OCN yapımı Voice, Kore polisiye/gerilim dizileri arasında türünü en iyi temsil eden örneklerden biri kalırsa.  Hakkında daha çok konuşmamız gereken Voice ile ilgili,4.sezonu ekranlara gelmeden önce bir okuma pratiği yapmak izleyiciler açısından da ilgi çekici olabilir.

Voice, polis teşkilatı içerisinde kurulan,  gerçekliği olmayan özel bir birimin aksiyon/maceraları etrafında gelişiyor. 112 Çağrı merkezi Altın Çağ ekibi adlı bu birim yine gerçek olmayan kurgu kimliklerle daha önce yaşanmış toplumsal olaylar/ vakalar üzerine bazı referanslar veriyor. Diziyi bu yaklaşımı ile ilgiye değer bulduğumu söylemem gerek. Bu tutumu ile, senaryo/kurgu aşamasında farklı polisiye argümanlara yaptığı referanslarla bir tür melez anlatı yapısına sahip.

Pongsan Polis teşkilatında bir polis memuru olan Kang Kwon Joo’nun (Lee Ha-Na) kurduğu Altın Çağ ekibi, sahip olduğu olağanüstü teknolojik/dijital yapı ve enformasyonla vaka ve olaylara seri müdahale edebilen özel bir yapı. Kang Kwon Joo aynı zamanda akustik beceriye sahip başarılı bir ses profilcisi. Öte yandan sezgisel bir kavrayışa sahip. Olayları/ vakaları çözerken  teknolojik/lojistik imkânlar kadar takım liderinin bu sezgisel olanakları da takımın güçlü bir şekilde adli olayları ve faillerini çözmesinde/ele geçirmesinde önemli rol oynadığına tanıklık ediyoruz her bölümde.

Voice, kurgu olanakları açısından sadece kriminal vakaların çözülmesi sürecine odaklanan bir yapıda değil; evet böyle bir yapı söz konusu ancak diğer yandan karakterlerin değişimi/dönüşümü süreciyle de bir eş zamanlılık içerisinde. Yani biz Pongsan’da, Jeju’da, Seul’de ya da Japonya’da bir vakanın çözüm sürecine tanıklık ediyorken öte tarafta karakterlerin geçmişine, şimdiki zamanına, ve bu zamanın yataylığı/dikeyliği  arasındaki karmaşada formunu bozduğuna, yıktığına, inşa ettiğine tanıklık ediyoruz. Böyle olunca da karakterlerle aramızdaki mesafe azalıyor. Aralarındaki hiyerarşik ilişkilere rağmen bu formel eşiği geçebiliyoruz. İç dünyalarıyla kontak kurup kendimize o noktada düşünme alanları açabiliyoruz. Voice bu anlamda, kendi janrı içinde özel bir yere sahip olmayı başarıyor bu yapısıyla.

Peki dizinin bir melez anlatı olduğunu söylemek nasıl mümkün olabiliyor? Her sezonda gerilim ve suç öğelerini kalabalıklaştırıp, olay örgüsünü derinleştiren kurgu, hem karakter inşasıyla hem de karakterlerin durumlarla girdiği etkileşimler açısından heyecan ve ilgiyi canlı tutan bir tempoya sahip. Bununla birlikte Voice, Güney Kore toplumunun sosyal yapısına da ışık tutan bir projeksiyon aynı zamanda. Her sezon, birbiriyle dirsek teması içinde olan sosyal sorunları/problemleri temsil eden vakalar sadece Güney Kore’nin toplumsal yapısındaki sorunları değil evrensel ölçekte gelişen/büyüyen problemlere de referans veriyor. Aile içi şiddet, akran zorbalığı, cinsiyetçi toplum argümanları, cinsel/fiziksel istismar, kadına uygulanan şiddet vb. konularla kurgu açık bir anlatı hâline geliyor. Dolayısıyla herhangi bir coğrafyada yaşayan kadın/erkek izleyici Voice’u izlerken sadece bir polisiye izlediğini düşünmeyecek aynı zamanda kendi toplumsal gerçeğiyle yeniden yüzleşecek ve belki bir düşünme alanı yaratacak kendisine. Bu anlamda dizinin polisiye bir macera olduğu kadar politik bir argümanı olduğunu söylemek de mümkün.

Öte yandan batılı muadillerine göz kırpan, deyim yerindeyse onlara selam veren referanslara da sahip Voice bana kalırsa. Tam bu noktada ufak bir spoiler vermem gerekebilir. Söz gelimi ikinci ve üçüncü sezonda karşımıza çıkan organize suç örgütünün lideri Masayuki Kaneki, çizdiği seri katil profiliyle ve bu performansında kullanmış olduğu tüm teknik/yöntemleriyle Hannibal Lectervari bir duruş sergiliyor. Bu noktada cannibalismin, klasik müziğin, akademinin varlığından bahsetmeden geçmek olmaz.Masayuki Kaneki, bu referanslardan vahşi/sapkın karakterini gizleyen yararlar sağlıyor böylelikle kendisine paravan kimlikler inşa ediyor, hem Kore hem de Japon toplumunda duyarlı/aktivist/entelektüel duruşuyla ikili bir yaşamın formülünü yakalıyor. Aslında Kaneki’nin Koreli geçmişi ve Japonya’da  kurduğu yaşam,  iki toplumun birbiriyle kurduğu karmaşık  ilişkinin de bir göstergesi. Politik tarihin iki toplum arasında açtığı uçurumun ve ardından gelen yakınlaşmanın tekinsiz süreci, dizinin özellikle 3.sezonunda varlığını hissettiriyor. Kaneki’nin kurduğu organize suç çetesinin sapkın faaliyetleri de yine Joel Schumacher’in 8MM adlı 1999 tarihli filmini anımsatmıyor değil. Tabii ki psikozun sınırlarında gezinen anti-kahraman dedektif (Do Kang Woo/Lee Jin Wook) profili ile Voice, farklı anlatı biçimleriyle kendi ritmini ortaya koymuş oluyor.

OCN’nin bir webtoon uyarlaması olan 2019 tarihli Stranger From Hell adlı dizisi de, benzer bir yaklaşımla insanın karanlık doğasının kendisi ve diğerleri için ne kadar zorlayıcı ve katlanılmaz olabileceğini gösteren bir diğer yapımı. Seo Moon Jo (Lee Dong Wook) adlı klinik sahibi bir diş hekiminin yönettiği  suç örgütünün, kötülüğün doğasını Kaneki gibi manipülatif bir biçimde besleyerek yeni canavarlar yaratmasına tanıklık ediyoruz. Bir noktada her iki kahramanın da (Kaneki ve Moon Jo) sınıfsal olarak orta/üst ayrıcalıklarını paravan olarak kullanmaları her iki diziye de politik okuma yapacak bir nitelik kazandırmıyor mu?..

Voice da sevdiğim bir tutumu da ifade etmeden yazımı bitiremeyeceğim. Altınçağ ekibinin takım liderinin bir kadın olması, (Kwan Kwon-joo/Lee Ha-Na) eril bir güvenlik sisteminin içinde yükselen ve büyüyen bir kadın dalgasının da işareti olarak okunabilir mi?

Bununla birlikte Lee Jin Wook’un, dedektif Do Kang Woo karakteri ile hakkında daha çok konuşulması gereken bir oyuncu olduğunu düşünüyorum. Neyse,Netflix yapımı Sweet Home da kendisini yeniden çizgi dışı bir karakter olarak izleme şansı elde ettik.

Voice’un, soluksuz izlediğim en iyi Güney Kore suç/gerilim dizisi olduğunu söyleyebilirim.