelik bir tepkidir. Anne’yi sürekli iflah olmaz bir romantiklikle suçlaması, içinde bulundukları durumu görememesi yüzünden onun zekasını küçümsemesi, Oğul’un içinde bulunduğu Oidipus Kompleksinin Baba ortadan çekilene kadar devam edeceğini göstermektedir.
Gece Baba eve geldiğinde komşu taşınma işleri için kendisinden yardım ister. Baba yardıma giderken dış kapıyı açık bırakır. Evin kızı yabancı erkekler tarafından görünmekten rahatsızlık duyarak oturma odasının kapısını kapatır. Kızın gereksinim duyduğu bu harekette, evdeki ataerkil düzende (Baba tarafından kurulan düzende) bazı aksaklıklar olduğu, evin erkeği tarafından yeterince korunamadığı gerçeği açığa çıkarılır. Baba yalnızca Oğul için değil Kız için de yetersiz kalmaktadır. Diğer yandan Anne, televizyonda bir Yılmaz Güney filmi izlerken ağlamakta, çektiği acıyı doğrudan dışa vuramadığı için dolaylı yoldan sinema aracılığıyla aktarmaktadır. İlerleyen dakikalarda Sinan’ın kitabı için biriktirdiği paranın bir kısmının kaybolduğu ortaya çıkar. Baba, dış kapı açık olduğu esnada işçilerden birinin yapmış olacağını ileri sürerken Oğul bu ihtimale kesinlikle inanmamaktadır. Açık şekilde belli etmese de bir kez daha Baba’nın at yarışı tutkusu yüzünden parayı çaldığını düşündüğü hareketlerinden belli olmaktadır. Baba ailesi karşısından bir kez daha aklanamaz şekilde suçlanır.
Sinan’ın kitabını bastırmak için para bulma umudu gitgide zayıflamakla, çaldığı tüm kapılar yüzüne kapanmaktadır. Yardım istediği herkes önce Çanakkale hakkında tarihsel bir kitap yazacağını zannedip destek vermek isterken, Sinan’ın Çanakkale’nin taşra kesimindeki sosyal yapıyı konu alan deneme türünde bir kitap yazacak olduğunu duyduklarında bu fikri küçümseyerek desteklerini geri çekmektedir. Harfiyat firmasında iyi bir yere gelmiş lise terk bir tanıdığından yardım istediğinde aldığı cevaplar daha da sinirini bozar. Karşısında üniversite okumanın gereksizliğinden bahseden, çocukken okuldan ayrılıp çalışmaya başlamış ve üniversiteye giden tüm arkadaşlarından daha çok para kazanmış olan ve bununla açıkça övünerek, bunun aksi hayatı yaşayan herkesi küçümseyen bir adam vardır. Liseyi bitirmeyi başaramamış olduğu halde üniversiteyi bitirip kitap yazmakta olan bir kişiyi küçümseyen bu adam, günümüzde okumuş insana karşı duyulan acıma duygusunu gözler önüne seren bir sistem eleştirisi niteliği taşır. Üzerindeki bu baskı yüzünden fazlasıyla bunalan Sinan, başkalarından para istemek zorunda kalmasının suçlusu olarak Baba’yı gördüğünden her gün çatışma yaşadığı kişi de yine Baba olur. Kahvehanede otururken televizyonda atanmış öğretmenlerin haberini izlerken içi bir kez daha daralan Sinan’ın gözünden, on binlerce atanamamış gencin duygu durumu başarılı bir şekilde yansıtılır.
Satabileceği yeni kitaplar bulmak için köye giden Sinan, babasının tamir etmeye çalıştığı eski kapı karşısında Baba’ya saldıracak yeni bir neden bulur: Ona göre Baba’nın yapmaya çalıştığı şey köydeki insanların gözünü boyamaktır. Baba bir çıkarı olmadan yalnızca insanlara fayda sağlamak için elinden geleni yaparken, Sinan onu kaybolmuş itibarını kazanmak için insanlara yaranmaya çalışan biri olarak niteler. Sinan ve diğerleri için kuyudan su çıkarmaya çalışmak gibi bu hareket de boş ve işe yaramazdır. Artık Baba’nın yaptığı her şey başta Oğul olmak üzere tüm insanlara rahatsızlık veriyor gibidir. Baba ise bu dışlanmışlığı önemsemeden doğru bildiğinin peşinden gitmektedir. Sinan’ın “kaybettiğin itibarını kapı tamir ederek mi kazanacaksın? “ sözlerini söyleyen Oğul’un gözlerinde gördüğü intikam alan bakış karşısında bile sakinliğini sürdürür. Öte yandan Sinan’ın anneannesi ile dedesi bir konu üzerinde konuşmaktadır. Dede eski imamdır fakat artık oldukça yaşlanmıştır. Sinan’ın arkadaşı olan köyün yeni imamı düğüne gideceği için ezanı o okutmak zorunda kalmıştır fakat Anneanne’ nin tek kaygısı Dede’nin ezanı unutup yanlış okuması ve tüm köye rezil olmalarıdır. Damadının kaybolan itibarı ardından yapacakları en ufak hatada köylü tarafından alaya alınacak olmaları korkusu onları da sarmış durumdadır. Diğer yandan Anneanne’nin, genç imamların sürekli işlerini bırakıp bir yerlere gitmelerini eleştirmesi, filmin ilerleyen sahnelerde karşımıza çıkacak olan önemli dini tartışmaların da habercisi niteliğindedir.
