(*)[1]

Jon Lewis  Film Analizine Giriş kitabının giriş bölümünün Karmaşık Filmlerin Hakkını Vermek ve Anlamak olarak çevirebileceğimiz alt başlığında  Japon sinemasının nispeten  yakın dönem örneklerinden Vengeance is Mine‘ı  (İntikam Benim, Shohei Imamura, 1979) ele alarak bu ve benzeri filmlere nüfuz etmenin  diğer filmlere göre daha zor olduğunu çünkü bu tip filmlerin bilinçli olarak genel beklentilerimizin dışına çıktığını, inanç sistemlerimizle oynadığını işte tam da bu yüzden daha sabırlı olmamız gerektiğini  ama filmle olabildiğince yoğun bir iletişim içine girmemiz gerektiğini belirtiyor. Filmi Lewis açısından ilginç kılan husus bizim de 8mm‘yi ele alma nedenimizle neredeyse tam olarak örtüşmekte.

Filmin iki farklı afişinden en az iki farklı karakter ve konu izlenimi edinmek mümkün.

İntikam Benim‘de seyirci katile olabildiğince yakın durma şansını elde etmektedir ama onu “anlamak” adına filmin sunduğu neredeyse hiçbir şey yoktur.[2] Bu anlamda ana karakteri canlandıran Ken Ogata’nın performansı seyircinin karakteri anlamaya yönelik çabalarını olabildiğince engelleyecek şekilde sunulmaktadır. Lewis, filmin seyirciyi oldukça zorladığını ama sonucun buna değdiğini ifade ederek bir çok suç filminin belli bir takım formüller çerçevesinde oluşturulduğunu ve hikayedeki o uğursuz/meşum karakter(ler)in filmin anlatımına yedirilerek neredeyse önemsizleştirildiğini savunarak esas önemli noktaya gelir: Imamura’nın filmi bizi alışık olduğumuz, beklentilerimizin önceden belirlenmiş olduğu bölgemizin dışına çıkartarak hem böyle bir hikayeyi neden izlediğimizi  hem de böylesi bir şeytani  karakterin/durumun (nasıl olup da) ortaya çıkmış olabileceğini  anlamaya zorlamaktadır. Böylesi bir yaklaşım/analiz bizim hem modern  toplumlarda var olan şeytani yapının doğasını yeniden gözden geçirmemizi  hem de bazen kişilerin kötü şeyler yaptıkları ve daha da beteri bunları niçin yaptıklarını bilmedikleri gibi tüyler ürpertici bir sonuca  varmamızı sağlayacaktır.

Amerika Birleşik Devletlerinde 1990’lı yıllarda üretilen suç filmlerinden Bad Lieutenant (Abel Ferrara, 1992) üzerine yazmış olduğumuz yazının[3] tanıtım bölümünde söz konusu dönemin bir çok ilginç özelliklerinin arasında üretilen suç filmlerinin büyük bir çeşitlilik gösterdiğini-ilk akla gelenler (Internal Affairs, 1990), Goodfellas (1990), Reservoir Dogs (1992), Pulp Fiction (1994), Casino (1995), Natural Born Killers (1994), The Usual Suspects (1995), Heat, 1995), Fargo (1996) ve Jackie Brown (1997)- belirtmiştik. 1990’lı yılların kapanışına denk gelen Sekiz Milimetre (bundan sonra metin içinde SM) hem bu dönemin-suç filmleri özelinde-kapanış filmlerinden birisi olduğu için ama daha da önemlisi Hollywood ana akım sinemasının daha önce-aslında daha da sonrasında-hiç ele al(a)madığı bir konuyu işlemesi açısından oldukça kendisine has bir durum oluşturmaktadır. Bu konu Snuff filmleridir. Her ne kadar, aşağıda bahsettiğimiz bu alanda yolu açan ilk film olan Snuff sonrası en az 20 küsur film çekilmişse de bu filmleri bütünüyle konusu yapan, hikayesini olduğu gibi bu filmlerin varlığı/yokluğu üzerinden kurgulayan, karakterlerini bu filmlerin varlığı ve etkisi çerçevesinde derinlemesine irdelemeye çalışan ilk film SM‘dir.[4]

Daha detaylı  bir yaklaşımı hakkettiklerini düşündüğüm iki film: Tesis ve özellikle de A Serbian Film.

