Yazının ilk bölümü için tıklayınız…
İlk şoku atlatan Welles’i bir başka şok beklemektedir. Mekana ilk kez girdiğinde Velvet’in ok ve yayı ile atış talimi yaptığı haç şeklindeki hedef tahtasının diğer yüzü döndürüldüğünde ağzı bantlanmış, tahtaya sıkıca bağlanmış ve oldukça kötü şekilde dövülmüş olan Max’i görürüz. Velvet durumu net bir biçimde ortaya koyar: “Bize hemen filmi getireceksin, yoksa Max gider.”
Machine ve ölümün eşiğindeki Max.
Avukat ve silahının eşliğinde park ettiği arabasından filmi almaya giderlerken[21] film açısından-ama Welles açısından değil- hayati önemde bir diyalog gerçekleşir.
Artık sinirleri iyice boşalmış olan Welles, avukata nasııl olup ta bu işe bulaştığını, nasıl olup ta rahmetli çelik kralının böyle bir filmi seyretmek istediğini ve bunun için ciddi miktarda para verdiğini-yine Cage’in o abartılı oyunculuğu eşliğinde-sorar. Avukat için ise bu sorular saçma ve anlamsızdır.
Çünkü, daha sonra Eddie Poole’nin de söyleyeceği gibi mesele vicdan vb. şeyler değil sadece paradır. Paranın gücü, diğer her şeyin üstünü örtebilmekte, bu hikayede olduğu gibi ve az sonra Dino Velvet’in’de göstereceği gibi, suçuz ve günahsız bir insanı “yok” seviyesine indirip ardından hiç bir pişmanlık duymamayı sağlamaktadır. Avukatın ve Eddie’ni Welles’in bitmek bilmeyen sorusu “why/neden?” karşısında şaşkınlık geçirmeleri de bu yüzdendir. Ortada şaşıracak bir şey yoktur, kimsenin umursamadığı bir genç kız para karşılığında eğlence olsun diye öldürülmüştür. Esas şaşkınlık uyandıran birisinin bunu kendine dert edinip araştırmaya başlaması ve bu kadar mesafe kaydedebilmiş olmasıdır.
Ama Welles artık kendisini iyice kaybetmiştir. Bir insanın nasıl olup ta böylesine gaddarca davranabildiğini anlamak istemektedir. Son kalan gücüyle bir kez daha sorar:
Avukat, neşesinden hiç bir şey kaybetmeksizin yanıtlayacaktır kendisini:
Avukatın yanıtı-ve benzer biçimde filmin sonunda Machine’in yanıtı da-filmin en çok tartışılan ve eleştirmenlere göre en “zayıf” bulunan noktalarından birini oluşturacaktır:
Yanıt çok kısa ve açıktır: çünkü böyle bir şeyi yapabilecek güce sahipti ve yaptı…
Welles’in duyduğu şaşkınlık-ki daha sonra Machine ile karşılaştığında bundan daha da fazla şaşıracaktır- avukatı iyice neşelendirmiştir. Hayat gerçeklerinden birisini daha patlatır:
Filmi alan Welles ve avukat tekrar Velvet’in mekanına dönerler. Filmi alıp gösterişli bir biçimde yakan Velvet için tüm bu olanlar-genç kızın katledilmesi de dahil olmak üzere- sanki “bir varmış, bir yokmuş” tadında bir gösteridir:
Bu sahnenin bir diğer önemi de filmin adıyla bağlantılı olmasından kaynaklanmaktadır. Bir çeşit şehir efsanesi olmasının dışında snuff filmlerin bir diğer özelliği de-dijital çağ öncesi durumu kastediyorum-bir anlamda “erişilemez” olmalarıydı. Yani, bu filmler o dönemlerde var olsalar bile kopyaları bulunmuyordu çünkü söz konusu 4-5 dakika sadece bir kopyada ya da orijinalde var olmak durumundaydı. Üretici ve de tüketici açısından-özellikle de tek bir özel sipariş söz konusuysa- son derece avantajlı bir durum söz konusuydu. Bir eserin var olan-teknik açıdan-tek kopyasına siz sahiptiniz, çünkü üretenin ürettiği anda ikinci bir kopya yapması-kurbanı/kurbanları tekrar öldüremeyeceği için- imkansız olduğundan sadece bir kez yaşanan bir olayı sadece bir kez kayda almak ve her açıdan “unique/benzersiz” bir esere sahip olabiliyordunuz. Böylesi bir formatın Dino Velvet gibi sanat kavramını oldukça yanlış anlamış olan bir sapkın için bulunmaz bir şans sunduğunu da söylemek mümkün olabilir.
Bu dramatik gösterinin ardından Velvet’in emriyle Machine zavallı Max’in boğazını keser. Artık iyice kendini kaybetmiş olan Welles buradan kurtulmanın tek yolu olarak daha önce Mrs. Christian’dan aldığı bilgiyi devreye sokar ve hedef tahtasına avukatı koyar. Caniler için hemen her şey affedilebilir ya da akışına bırakılabilir ama göz göre göre kazıklanmış olmak günahların en büyüğüdür ve affedilemez. Avukat filmi müşterisine bulmak adına 1 milyon dolar almış ama yükü n altına girenlere kişi başı sadece 100’er bin dolar vermiştir. Az önce bagajdan filmi alırken-senaryoda avukatla birlikte gittikleri banka şubesi içinde açıkta duran bir makas- avukata çaktırmadan montunun koluna yerleştirdiği ucu sivri metal çubuğun da yardımıyla Welles birbirine düşürdüğü grubun ardından-oldukça kanlı bir biçimde-sıyrılmayı başarır. Bu arada, avukat Velvet’in okuyla, Velvet ölmek üzere olan avukatın silahından çıkan kurşunla hayat veda etmişler, Welles’in işini bitirmek isteyen Machine’de sivir uçlu metalin karnına saplanmasıyla yaralanarak saha kenarına taşınmıştır.