Filmin önemli sahnelerinden biri olan tarla sahnesinde, Baba ağaç altında yüzükoyun yatmaktadır ve her yanını bebekliğinde olduğu gibi karıncalar sarmıştır. Bir an için Sinan’ın gözüne vücudunda çürük ve ezikler varmış gibi görünür ve Sinan babasının ölmüş olduğunu tahayyül eder. Fakat bundan hiçbir şekilde rahatsızlık ya da endişe duymaz. Baba kalkıp da uyuyakaldığını söyleyerek üstünü başını temizlerken Sinan yapmacık bir şekilde kendisi için endişelenmiş gibi yapar. Bu sahne Baba’ya duyulan sevginin tamamen tükendiğinin bir okumasıdır. Baba Oğul’la, her zaman onun yaptığı gibi çatışmak ister ve elinde çok para varmış gibi ilçeye taksiyle döneceğini, gündelikçi bir adam tutup işleri yaptırdığını söyler. Sinan’ın imalı bakışları karşısında amacına ulaşır. Oğul’un kendisini, parasını çalmakla suçladığından emindir ve bu suçlamayı açıkça yapması için ona adeta meydan okur. Oğul bu meydan okuma karşısında söyleyecek söz bulamaz ve ezilir, oradan hızla uzaklaşır. Dönüş yolunda arkadaşı olan genç imamla karşılaşır, imam yanında diğer köyün genç imamıyla birlikte elma ağacına çıkmış elma toplamaktadır. Sinan gizlice karşılarına çıkarak “sen de mi yasak elmanın peşindesin?” sözleriyle Adem ve Havva göndermesi yapar. Bu metaforda Anneanne’nin değindiği gibi, genç imamlardaki günah işlemeye ve sorumsuzluk yapmaya karşı duydukları meyil sezilir. İmam bir ara ayakkabısını bağlamak için eğildiğinde Sinan yeni tanıştığı imama dönerek muhabbet açmaya ve kendi fikirlerine ortakçı bulmaya çalışır. Burada Sinan’ın apaçık sosyalleşme arzusu duyduğu, muhabbet etmek istediği insanları kendi tarafına çekerek diğerlerini saf dışı bırakmaya çalıştığı izleyiciye yansır. Sohbetleri boyunca iki genç imam arasındaki farklılıklar da kendini gösterir. Kutsal kitap ve kutsal sayılan şahıslardan alıntılar yaparak kendi fikirlerini savunan imamlardan Sinan’ın arkadaşı olan daha geleneksel fikirlere sahipken, daha alçakgönüllü olan yeni imam, kendisi gibi daha yeni fikirlerle gelmektedir. Buradaki “yeni” kavramını yinelememizin sebebi içinde bir anlam yatıyor olmasıdır. Çünkü sahnede, “köye yeni atanan imamın daha yeni görüşlere sahip olması” miti kullanılır. Filmin bu sohbet sekansında üç adam din ve toplum üzerine farklı görüşlerini birbirlerine kabul ettirmeye çalışarak köye kadar yürürler. Pek çok derin konular içiren uzun sohbetlerinde ortaya çıkan eleştirilerden biri Sinan tarafından getirilir. Sinan düğün sahiplerini tanımadığı halde düğüne gitmiş olan arkadaşına dönerek, “ben de bunu anlamıyorum. Borç içinde yüzse bile insanımız düğün, sünnet, cenaze demeksizin altınını alıp koşuyor, bu asla şaşmıyor” şeklinde bir eleştiri getirerek, Türk kültüründe önemli bir yeri olan düğünlerin gösterişli bir şekilde düzenlenmesinin, durumu olmayan insanların sırtına yüklenen bir yük olduğunu belirtir. Kahvehaneye oturduklarında İmam Sinan’ın babası hakkında olumlu şeyler söyler, “baban o kadar da kötü bir adam değil” demeye getirir fakat Sinan’ın gözünde Baba figürü öylesine alçalmıştır ki yeni tanıdığı insanlardan bile çekinmeden babası hakkında suçlamalarda bulunmaya devam eder. Bu durum, Baba’ya duyulan sevginin yanında saygının da bitme noktasına geldiğini gösterir.