Özellikle Türk sinemasına yönelik bir çok ilk ve kaynak metin olarak kabul edilen eserlere imza atmış olan Nijat Özön daha önce iki kez yayınlamış olduğu sinema ve televizyon terimleri sözlüklerini (1963 ve 1981) iyice geliştirerek 2000 yılında çıkardığı 1400 sayfaya yakın kapsamlı Sinema, Televizyon, Video, Bilgisayarlı Sinema Sözlüğü‘nde bu yazıda ele alınan 8mm filminin (Sekiz Milimetre, 1999) -en azından ilk bakışta- ana konusunu oluşturan Snuff filmleri için de bir başlık ayırmıştır.[5] Türkçe karşılığını “tecavüz ve öldürme filmi” olarak veren  Özön’ün bu konu hakkında sunduğu bilginin[6] bence en ilgi çekici yanı söz konusu filmleri “gerçek” olarak kabul etmesi ve bu filmlerin halihazırda ciddi biçimde yaygınlaştığını söyleyerek, bu konuya yönelik çekilmiş bir filme örnek olarak da 8mm‘yi (tarih olarak 1998 veriliyor) göstermiştir. Ama, konu bu sözlük maddesinin içeriğinden çok daha derinlere gitmekte ve gittikçe daha da tatsızlaşmaktadır.  Snuff sözcüğü bir şeyi bitirmek, son vermek anlamında kullanılmakta. İngilizce argo  kullanımında bir mumun söndürülmesinden türeyerek insan hayatına son verme şeklinde kullanıma yerleşmesi  yüzlerce yıllık bir kullanım sonucu oluşmuştur. Sonuna film ya da sinema sözcüklerini eklediğimizde Özön’ün tanımlamaya çalıştığına yakın bir film türüne yaklaşmış oluyoruz. Belki “öldürme ya da söndürme” filmleri gibi bir karşılık önerilebilir ama genel kabul görecek bir seçenek netleşene kadar bu tür filmler için İngilizcedeki kullanımı kabul etmek durumundayız. [7]

Snuff filmlerinin-bir şehir efsanesi olarak anılmaya başlamalarından itibaren- tarihsel geçmişi gerçekten çok ilginç olup, konuya yönelik oldukça kapsamlı bir literatür arandığında bulunabilmektedir. Bu yazıda, söz konusu tarihçeye bir genel bakış düzeyinde yer vererek  ele aldığımız film açısından yerini ve önemini okuyucuya gösterme amacını gütmekteyiz ama yazımızın sonundaki biyografi bu konuya daha yakından bakmak isteyenlere yol gösterici nitelikteki malzemeleri de kapsayacaktır.[8]

Farklı kaynaklardan faydalanarak ortaya bir tanımlama koymaya çalıştığımızda karşımıza şöyle bir durum çıkmaktadır:

Kerekes ve Slater’a göre Snuff filmleri bir insanın herhangi bir özel efekt ya da film hilesine başvurulmaksızın öldürülmesi/kurban edilmesini gösteren, bu türe meraklı bir seyirci kitlesinin hoş vakit geçirmesi için hazırlanan filmlere verilen genel bir isimdir.

“Snuff film” ifadesinin ilk kez Ed Sanders’in 1971 tarihli kitabı The Family: The Story of Charles Manson’s Dune Buggy Attack Battalion” isimli Sharon Tate ve bir grup arkadaşının 9 Ağustos 1969’da evlerinde çok kanlı bir biçimde katledilişlerini anlattığı kitabında geçmektedir.  Sanders, cinayetleri işleyen Manson grubunun  bu türden filmlerde çekmiş olabileceğini (akla Tate cinayetlerinin de çekiminin yapılmış olması olasılığını getiriyor doğal olarak) ama bu filmlerin çölde bir yerlerde gömülüp kaybolduğunu ya da birilerine satılmış olabileceğini de ekliyor. [9]

Sanders’in kitabının zamanında çıkmış iki farklı baskısı.

Snuff ve filme aktarılmış ölüm sahneleri konusunda yayınlanmış belki de en önemli kitap.