Durumu, halen bileğinden kelepçeyle yatağa bağlı olsa da, geçcici olarak kontrol altına lan Welles elinde içinde tek kurşun kalmış olan tabancasıyla artık zihninde bir saplantıya dönüşmüş olan ve yerde yaralı olarak yatan Machine’ dönerek daha sonra bir kez daha tekrarlayacağı-ve senaryo yazarımız Walker’ı filme yönelik olarak belki de en çok rahatsız eden konu haline gelen- isteğini seslendirir:
Ama Machine bu isteği yerine getirmez, olaylar gelişir ve Welles geride kalan Eddie’nin arabasına yağdırdığı kurşunlar altında olay yerinden hızla uzaklaşır.
Yolda Mrs. Christian’ı arayan Welles kadına filmin gerçek olduğunu ve kızın da öldürülmüş olduğunu söyler. Ona düşen elindeki delillerle polise gitmektir. Ama aynı akşam Mrs. Christian’ı almak için malikaneye giden Welles’i bir acı sürpriz beklemektedir: yaşlı kadın öğrendiklerinin ağırlığını taşıyamayarak intihar etmiş geriye de bir not-“Bizi unutmaya çalışın”- ve hem kendisine hem de kızın acılı annesine verilmek üzere içerisi para dolu iki zarf bırakmıştır.[22] Welles için artık bütün hikaye son derece kişisel bir problem halini almıştır. Film boyunca karısını sürmekte olan soruşturmaya yönelik olarak karanlıkta bırakması yetmiyormuş gibi bu seferde “benim dışımda bu işi bitirecek kimse kalmadı” diyerek yine evini, karısını ve küçük çocuğunu geride bırakarak Eddie’nin peşine takılır.
Eddie’yi Hollywood tepelerindeki döküntü evinde kaçma hazırlığı içindeyken ansızın yakalayan Welles adamdan kendisini genç kızı öldürdükleri yere götürmesi için “ikna” eder. Bu mekan terk edilmiş, kimselerin olmadığı harabe halindeki binaların bulunduğu ıssız bir yerdir.
Eddie ve Welles o mekanda.
Bu mekanda Welles ile Eddie arasındaki diyalog gerçekten filme büyük ivme kazandırmakta ve aynı zamanda öykünün de en tartışmalı noktalarından birisini oluşturmaktadır. Büyük bir öfkeyle Eddie’yi dövmeye devam eden Welles o kahredici soruyu sorar:
Bu soru önemlidir çünkü Welles olayı çözmüş olmasına rağmen detayları anlayamamaktadır. Bir insan diğer bir insanın zevk için parçalara ayrılarak öldürülmesini neden/nasıl seyreder? Ama filmin tamamına yayılmış, ve belki de döneminde hem eleştirmenleri hem de bir kısım seyirciyi çok rahatsız etmiş gibi görünen o nihilist atmosfer burada da karşımıza çıkacaktır. Çünkü Eddie’nin yanıtında esrarlı, karanlık bir taraf bulunmamaktadır.
Bu kadardır işte. Eddie sadece merak etmiştir, fırsat çıkmışken de bakmıştır. Ama Welles için bu yeterli değildir. Peki ya bu iğrenç adam da müşterisi gibi bu görüntüden zevk almış mıdır acaba?
Ama bu seferki yanıt beklendiği gibi değildir:
Fakat bu görece “insani” yanıtın devamı Welles’ı yine bir girdabın içine sürükleyecek niteliktedir:
İyice zıvanadan çıkan Welles Eddie’i biraz daha dövdükten sonra onu öldüreceğini söyleyerek tabancasını çaresizce-elleri arkasından bağlı-Eddie’nin üzerine doğru çevirir. Ama elleri titremekte, kararsızlık geçirmektedir. Durumun farkına varan Eddie fırsatı kaçırmaz.Bu işlerin ona göre olmadığını, insan öldürmenin de kolay olmadığını, yürek istediğini söyleyerek bol miktarda küfrü Welles’in üstüne boca eder. Burnundan soluyan Welles silahın namlusunu adamın alnına dayar ama nafile. Eddie bu yollardan bir şekilde geçmiştir ve insan sarrafı olmuştur. Welles’la dalga geçmeyi sürdürür:
Welles perişandır, bir sigara molası için dışarıya çıkar, Eddie’nin küfürleri ve tehditleri arka planda devam etmektedir: “Karını kızını gönder bana. Bir film çevirelim, ibne!”. Arabasına girer ve Mary Anne’in annesi Janet’ı arar. Son durumu anlatır ve kadını hattın öteki ucunda tam bir yıkıma sokar. Orijinal senaryo bu aşamada kesilmektedir ama film versiyonunda Welles kadından kızına bu kötülüğü yapanları cezalandırması için kendisine izin vermesini ister. Bu sahne gerçekten yıkıcıdır ve Amy Morton sahnenin hakkını-yönetmenin de DVD’nin sesli yorum kısmında da ifade ettiği gibi- müthiş bir oyunculukla vermiştir. İzin verilir, Welles hızla binaya girer, son gördüğümüz Eddie’nin korku ve hayretle açılan gözleridir. Sonrası bir takım vurma seslerinden ibarettir. Hemen ardından binanın kapısında soluk soluğa, elinde tutmakta olduğu kanlı tabancası ile zangır zangır titremekte ve soluk alıp vermekte olan üstü başı kan içinde Welles’ı görürüz.
Bu sahne, filme yönelik genellikle olumsuz yorumlarda bulunan-ama eleştirisine sıkışık düzen yaklaşık 10 sayfa ayırmayı da ihmal etmeyen-Jake Horsley’e göre filmin zirvesini oluşturmaktadır. Kahramanımız yaralı bir boğa gibi solumakta, son derece ajite olmuş bir durumda hem kan dökmüş olmanın o garip zevki hem de vicdanının sesi arasındaki o tanımlanamaz boşlukta kalakalmıştır. Bu sahne gerçekten rahatsız edicidir Horsley’e göre ve filmin diğer kusurları olmasa aslında seyircine neler verebileceğinin küçük bir göstergesi de olmuştur. Bu gerçeküstü zirve bize resmen şunu ilan etmektedir : kahramanımız aslında psikopatın tekidir.[23] Bu yoruma tümüyle katılmasam da yaklaşımın ilginç olduğunu kabul ediyorum.