Kitabını bastırmak için gerekli parayı dedesinden alan Sinan, kapının önünde Baba’sının köpeğiyle göz göze gelir. Bu uzun bakışma sırasında köpeğin babası için öneminin ne olduğunu kendi vicdanıyla uzun uzun sorgular gibidir. Filmde az sayıdaki müzik kullanımı özellikle Sinan’ın babasını düşündüğü sahnelere denk getirilmiştir ve bu sahnelerde mutlaka köpek havlamasının olduğu da göze çarpar. Ertesi gün, evlerinde kesilen elektriği açtırmak için annesinin isteği üzerine babasının ders verdiği okula giden Sinan, bastırdığı kitaplardan birini de babasına vermek üzere çantadan çıkartır ve dersin bitmesini beklemeden sınıfa dalarak babasından para ister. Normalde ek ders ücreti alacak olan Baba, ücretin henüz ödenmediğini söyleyerek Sinan’dan gitmesini ister. Bu arada koluyla bazı kağıtları kapatmaya çalışır ve bu hareketi yüzünden Sinan onun yeniden at yarışı kuponu doldurduğunu zanneder ve eve gittiğinde de bunu annesine aktarır. Kitaplardan birini imzalayarak annesine verir. Bu duygusallık anıyla ağlayan Anne, babasının arkasından atıp tutmaya devam eden Sinan’a tepki gösterir. “Kaçmak için bula bula bu adamı mı buldun?” diyerek Anne’nin üzerine gider. Anne ise Baba’nın yüzüne karşı sürekli suçlayıcı olsa da arkasından onu savunmaya, kocasının ilk zamanlar onu derinden etkilemiş olan niteliklerine değinerek onu yüceltmeye başlar. Oğul ise Anne karşısında her zamanki gibi Baba’yı yermektedir.
Baba gece eve geldiğinde elektriğin kesilmiş olması yüzünden tartışma çıkar. Kız bu durumdan utanarak arkadaşlarına kalmaya gitmiştir. Diğer yandan Sinan’ın babasının koluyla kapatmaya çalıştığı kağıtların kupon olduğunu iddia etmesi üzerine tartışma büyür. Baba artık evde hiçbir şekilde kimseyi kendisine inandıramamaktadır. Bu durumun gururuna dokunmasıyla Sinan’ın odasına gider ve sakladığı kağıdı buruşturarak yüzüne fırlatır ve evden çıkıp gider. Oğul’un bu davranışı Anne ve Baba arasındaki uçurumu iyice derinleştirmiştir. Bu saklanan kağıdın Baba tarafından çizilmiş kayıp köpek ilanı olduğu anlaşılınca Anne buruk bir sevinç yaşar, Oğul ise bu durumla dalga geçer. Baba gece gizlice “dünyada onu suçlamayan tek canlıyı” kaybettiği için ağlamıştır. Sinan bu durumu öğrendiğinde daha da neşelenir. Film bu sahneden sonra Sinan’ın askere gittiği sekansa geçer. Askerliğini tamamlayıp gelen Sinan, eve döndüğünde babasının emekli ikramiyesini alıp borçlarını kapattığını ve tek başına kendi babasının mahzenine yerleştiğini öğrenir. Anne ve Kız Kardeş dahil kitabını kimse okumamış, sahafa bıraktığı kitabı bir tane bile satmamıştır. Senelerce babasının kuyu açıp su çıkarma hedefiyle alay eden Sinan, kendi hedefi konusunda da hayal kırıklığına uğrayınca vicdani değişim geçirmeye başlar. Köye babasını bulmaya giden Sinan, kayıp köpeğin imgesinin suya doğru koşup gözden kaybolduğunu görür. Başta kamera olayı Sinan’ın bakış açısından verdiği için Sinan’ı görmeyiz, dolayısıyla köpek suda kaybolduğu anda Sinan suyun kenarında ortaya çıkar. Bu düşsel sahnede izleyiciye, Sinan’ın köpeği babasından kıskanıp, onun yerine geçmek için kendisinin salıp salmadığı düşündürülür. Sinan köpeğin imgesini o gece bir kez daha görür. Köye gittiğinde babasını mahzende bulamaz. Fakat eşyaları oradadır ve oturup cüzdanını açar. Cüzdandan Sinan’ın kitabının yayınlanmasının haberinin yer aldığı gazete güpürünün çıkması Sinan’ın duygulanıp ağlamasına neden olur. O