Film dünyası içinde işlediği cinayetleri belgesel filmlerinde kullanan bir film yapımcısının anlatıldığı Michael Powell’ın  Peeping Tom‘u (Kadın Katili, 1960) belki bu tarzın-herhangi bir “gerçek” öldürme olayı gösterilmese de- belki bu türün ilk örneklerinden birisi olarak görülebilir. Ama hem terimin hem de içeriğinin bir daha silinmemecesine film dünyasına girmesine neden olan yapım tam da ABD’nde ülkeye gizlice Snuff filmlerin sokulmakta olduğu dedikodularının medyaya iyiden iyiye yansımaya başladığı zaman diliminde gösterime giren Snuff (Michael ve Roberta Findlay (görüntü yönetmeni)-daha sonra Allan Shackleton-,1975)

Filmin afişi (solda) ve sahnelerden küçük bir kolaj.

filmidir. Bu filmin yapımı, çekildikten sonra 4-5 yıl gösterime sokulmaması, yapımcının kontrolü ele alıp yeniden kurgulayarak, adını değiştirerek (orijinal adı Slaughter) ve sonuna filmin yeni adına uygun düşecek öldürme sahneleri eklemesi  ve ABD’nde kadın hakları gruplarının çok sert tepkisiyle karşılaşması, Shackleton’un medyayı filme yönelik uydurma bilgilerle sürekli beslemesi ve filmin gösterildiği herhangi bir noktada aleyhte bir gösteri yoksa parasını neyse verip bir protesto yürüyüşü ayarlatması  gibi ayrıntılar ayrı bir yazının konusu olacak kadar zengindir. Ama tüm bu meraklısı için oldukça ilginç olabilecek ayrıntılar bir gerçeği görmemizi engellememektedir:  bu film gerçekten sinemasal açıdan berbat bir filmdir. Sonuna kadar dayansanız da, yakın tarihte prestijli bir şirketten çıkan Blu-ray versiyonuna da baksanız bu gerçek değişmeyecektir. Ama zaten yapımcının da yönetmenin de böyle dertleri yoktur. Uzun yıllardır sürmekte olan “istismar/explotation” sineması geleneğinin bir parçasıdır ortaya çıkan film.  Afişte de ifade edildiği gibi (bu film ancak hayatın gerçekten ucuz olduğu Güney Amerika’da çekilebilirdi!)  Arjantin’de dört haftada  gerçekten de ucuza mal edilmiş, oyuncuların büyük kısmı İngilizce bilmeyen yerel yeteneklerden oluşturulduğu için sessiz çekilmiş ve Amerika’da  seslendirmesi (oldukça kötü bir biçimde) yapılmış bir film var karşımızda. Ama, deyim yerindeyse, baraj kapaklarının açılmasını sağlayan bir ilk örnek olduğunu[10]belirtmek gerekir. Yukarıda da belirtildiği gibi, aynı dönemde FBI’ı harekete geçirtecek kadar ciddi bir takım dedikoduların da yayılması sonuçta bu filmin hiç de hakketmediği kadar ilgi görmesine yol açmıştır.

Bu noktada, snuff film olgusunun ortalama sinema seyircisi tarafından daha duyulur hale gelmesine yol açan bir durumu da eklemek istiyoruz. Japonya’da -ki tüketim kültürü ve sanat vasıtasıyla kendini ifade etme açısından dünyanın geri kalanından neredeyse tamamen farklı , kendine has bir anlayış ve algı ile yoluna devam etmektedir- seksenli yılların ortasından başlayarak toplam 7 filmlik bir seri haline dönüşen Guinea Pig (Kobay Faresi) filmleri[11] snuff filmlerin gerçek olup olmadıkları noktasındaki tartışmalara oldukça ilginç bir katkı sunmuşlardır. Serinin ikinci filmi olan Flower of Flesh and Blood ‘ı(1985) bir arkadaşı ile tesadüfen seyretme şansını yakalayan oyuncu Charlie Sheen gördüğü sahnelerin film endüstrisi içinden gelen kişiler olarak nasıl çekilebildiğini mantıklı bir biçimde açıklayamayınca FBI ile temasa geçmiş ve elindeki video kaseti yetkililere teslim etmişti. Yapılan araştırmalar (Japon polisinin de katkılarıyla)sonucu- filmin yapımcılarının bir sahne arkası belgeseli d hazırlamalarının etkisiyle- FBI söz konusu sahnelerin çok zekice ve ustalıkla hazırlanmış özel efektler sonucu kotarılmış olduğu sonucuna varmıştır ama konuya Charlie Sheen gibi profili yüksek bir Hollywood yıldızının dahil olmuş olması konunun daha geniş kitlelere yayılmasına yol açmıştır.