Bagajda tuttuğu pornografik malzemeyi de Eddie’nin cesedinin üzerine boca eden Welles benzini n üzerine bir kibrit atarak arkasını döner ve binayı terk eder. Sırada esas hedef vardır. Welles’ın saplantısı artık en üst düzeye çıkmış durumdadır. New York bölgesindeki çeşitli hastanelerin acil servislerine polis memuru taklidi yaparak telefonlar eden Welles sonunda aradığı kişiyi bulur ve adresini alarak arabasıyla evi gözlemeye başlar. Görünen odur ki Machine annesiyle bir mezarlığın hemen yanı başındaki iki katlı mütevazi evlerinde huzur içinde yaşamaktadır. Verilen bir ipucundan yaşlı kadının dinine oldukça bağlı bir kilise müdavimi olduğunu da anlarız ama görünen odur ki bu inancını oğluna pek de aşılayamamıştır.
Gözetlemeye devam eden Welles, annenin evden çıkışından sonra havanın kararmasını bekleyip ardından bodrum penceresini kullanarak eve girer ve elinde susturucu takılmış tabancasıyla Machine’i aramaya başlar. Adamın odasında çalmayı bitirmiş ama dönmeye devam ederek cızırtı/takılma yapmakta olan bir plak çaların sesi gelmektedir. [24] Beklenen kapışma gerçekleşir, Kavga sırasında ikisi de balkondan evin dışına, mezarlıktaki mezar taşlarının arasına düşerler. Kavga sırasında Machine özellikle üstünlüğü ele geçirdiği anlarda bize-eleştirmenlerin büyük kısmının neredeyse nefret ettiği- bazı açıklamalar yapar.
Ama ilk “açıklama” Welles’in üstünlüğü ele geçirmesiyle gelecektir ve tabii o malum konuyu da gündeme getirerek:
Fakat bu defa Machine emre uyacak, maskesini çıkartacak ve hemen ardından da bombayı patlatacaktır:
Çünkü film/senaryo bizi hep böylesi suçları işleyecek birinin fiziksek olarak da “normal” bir kişiden farklı olması gerektiği beklentisini zihinlerimize yerleştirecek biçimde kurgulanmıştır. Ama maskenin altındaki kişi fazlasıyla “hush puppy” görünümlü, gözlük kullanan, tonton bir tiptir. Dahası, tıpkı Eddie gibi, o da lafını esirgemeyenlerdendir. İfadelerinden de Welles’in kafasına takılmış olan sorunlardan haberdar olduğunu göstermektedir. Ama, yanıtları bile “gerçek” yanıt olmaktan-en azından Welles ve eleştirmenler açısından-uzak gözükmektedir.
Dahası, filmin senaryosu bu aşamada o dönem kadar bir anlamda artık “klişe” kabul edilebilecek, yerleşik anlayışa ters düşmeyen bir takım ön kabulleri de yerle bir etmeye başlayacaktır. Machine durumu net biçimde ortaya koyacaktır:”
“Dayak yemedim. Taciz edilmedim. Annem beni dövmedi. Babam hiç vurmadı“.[25]
Kavga devam eder ve Machine tam anlamıyla üstünlüğü eline geçirmiş gibi görünmektedir. Fırsat bu fırsat deyip durumu tüm netliğiyle-ve bana göre bütün ürperticiliğiyle-ellerini gırtlağına dolamış olduğu Welles’a açıklamaya kara verir. Yönetmenin olabildiğince Machine’in yüzüne yakın çekim yapması bu şeytani karakterin adeta geçirgen bir malzeme ile kaplanmış izlenimi veren derisi ve iki parlak boncuk gibi parlayan gözleri ile birleşince sahnenin ve söylenenlerin etkisini arttırıcı bir işlevi olduğunu da söylememiz gerekmektedir.
Sonunda Welles mücadeleden zaferle ayrılır ama fiziksel olarak çok ciddi hasar görmüştür. Zar zor bir hastaneye gittiğini ve arabadan çıkar çıkmaz yere serildiğini görürüz. Sonrasında Welles’in evine kavuştuğunu, beşikteki bebeğine bakıp hıçkırmaya başladığını ve ardından ağlayarak karısına sarılıp “Sarıl bana”[26]dediğini görürüz. Zaman geçer, halen olayların ağırlığını üzerinden atamamış olan Welles’i bahçesiyle uğraşırken, donuk, hüzünlü bir ruh hali içinde görürüz. Ardından postacı bir zarf teslimatı yapar…
.. ve içinden Janet’ın her şey için teşekkür eden, o kötü adamların başlarına geleni hakkettikleri ve kendisine gerçeği söylediği için önce çok kızdığını ve üzüldüğünü ama artık aslında Mary Anne’i gerçekten sevip düşünen iki kişiden birinin o olduğunu anladığını yazmaktadır.
Film, sonunda kameranın biraz olsun huzur bulabilmiş gibi görünen Welles’ın yüzüne odaklanmasıyla biter.
PEKİ YA SONUÇ?
