Bir film eleştirisine başlamak, insanı en başta bir ikileme sokuyor:
Bir, uzun yıllar boyunca milyonlarca kişi tarafından izlenmiş ve ‘’klasik’’ sayılacak derecede övgü ve beğeni almış, usta işi bir ürünü uzun bir aradan sonra yeni bir bakış açısıyla değerlendirmek ve onda daha önce fark edilmemiş, yeni birtakım metin/alt metin okuması yapmak.
İki, sadece beğendiğin (çok beğendiğin) bir filmin sende uyandırdığı hissiyatları ele almak.
Üzerinden bunca yıl geçmesi ve yüzlerce yazı, tanıtım, eleştiri, inceleme yazısı yazılmış bir film için çok zorlanacağımız birinci madde yerine işin kolayına kaçıp ikinci şıktan başlasak… O da çok öznel olup, ilgi çekmez mi acaba diye düşünüyorum. En iyisi işi akışına bırakmak.
Bir ‘’eğitim sistemi eleştirisi’’ olarak okunması ve ‘’izlenmesi’’ kabul gören ‘’Ölü Ozanlar Derneği’’ Oscar’da ödüllerin filme temel teşkil eden kitabın ötesinde -‘’En özgün senaryo’’ ödülü aldığını da hatırlayalım- daha kapsamlı bir –birkaç- önermeye sahip.
Bir okulun ‘’gelenekselleşmiş’’ eğitim yılı açılışı töreniyle başlayan film, daha ilk repliklerinde statükonun, baskının, değişmezliğin ‘’temel direklerini’’ çakıyor bilincimize.
‘’Gelenek, Disiplin, Onur, Mükemmellik’’
Sadece Velton Academy’in değil bütün/’’bireyi toplumun yıkılmaz kalesinin bir çivisi/tuğlası’’ gören anlayışların temelidir bu ‘’direkler’’.
Enteresan olan bu kurallar sadece gençler için değil ki ; giriş bölümünde gördüğümüz gibi ihtiyarlara da zaman zaman hatırlatılmaktadır.
Film sadece eğitim sistemine bir eleştiri getirmiyor. Militarist yaklaşımlarıyla evden başlayan ‘’babalık’’ sistemine; birey olamamış, otoriteye teslim olmanın mutluluğunu yaşayan kadınlar vasıtasıyla aileye, sınıfsal kısıtlamayı maddi olarak hisseden öğrenciler vasıtasıyla topluma da eleştirel yaklaşıyor.
Özgür olamamış ama yakalarındaki başarı rozetleriyle en üst sınıfa kadar gelmiş öğrenciler aslında ters bir bakış açısıyla kurulu düzenin parlak birer temsilcisidirler.
Bütün bu düzen, okula yeni gelen edebiyat öğretmeni Bay Keating ile yerini görece bir kaosa bırakır. İlk dersteli uygulamalarına öğrencilerin verdikleri tepkiler, filmin ve yaşanacakların da bir öngörüsü olmuştur.Şöyle konuşurlar aralarında:
-Garipti/farklıydı/ürkütücüydü!
Alışılmış yöntemlerin dışında bir ders işleyen Bay Keating; diğer öğretmenlerin, idarecilerin ve velilerin de tepkisini çeker. Özellikle başarıyı sadece diploma, iyi bir üniversite ve iyi bir meslekte kariyer yapmak olarak gören ‘’baba’’ figürü ve onu kayıtsız destekleyen anne figürü toplumsal baskının görünen yüzüdür. Her şeye farklı bir açıdan bakmanın mümkün olduğunu gösteren öğretmen ise sadece kafaları karıştırmakla kalmamış, özgürlüğün ancak bedel ödenerek kazanılabilecek bir şey olduğu gerçeğini de kazımıştır gençlerin fikirlerine.
Bir nedenle de derece derece artan bir acı eşiği, sonunda katlanılmaz bir yüksekliğe ulaşmıştır. Akran zorbalığından, okul otoritesinin zulmüne baba şiddetinden intihara kadar… Ve Bay Keating okuldaki görevinden uzaklaştırılır.
Son sahne muhteşemdir.
Sınıfta ders işleyen müdürün önünde, eşyalarını alıp çıkan Keating, öğrencileri tarafından sıraların üstüne çıkılarak uğurlanır.(Bu onun farklı bakış açıları denemek için kullandığı bir yöntemdir.)
Statüko ve otorite kaos istemez görünür, ama baskı düzenlerinin sürdürülebilmesi için karışıklıktan beslenir. Neil’in ölümü onlar için bulunmaz bir fırsat olmuştur.
Şimdi gelelim bizdeki paradoksa:
Tek tip önlüklü öğretmen, tek tip üniformalı öğrenci, tek tip kitap, tek tip uygulama, yazı, kışı, yağmuru, karı, fırtınası, esintisi, yemesi, içmesi, ektiği, biçtiği, rengi, biçimi, huyu, suyu farklı 15 milyon insana aynı müfredatı uygulamaya çalışan –müfredat dışına çıkmayı müfettiş soruşturmalarıyla ödüllendiren- Eğitim Bakanlığımızın yöneticileri bu filmi bütün öğretmenlere ‘’mutlaka seyredilecektir’’ diye salık veriyorsa, bu filmin ne kadar yanlış anlaşıldığının bir ifadesi değil midir?
Ah Kaptan, Kaptanım..!