gece rüyasında dedesinin anlattığı hikayede, karıncalar içinde kalmış babasının bebekliğini görür. Uyandığından babası dışarıdadır. Bahçede Sinan’a hırlayan yeni bir köpek vardır ve bu metafor, Sinan’ın babasının köpeğinin yerine geçmesinin köpeğin ortadan kaybolmasıyla olamayacağını aktarır. Burada vicdanı Sinan’a Odipus Kompleksi’nden arınıp Baba’ya sevgi duymaya yönlendiriyor gibidir çünkü Sinan ilk defa Baba’nın karşısında onu ezmeye, aşağılamaya çalışmadan oturup babasının ilk öğretmenlik yıllarına dair anlattıklarını ve verdiği öğütleri dinler. Son sahnede Baba-Oğul havadan sudan konuşurken Sinan kitabını okuyan tek kişinin babası olduğunu fark eder. Babasının kitaptan alıntılar yapması onu şaşkına çevirir ve kitap hakkında konuşurlar. Babasına kuyu kazma meselesinin nasıl gittiğini sorduğunda babası “bu sefer kazanmış olmayı dilerdim ama yine kaybettim, yine onlar kazandı” diyerek vazgeçtiğini belirtir. Son sahnede Sinan, kuyuda kendini asılmış bir vaziyette görür. Burada kullanılan güçlü metafor bir tür paradoksa işaret eder. Çünkü gerçekte, kuyunun dibine inip kazmaya başlayan Sinan, bu işten vazgeçmiş olan Baba tarafından görülür. Sinan’ın intihar etme düşüncesini yenerek kuyuyu kazmaya başlaması ile, kuyuyu kazmaya karar verip sonunda umutsuzluk yüzünden yavaş yavaş ölecek olması iç içe geçmiş durumlardır. Diğer yandan Sinan’ın Baba’nın kuyudan vazgeçmiş olduğu noktada (Baba olmayı bıraktığı noktada) Sinan’ın onun yerine geçmiş olması, Oidipus’u tümüyle terk mi ettiği yoksa Oidipus’a yeni yeni mi sahip olmaya başladığı konusunda açık kapı bırakmaktadır.
Sonuç
Kral Oidipus efsanesinden yola çıkarak, cinsiyet üzerine yaptığı pek çok çalışmaya eklemiş olduğu Oidipus kavramı ile Freud, filmimizin analizinde başlangıç noktası için oldukça büyük önem arz etmektedir. Bunun nedeni film eleştirimizin, Baba-Oğul çatışmasında Baba’ya yapılan saldırının Oğul çerçevesinden gerçekleştirilmiş olması ve bu anlamda cinsiyet kimliklerinin öneminin belirtilme ihtiyacının doğmasıdır. Filmde ele alına süreç biyolojik bir süreç olmadığından dolayı Freud ile sınırlı kalamayarak, Lacan’ın cinsiyet biçimlerini sosyal açıdan ele almış olmasından faydalanmaya duyulan ihtiyaç sonucunda, Oidipus Kompleksi kavramının Freud’a ait olması durumunu biraz esnetip film incelemesinde Lacanist bir açıyla uyarlama gerekliğini duyulmuştur. Elbette ki kavramlar ait oldukça kişilerle birlikte ele alınıp uyarlanabilirler fakat filmin yalnızca analizini yaptığımız bu özgün çalışmada farklı bir perspektif yakalanması amaçlanmıştır. Filmdeki tüm çatışmaların temelinde sosyal sorunlar ve bu sosyal sorunlara bakışta Oğul’un Baba kavramına yönelik sert eleştirisinin yer aldığı fikrine odaklanılmış, analiz daha çok bu bakış açısıyla gerçekleştirilmiştir. Ayrıca Oğul’un filmde geçirmiş olduğu vicdani evrimin psikolojik boyutları göz önünde bulundurduğunda Oğul tarafından Oidipus kompleksinin yenildiğine ya da yeni başladığına dair kesin karar varılamamış, bu ucu açık konu başka eleştirmen ya da analistlere bırakılmıştır.
KAYNAKÇA
Filmler:
Nuri Bilge Ceylan, Ahlat Ağacı Filmi 2018.
Elektronik Kaynaklar:
[1] https://www.blogente.com/yunan-mitolojisinden-oidipus-efsanesinin-hikayesi/
(Erişim Tarihi 22.12.19)
[2] https://www.academia.edu/5540549/%C3%9C%C3%87L%C3%9C_%C4%B0L%C4%B0%C5%9EK%C4%B0YE_%C4%B0LK_ADIM_OED%C4%B0PUS_KOMPLEKS%C4%B0
(Erişim Tarihi 22.12.19)