1990’ların bir anlamda-Hollywood özelinde-kapanışını yaptığını söyleyebileceğimiz SM, benim değerlendirmeme göre-hataları ve sevapları ile-tam olarak anlaşılamayan ya da hakkı daha sonra verilebilecek filmler listesinin tepelerinde yer almaktadır. Öldürme filmleri gibi, kendisinden önce ancak belli belirsiz yer verilen son derece sıkıntılı bir konunun tamamını işleme cesareti bulan-biraz da bunun için yapıldığını yönetmenin de ifade ettiği-bir filmle karşı karşıyayız. Hollywood (büyük) stüdyo sistemi içerisinde çekimlere başlanması için “olur” alabilmesi bile kendi başına bir mucize olan SM özellikle orijinal senaryodan-sonunda Welles’in tüm bu olanlara dayanamayıp arabasını bir duvara sürerek intihar etmesi de dahil olmak üzere- ayrıldığı ölçüde -senaryo yazarı başta olmak üzere-çok sert eleştirilere maruz kalmıştır. ama bu konu da bana göre oldukça tartışmalıdır. Orijinal senaryoya baktığımızda Walker’ın başta ve sonda iki konunun altını-sözcüğün gerçek anlamıyla-kalın olarak çizdiğini görüyoruz. Birincisi, başlarda Welles’in seyrettiği snuff filminden hiç bir görüntünün-az ya da çok- ekrana kesinlikle yansımaması, ikincisi de Machine ile mücadelesi sırasında ya da sonrasında katilin yüzünün hiç bir koşulda gösterilmeyecek olmasıdır. Walker senaryosunda Welles ve Machine’nin kapışmalarının tümünün evin içinde kapalı mekanda geçecek şekilde vermesi ve sonunda Welles’in evin bodrumunda Machine’i silahla üç kez vurup (biri göğsünden) bunun da yetmemesi sonucu eline geçirdiği bir çamaşır ipiyle yerdeki çamaşırlar arasında debelenmekte olan adamı arkasına geçip boynuna ipi dolayarak oldukça zahmetli bir biçimde ip ellerini kesip kanatana dek sıkarak öldürmesi şeklinde aktarmıştır. Schumacher bu sahneleri değiştirmiş yukarıda aktarılan kavga sahnesinin sonunda Welles’in yerde cansız yatmakta olan Machine’inin bedenini sırtüstü çevirerek maskesini çekip çıkarttığı kısmı da kendi anlatımına dahil etmemiştir. Zaten Walker’ın senaryosuna koymuş olduğu yukarıdaki uyarısı da tam bu noktada devreye girmiştir. Ama sonraları Walker yönetmene karşı herhangi bir garezi olmadığını, Hollywood’da işlerin böyle yürüdüğünün farkında olduğunu söyler ama sonuçta hikayesinin gerektiği gibi anlatılamadığını düşünmektedir. Benim açımdan Schumacher’ın senaryoya getirmiş olduğu değişikler ve ilaveler filmin etkisi ve ve verilmek istenen mesaj/lar açısından ortaya büyük bir zarar çıkartmamaktadır. Filmin başlarında olabilecek en sansürlü şekilde ve takip edilmesi oldukça güç bir şekilde sunulan snuff film parçaları o ana kadar bu film türüne yönelik hiç bir bilgisi olmayan seyircinin konuya daha çabuk uyum sağlayabilmesini sağlamış olabilir. Welles rolünde mimiklerini Nicholas Cage’den daha iyi kullanabilen bir başka oyuncu olsaydı bile seyircinin sadece bu mimiklerden yola çıkarak perdedeki görüntülerin dehşetini yeterince kavrayabileceklerine yönelik şüphelerim var. Machine’in kendisini ifade etme ‘çabası’ ise snuff film parçalarına göre daha tartışmalı. Walker’ın hakkında hiç bir ipucu vermediği bu karakteri bir çeşit insan/canavar olarak açıklamaya çalışmak yönetmen açısından doğru mudur? Sonuçta bir açıklama çabası varsa bile film ele aldığı konuyu ‘açıklama’ getirmeden bitiriyor düşüncesindeyim. Ne kadar ‘anlamsız’ ve ‘yüzeysel’ gibi gözükse de bu suçu işleyenlerin motivasyonları Walker’ın istediği gibi ambiguous (müphem, muğlak,belirsiz) olarak kalmaya devam etmiştir. Sonuçta, sırf istediği için, hoşuna gittiği içi, yapabilecek güce sahip olduğu için bu yola girmiş olarak gösterilen insanların durumu yeterince belirsizlik taşımaktadır kanısındayım.
Bu açıdan, yönetmenin senaryonun bütününe yedirdiği hiçlik ve boşluk duygusu ile suçluların hiç bir nedamet duygusu göstermemeleri ve sonuna kadar neredeyse “haklı” olduklarını savunmaya çalışmaları ve fırsat bulasalar aynı şekilde hayatlarına devam edecekleri gerçeğinin açıkça verilmesi eleştirmenleri ve-bir noktaya kadar da- seyircileri filme yabancılaştırmıştır diyebiliriz. Zaten konusu ve büyük stüdyo koşullarının sınırlandırılması sonucu[27] imkansıza yakın bir konunun bu şekilde sunulabilmesi bile takdir edilmesi gereken bir konudur ve Schumacher’ın “filmimle gurur duyuyorum” açıklaması çok da abartılı bir ifade olarak algılanmamalıdır. Walker’ın senaryosu adım adım takip edilebilseydi belki daha da ilginç bir film ortaya çıkarabilirdi-ne de olsa bazı şeyleri hayal gücüne bırakmak (iyi korku edebiyatı örneklerinde de olduğu gibi) seyirciler açısından daha iyi sonuçlanabilirdi denilebilir. Kendi adıma ben hazır el atılmışken bundan (ve Walker’in düşündüğünden bile) daha “kara” bir filmin yapılabilmesini isterdim ama üretim ve gösterim koşullarının Amerika’da bile buna pek imkan vermeyeceğinin de farkındayım. Tüm bunlar filmin beyaz perdede (ya da geniş ekran iyi bir televizyonda) görüntü yönetmeni Robert Elswit’in katkısıyla çok iyi görüldüğü gerçeğini değiştirmemektedir. Ciddi biçimde karanlığın ve kirliliğin hakim olduğu sahnelerin yoğunluğu ortaya ana hikayenin o sevimsiz, acı ve korku verici yanlarını çok daha iyi biçimde yansıtmasını sağlamıştır diyebiliriz. Mychael Danna’nın doğu ezgilerinden ilham alan müziği de hem hüznü hem dehşeti çok iyi yansıtmaktadır. Gösteriminde gişe açısından ABD’nde pek de başarılı olamayan bu filmin esas izleyicisini yurt dışında-özellikle de Avrupa’da- bulmuş olması da dikkat çekilmesi gereken bir diğer noktadır. Ama sonuçta film, özellikle konusu açısından, ağızda oldukça acı bir tat bırakmakta olup bu “şehir efsanesi” üzerine bir anlamda son sözü söylemektedir: yani snuff filmler (daha sonra 2010 yılında A Serbian Film‘in sonuna kadar destekleyeceği şekilde) şehir efsanesi olmayıp bu filmleri çeken canavarlar da (Machine karakteri çerçevesinde sunulduğu gibi) aramızda, belki de semtimizde ya da yan dairemizde yaşıyor olabilirler. Bu ve benzer alanlarda üretilen filmlerin ciddi bir pazarı olup beraberinde çok ciddi bir başka -ama cevabı olmayan- soruyu da getirmektedir. Yönetmenin de bir söyleşisin de vurguladığı gibi: “who’s watching (fake) snuff? /Bu (sahte) snuff filmlerini kimler seyrediyor? Sorunun yanıtı belki de insan ruhunun mümkünse hiç uğranılmaması gereken o karanlık köşelerinde saklı olan bir soru bu. Yönetmen Schumacher’in bir söyleşisinde konuyla ilgili olarak kendisinin ya da Walker’ın alan araştırması yapıp yapmadıkları eğer yaptılarsa neler bulduklarına yönelik bir sorusuna verdiği yanıtla yazımızı bitirebiliriz:
“Andrew’ın araştırmasına yönelik bildiğim bir şey yok. Gençliğinde bir dönem video dükkanında çalışmış ama hiç snuff filmine rastlamadığını söylüyor. Ben de hiç görmedim ve görmek de istemem. Umarım böyle bir şey de yoktur (…) Eğer böyle konuların işlendiği sahte işkence ve kölelik (bondage) içerikli filmler izliyorsanız bunun gerçeğini izlemekten farkı nedir? Ana akım filmlerde genellikle kahramanımız öcüyü bir şekilde yakalar ve hesabını görür. Filmler, kitaplar, tiyatro oyunlarında hep bir son vardır, genellikle de o öykü bağlamında adaletin yerini bulduğu bir sondur bu. Ama yaşamda çoğu zaman öylesi sonlar bulunmaz. Orada durum genellikle karmaşık, birbirine zıt ve gariptir ve zaten hiç bir şey de çözüme kavuşmaz”.
BİBLİYOGRAFYA
“ Joel Schumacher Exclusive Interview for the Number 23″, http://www.reviewexpress.com/review.php?rv=421
“ Joel Schumacher on Batman and Why He Fell Out With Hollywood”, http://sabotagetimes.com/life/joel-schumacher-on-batman-8mm-and-why-he-fell-out-of favour-with-holly
“3 guys 1 hammer and 1 lunatic 1 Ice Pick-real life snuff films?”, https://crberryauthor.wordpress.com/2015/07/30/3-guys-1-hammer-and-1-lunatic-1-ice-pick-real-life-snuff-films/
“8MM” explores porn underworld“, http://thelantern.com/1999/02/8mm-explores-porn-underworld/
“8MM“, Dawn Staub, Christian Spotlight Reviews, http://christiananswers.net/spotlight/movies/pre2000/8mm.html
“8MM“, http://jjdark.tripod.com/reviews/8mm.html
“8MM“, http://urbancinefile.com.au/home/view.asp?a=2259&s=reviews
“8MM”, http://www.feomante.com/Movies/YZ01/8mmm.html
“8MM“, https://robsmovievault.wordpress.com/1999/02/26/8mm/
“A view to kill: Cage pursues the truth in Millimeter” http://www.ew.com/article/1999/07/2/eightmillimeter
“Interview: Joel Schumacher“, MAy 22, 2003, http://moviehole.net/20032194interview-joel-schumacher
“Joel Schumacher: interview”, Nathan Rabin, April 2, 2003, http://www.avclub.com/article/joel-schumacher-1384
“Joel Schumacheron his career, his critics, and why it’s OK to laugh during Trespass”, htttp://movieline.com/2011/10/13/joel-schumacher-on-his-career-his-critics-and-why-its-ok-to-laugh-during-trespass/
“Retro Movie Review: 8MM, http://thenightmaregallery.com/2013/07/02/8mm-movie-review/
“Screenwriter Andrew Kevin Walker Wants a ‘8MM’ Remake, October 7, 2015, http://slashfilm.com/andrew-kewin-walker-8mm-reke
“The Movie Guys: Porn and Sleaze frame stunning thriller ‘8MM’, February 26, 1999, http://lasvegassun.com/news/1999/feb/26/the-movie-guys-porn-and-sleaze-frame-stunning-thri/
“Why Joel Schumacher Ruled the ’90s“, https://tribecafilm.com/stories/why-joel-schunacher-ruled-the90s-flatliners-falling-down
“Woody Allen Changed My Life”: Joel Schumacher Q & A, htpps://londonhollywood.wordpress.com/2014/11/03/woody-allen-changed-my-life-joel-schumacher-qa/
(A Positive Review) of Joel Schumacher’s “8MM“, https://andycarrington.wordpress.com/tag/8mm-film-movie-review/
Alex Simon, “Joel Schumacher: Safe in the Dark“, orginally appeared in the February 1999 issue of Venice Magazine, http://thehollywoodinterview.blogspot.de/2008/02/joel-schumacher-hollywood-interview.html
Andrew Kevin Walker, “8MM” movie script, http://andrewkevinwalker.com/8mm.html
Andrew O’Hehir, “8mm”, http://www.salon.com/1999/02/26/reviewa_5/
Barbara Mikkelson, “A Pinch of Snuff“, 31 October 2006, http://www.snopes.com/horrors/madmen/snuff.asp
Chris Alexander, “In Defense of Joel Schumacher’s 8MM”, 28 October 2015, http://shocktiilyoudrop.com/news/feauteres/389089-defense-joel-schumachers-8mm/.
Craig Marine, “8MM: all the sleaze you could possibly want“, February 26, 1999, http://www.sfgate.com/news/article/8MM-All-the-sleaze-you-could-possibly-want-3095279.php
David Krekes ve David Slater, Killing For Culture: an illustrated history of death film from Mondo to Snuff (London and San Francisco: Creation Books, 1994 (rev.ed. 1995).
Desson Howe, “Natural Porn Killers“, Washington Post, February 26, 1999, http://www.washingtonpost.com/wp-srv/style/longterm/movies/videos/8mmhowe.htm
Francisco J. Delatorre, “8M: Changing Horses Midstream“, http://tech.mit.edu/V119/N10/8MM_review.10a.html
Geof Smith, “Final Cuts: The History of Snuff Films“, http://www.fringeunderground.com/snuff.html
Jake Horsley, The Blood Poets: A Cinema of Savagery 1958-1999, vol.2: Millenial Blues, from Apocalypse Now to The Matrix (Lanham, Maryland, and London: The Scarecrow Press, Inc, 1999).
Janet Maslin, “Eight Millimeter: A Straight Arrow on Mean and Twisted Streets“, February 26, 1999, http://www.nytimes.com/library/film/022699-8mm-film-review.html
Jim Haught, “The Horrifying World of Internet Suff Sites“, http://jezebel.com/5863488/the-horrifying-world-of-internet-snuff-sites
John Bailey, “Viewing Death: disturbing new genre of snuff films create an ethical paradox“, July 5, 2015, http://www.smh.com.au/national/viewing-death-disturbing-new-genre-of-snuff-films-create-an-ethical-paradox-2015701-gi26zx.html#ixzz3s9PjTm00
Jon Lewis, Essential Cinema: an introduction to film analysis (United States, United Kingdom, Australia, Brazil, Japan, Korea, Mexico, Singapor, Spain: Wadsworth Cengage Learning, 2014).
Justin Felix, “8MM“, http://theshrubbery.com/0499/movie1.html
Kenneth Turan, “8MM Descends into True Hell on Earth“, Los Angeles Times, 26 February, 1999, http://www.articles.latimes.com/1999/feb/26/entertainment/ca-11763/1
Lesley Anderson, “Snuff: murder and torture on the Internet, and the people who watch it“, June 13, 2012, http://www.theverge.com/2012/6/13/3076557/snuff-murder-torture-internet-people-who-watch-it
Linda Williams, Hard Core: powe, pleasure, and the “Frenzy of the Visible” (Berkeley, Los Angeles, London: University of California Press: 1990).
Mark Salisbury, “Butcher my script and I’m outta here”, 09 April 1999, http://www.theguardian.com/film/1999/apr/9/features.
Mike Thompson, “Not So Super…8MM“, http://www.cashiersducinemart.com/details/issue-10/article-217/not-so-super…8mm
Mikita Brottman, Offensive Films: toward an anthropology of Cinema Vomitif (Westport, Connecticut & London: 1997).
Nijat Özön, Sinema, Televizyon, Video, Bilgisayarlı Sinema Sözlüğü, “Tecavüz ve Öldürme Filmi” maddesi (İstanbul: Kabalcı, 2000).
Rogert Ebert, “8MM“, February 26, 1999, http://www.rogertebert.com/reviews/8mm-1999 February 26, 1999
Scott Aaron Stine, “The Snuff Film: the making of an urban legend“, Skeptical Inquirer, vol.23. 3 May/June 1999, http://www.csicop.org/si/show/snuff_film_the_making_of_an_urban_legend/
Stephen Hunter, “120 minutes of Pure Torture“, Washington Post, February 26, 1999, http://www.washingtonpost.com/wp-srv/style/longterm/movies/videos/8mmhunter.htm
Tim Tate and Ted Jeory, “Police did NOTHING to track down victim of child porn snuff film“, May 11, 2014, http://www.express.co.uk/news/uk/475207/Police-did-nothing-to-track-down-victim-of-porn-snuff-film
TommyDePaoli,”5 movies we thought were snuff films (but thankfully weren’t), December 4, 2014, http:77movieplot.com/posts/2479500?It_source=external,manual
DİPNOTLAR
[1] Bu yazı daha önce Doğu-Batı Dergisi, Kasım-Aralık-Ocak 2015-2016 75. sayısında yayınlanmıştır.
[2] Bu yaklaşım bize döneminin en tartışmalı filmlerinden birisini-özellikle Birleşik Krallıkta ciddi biçimde sansüre uğramış olan- Henry: Portrait of a Serial Killer‘ı (John McNaughton, 1986) anımsatmaktadır.
[3] Günah, Kefaret, Kurtuluş ya da Cehennem: Abel Ferrara’dan Bad Lieutenant (1992), Doğu Batı, Sayı 73, Mayıs, Haziran, Temmuz 2015, ss., 37-60.
[4] Snuff sonrası piyasaya çıkan-ve Hollywood ana akım sineması dışında kalabilen-bu filmler arasında bana göre öne çıkanlar: Last House on the Dead End Street (1977), Hardcore (1979), Cannibal Holocaust (1980), Videodrome (1983), Henry: Portrait of a Serial Killer (1986) ve özellikle önemli bulduğum Tesis (1996) ile A Serbian Film (2010).
[5] 1981’de yayımlamış olduğu TDK Sinema ve Televizyon Terimleri Sözlüğü‘nde bu veya benzeri bir kategori/başlık bulunmamaktadır.
[6] Bu maddenin tümünü alıntılamak yer açısından biraz zor olsa da bazı ifadelerle özetlenmesi mümkün olabilir: “cinsel sömürü filminin en aşırı biçimi, büyük bir sadizm içinde gerçek tecavüzün ve öldürmenin yer aldığı film, bu filmlerde yer alanlar…gerçek kurbanlardır. …kaçırılan, tecavüze uğrayan, işkenceyle öldürülen kişiler…özellikle kadınlar ve çocuklardır. ..varlıkları 1970’lerden beri biliniyordu…Başlangıçta 8mm’lik kısa filmlerle gerçekleştiriliyorlardı“. (s.684).
[7] Bu yazıda kullandığımız SM‘nin orijinal DVD kopyasındaki Türkçe altyazı seçeneğinde çevirmen(ler?) Yeraltı filmi/filmleri gibi bir tercih kullanmışlar. Eksik ve içerik açısından yanlış algılamalara yol açabilecek bir tanımlama olduğunu düşünüyorum.
[8] Snuff özelinde ve filmlere yansımış ölümlerin olabildiğince ayrıntılı bir şekilde ele alındığı en önemli kaynak David Kerekes ve David Slater’ın ortaklaşa yazmış oldukları ve neredeyse çıkar çıkmaz tükenen, yıllarca fotokopileri elden ele dolaşan kült kitabı Killing for Culture: an illustrated history of death film from Mondo to Snuff (Creation Books, 1994)dır. Sadece bir kez ve biraz daha fazla malzeme eklenerek 1995’de tekrar basılan bu kitap o tarihten beri ancak sahaflarda bulunabiliyordu ama tam da bu yazı hazırlanırken edindiğim bilgiye göre aynı yazarlar tarafından neredeyse bir kat daha genişletilmiş ve zenginleştirilmiş yeni baskısı piyasaya çıkmak üzere. Alanının en önemli başvuru kitabı olan bu eserin yeni baskısına bakma şansım olsaydı bu yazıyı daha da zenginleştirebilirdim kanısındayım.
[9] Manson’ın aile üyelerinin 1969 yazında NBC televizyon şirketine ait bir yayın aracını çaldıkları, sonrasında aracı terk ettikleri ama bir kamerayı kendilerine ayırdıklarını biliyoruz. Dahası, aile üyelerinin elinde 3 adet Super-8 film kamerası olduğu ve ekmek parası kazanmak için barınaklarında-Spahn Ranch- porno film çekmek için bu kameraları kullandıkları da bilinmekte.Polisin baskınında ele geçen kullanılmamış film yüklü bir kamera bulunmakla beraber snuff film türü bir malzeme bulunamamıştır.
[10] Aynı dönemde hardcore pornografi alanında benzer bir durumu-en azından ABD özelinde- Deep Throat (1972) filminin yarattığını söylemek mümkün. Kalitesizlik bağlamında Snuff ile yarışabilecek nitelikte olsa da kendi alanında bir ilk olma ve kendisinden sonra gelenlere kapıyı açma görevini üstlenmesi açısından çok önemli bir film olduğu tartışılmaz.Hatta bir kıyaslama yaptığımızda Snuff‘ın bir anlamda şiddet pornografisi gibi bir sınıflandırma içine dahil etmemiz mümkündür.
[11] Serinin filmleri sırasıyla Guinea Pig: Devil’s Experiment (1985), Guinea Pig 2: Flower of Flesh & Blood(1985), Guinea Pig 3: Shudder! The Man Who Doesn’t Die(1986, The Guinea Pig 6: Mermaid in a Manhole(1988), The Guinea Pig 5: Android of Notre Dame 1988), Guinea Pig 4: Devil Woman Doctor (1986’da serinin 4.filmi olarak çekilmiş ama sonrasında 6.filmi olarak gösterime sokulmuştur) ve Guinea Pig 7: Slaughter Special (1988) dır.
[12] Gerçek görüntüler yerine bilgisayar destekli işkence, zulüm ve ölüm videoları barındıran çok sayıda internet siteleri de bulunmaktadır. Bunlar arasında özellikle ‘kadın kurbanları’ öne çıkaran sitelerin fazlalığı dikkat çekmektedir: DeadSkirts, FemmeGore, NecroBabes, Dead Sexy Women, Kill Her Productions, Crucified Women ve ChokeChamber gibi daha birçok site bu türden içeriği sayfalarında toplamaktadır.
[13] Snuff konusunu irdeleyen yazısında John Bailey, Swinburne University of Technology’de film ve cinsiyet üzerine çalışmalar yapan yazar Alexandra Heller-Nicholas’dan ilginç bir alıntıya yer vermektedir: “Saddam Hüseyin’in idamı sırasında çekilen video kayıtların ilk kez dolaşıma girdiği tarihlerde sınıfta bu konuyu tartışmaya açtığımda öğrencilerin aralarında en çok tartıştıkları konu kayıtın gerçek olup olmadığıydı. Meraklarını cezbeden tek konu buydu. Neyi seyrettiklerini düşündüğünüzde çılgınca bir şeydi bu. Böylesi bir duruma şahit olurken ortaya çıkan sorunun bu olması gerçekten tüyler ürperticiydi”.
[14] En az Magnotta olayı kadar sıkıntılı bir başka olaya da dijital dünyada ulaşma olanağı-ne yazık ki- bulunmaktadır. 2008 yılında internete yüklenen bir videoda-3 Guys 1 Hammer ismiyle- 48 yaşındaki Sergei Yatzenko isimli bir erkek yüzüne defalarca vurulan tahta/çekiç darbelerinin ardından gözünden bıçaklanıyor ve son olarak da bir tornavidayla karnından yaralanarak öldürüldüğünü görüyoruz. Ukraynalı üç delikanlıdan oluşan Dnepropetrovsk Manyakları isimli suç çetesi (videoları satarak para kazanma niyetinde olduklarını itiraf etmişlerdi) yakalanarak 2009 yılında-en az yirmi kişiyi daha öldürmek suçundan- yaşam boyu hapse mahkum edilmişti. Video çeşitli sitelerde bulunmakla beraber ‘bir kez seyredildikten sonra akıldan çıkmama’ olasılığına karşı potansiyel izleyicilere çeşitli uyarılarla birlikte sunulmakta.
[15] http://www.humansexualityeducation.com/iashs-home.html
[16] Birleşik Krallık’ta yayımlanmakta olan The Sunday Express gazetesi 11 Mayıs 2014 tarihli sayısında Britanya polisinin büyük olasılıkla dünyada ilk kez genç bir kızın da içinde yer aldığı bir pornografik bir snuff filmi ele geçirmiş olabileceğinin haberini vermişti. Aksanından Amerikalı olabileceği düşünülen genç kız yaklaşık 20 dakika süren bir video kaydında 40 yaşlarında bir erkek tarafından önce tecavüze uğruyor, ardından kafasına geçirilen plastik torbayla boğuluyor ve tekrar tecavüze uğruyor. Cinayeti işleyen kişi ardından kızın bedenini yere serdiği geniş plastik tabakayla sıkıca sarıyor ve film bu noktada kesiliyor. Yılların tecrübeli polis memurlarını bile şoka uğratan bu sahneler gerçek gibi gözükmekte. Genç kızın rol yapmış olma olasılığı yetkililerce imkansız olarak değerlendiriliyor. Davaya bakan hakim de aynı görüşü paylaşıyor: “bütün delillerin de işaret ettiği gibi kurban çekim esnasında yaşamını yitirmiştir/ all the evidence points to the fact that she almost certainly died on camera”.
[17] Schumacher burada aktarılan görüşlerinin oldukça benzer bir versiyonunu bir başka söyleşide de tekrarlamıştır: “And then I was expected to do another Grisham, because The Client and A Time to Kill had been so successful. And I pulled out, I just couldn’t do it. And I purposely took 8MM because, well I liked the story and I knew it would cause a lot trouble and would be dangerous and there would be a lot of clucking of tongues, and it’s fun to make trouble. It also was as far as from a summer feelgood movie as you could possibly get, and that was very exciting…. and I’m very proud of the film/Sonrasında bir başka Grisham uyarlaması yapmam bekleniyordu çünkü The Client ve A Time to Kill çok başarılı olmuşlardı. Ve ben de bırakıverdim. Yapmam mümkün değildi. 8MM’yi özellikle seçtim çünkü hem hikayeyi beğenmiştim hem de sorunlara yol açacağını biliyordum. Tehlikeli bir film olacak, millet ‘cık cık’layıp duracaktı. Sorun çıkarmak eğlencelidir. Dahası, bu film yaz aylarında insanların kendilerini iyi hissetmek için gittikleri filmlerden olabildiğince farklıydı ve bana göre bu çok heyecan verici bir şeydi… ve filmimle gurur duyuyorum.
[18] Bu ve benzeri alıntılarda filmin 2003 yılında Hollanda’da piyasaya çıkmış olan ve Türkçe dahil 15 altyazının bulunduğu dvd versiyonundaki çeviriler kullanılmıştır. Çevirmen (lerin?) tercihlerine karışmamayı seçtim ama (yukarıda 6 numaralı dipnotta da belirttiğim gibi) sıklıkla karşıma çıkan çeviri sorunlarının varlığından da haberdar olduğumu belirtmek isterim.
[19] Orijinal senaryoda aynı yazardan Music for Chameleons (1980-Yazarın kısa öykü ve çeşitli yazılarından oluşan bir derleme). In Cold Blood, 20.yüzyıl Amerikan edebiyatının en önemli edebiyat eserlerinden birisi olup “new journalism akımının doğmasına yol açmıştır ve iki katilin bir aileyi katledişinin ardından yakalanıp idam edilmelerine kadar geçen gerçek olayların o zaman kadar kullanılmamış yeni bir teknikle anlatılmasını içerir.
[20] Velvet’in stüdyosundaki görüşmenin ardından Max ve Welles çıkmak üzereyeken Velvet’in Welles’e yüzünü çok beğendiğini ve mümkünse filme almak istediğini görürüz. Ama yolda Max’e hayır diyen Welles bu sefer de-sanki ruhunun Velvet’in kamerasının içine mahkum olacağını düşündüğünden- “ben kameraradan utanırım” diyerek çekimi engeller.
[21] Bir önceki sahne-Max’in ortaya çıkarılışı ve bu sahne yönetmenin akış olarak aynı bıraktığı ama dramatik efekt açısından senaryoya müdahale ettiği iki planı oluşturmaktadır. Senaryoda Max mekana arabanın bagajında getirilmekte ve Machine tarafından çıkarılıp diğerlerinin önüne bırakılmaktadır. Diğer planda ise Welles ve avukat birlikte şehir merkezine, Welles’in filmi sakladığı banka şubesindeki kasayı açmaya gitmektedirler. Kişisel olarak bu iki sahnenin filmdeki şekliyle değiştirilmiş olmasını daha “dramatik” ve “heyecanlı” bulduğumu söyleyebilirim ama A.K.Walker’ın konuya hiç de öyle yaklaşmadığını biliyoruz. Sonuçta, nasıl ki Welles’i çizerken senaryoya koymuş olduğu (ve yönetmen tarafından es geçilen) çok sayıda küçük ayrıntının karakterin geçmişini ve de karakterini daha iyi yansıtacağını düşünmüşse bu sahneleri de-özü filmde aynı bırakılmış olsa bile- kendi zihnindeki akışa uygun olduğu için yarattığı ortadadır. Sonuçta, tipik bir-Walker’ın da kabul etmek zorunda kaldığı/olduğu tipik bir Hollywood Gerçeği Sanata/Yaratıcılığa Karşı olaylarından birisi daha gerçekleşmiştir.
[22] Senaryoda Welles evine geldiğinde Mrs.Christian’ın bir kaç gün önce intihar etmiş olduğu haberini karısından alır.
[23] “The moment that comes after the killing, when we see the hero breathing heavily like some wounded beast, plainly in a state of extreme agitation, torn between the soaring high of his blood lust and the creeping horror of his conscience, is the film’s high point. Despite the shoddiness of the murder scene itself, this aftermath is genuinely disturbing. It is the moment at which we get the barest whiff of where the movie might have taken us: as an isolated moment (a Surrealist high) it’s worth preserving in wine. It’s official: the Hero is a Psychopath. This image alone gets 8mm an honorable place in the neo-noir cannon” (ss. 358).
[24] Bu ayrıntıyı eklememin nedeni bazı eleştirmenlerin yönetmenin Machine’in “satanist müzik” dinleyen dolasıyla sapık ve/ya ölmeyi daha baştan hakkeden bir karakter olarak vermeye çalışması ve bunu göstermek adına bu yönde belli bir üne sahip olan Amerikalı rock grubu Danzig’in posterlerini sahneye sıkıştırdığını iddia etmeleridir. Ama orijinal senaryosunda Walker ortamı şu şekilde tasvir etmektedir: Shelves are full of BOARDGAMES and COMIC BOOKS. A DANZIG POSTER on the wall. There’s a RECORD PLAYER with LP RECORDS beside it. A record turns on the turntable, the needle caught at the center, SCRATCHING… (s.117, vurgu bana ait).
[25] Orijinal metinde “dövmedi” için kullanılan “abuse/(cinsel)taciz ya da istismar” iken “vurmadı” için kullanılan ifade de “rape/ırzına geçmek ya da tecavüz etmek”dir. Söylenenlerin-ve dolası ile klişe ifadelerin-etkisini azalttığını düşünüyorum.
[26] Senaryoda “save me/kurtar beni” şeklindedir.
[27] Büyük stüdyo sisteminin yönetmen ve senaryo yazarları üzerindeki baskısı filmlerin yapısını ve içeriklerini ciddi biçimde etkilediği-ne de olsa parayı veren düdüğü çalmaktadır-bilinen bir gerçektir ama özellikle 90’lar sinemasında bazı büyük yıldızların da bu biçimde davranma hakkını kendilerinde bulduklarını biliyoruz. Horsley filmi eleştirirken verdiği bir dipnotta Cage’in yönetmene şöyle dediğini alıntılar: “the only thing I said to Joel was that we should find a way to end this movie with some sense of hope/Joel’e söylediğim tek şey bu filmi biraz olsun umut verecek şekilde bitirmenin bir yolunu bulmamız gerektiğiydi“.