Dijital ortamda sıklıkla bulunabilen Guinea Pig’in baskılarından biri. Üstelik yanında hediyesi  de var.

Benzeri bir olay tartışmalı filmler listesinin-çok sayıda canlı hayvanın öldürülme sahneleri ve diğer kanlı sahneler nedeniyle-en başlarında yer alan Ruggero  Deodato’nun Cannibal Holocaust (1980) filmi de benzer bir suçlamayla karşı karşıya kalmış ve yönetmen başrol oyuncularını öldürmek ve bu sahneleri filme almakla suçlanmıştır. Deodato söz konusu oyuncuların mahkemeye tanıklık yapmak üzere gelmeleriyle suçlamalardan yakasını sıyırabilmiştir.

Snuff sahneler  içerdiği düşünülen en popüler  filmlerden birisi: Cannibal Holocaust ve iki farklı afişi.

Internet ve sosyal medya çağında, ne yazık ki, gerçek kurmacanın önüne fersah fersah geçmiş durumdadır. Şok siteleri olarak da bilinen kan, ölüm ve vahşet içeren görüntüleri ziyaretçileri ve/ya üyeleri ile paylaşan BestGore.com, GoreGrish.com, TheYNC.com ve hatta haber sitesi + kan gölü sitesi olarak da tanımlanabilecek liveleak.com gibi internet siteleri  sayesinde ölümün hemen her türlüsü meraklı kitlelere kolaylıkla ulaşabilmektedir.[12] Bu konudaki en tüyler ürpertici örneklerden birisi de Luka Magnotta olayıdır. Yukarıda adı geçen sitelerin müdavimi olan başarısız porno oyuncusu ve model Magnotta ilgi çekmek ve takipçi sayısını  arttırmak için işe önce (fona John Lennon‘dan War is Over parçasını koyarak) küçük kedi yavrularıyla başlamış ve sonunda New Order grubunun True Faith parçası eşliğinde Çinli bir öğrenci olan Jun Lin’i kesip, biçip, doğrayıp afiyetle yiyişini gösteren videosu 1 Lunatic 1 Ice Pick başlığı ile malum sitelere yüklemiştir. Kurbanının parçalarını ilkokullara ve siyasi parti temsilciliklerine gönderen Magnotta olayların gelişmesiyle vatandaşı olduğu Kanada’yı terk etmiş, hakkında kırmızı bülten çıkarılmış ve sonrasında Berlin’de bir internet kafede kendisi ile ilgili gelişmeleri takip ederken tutuklanmıştır. Bu hikayedeki can sıkıcı ve ürkütücü taraf videoyu seyredip yorum bırakanların büyük kısmının bir miktar şok yaşaması ama genel olarak “mesafeli/seviyeli/cool” bir duruş sergilemeleri, videodaki öldürme olayının gerçek olduğu konusunda çoğunlukla hemfikir olmaları[13] ama özel efekt sesleri  yerine kurbanın boğulurken çıkardığı seslere daha fazla yer verilmesi gerektiğini düşünmeleri ve tartışmaların esas olarak videodaki anlatının büyük kısmının kurban öldükten sonraki zaman diliminde geçiyor olması ile New Order’ın iyi bir müzik grubu olup olmadığı üzerine yoğunlaşmış olmasıdır. [14]

Luka Magnotta ve kurbanı öğrenci değişimi çerçevesinde Kanada’da bulunan Jun Lin.

Ama bu örnek tek başına bize tecimsel amaçla hazırlanmış snuff filmlerinin var olduğunu ispatlamaz. Her ne kadar snuff filmlerle ilgili olarak bu konu oldukça tartışmalı olsa da, yani kar amacıyla üretilen öldürme/öldürülme filmleri mi yoksa Magnotta olayındakine benzer filmlerin mi “gerçek” snuff sayılması gerektiği konusu, bu iki yaklaşım arasında çok da bir fark bulunmadığı kanısındayım.

1993’de The Straight Dope isimli popüler köşesinde konuyla ilgili bir yazı hazırlamak amacıyla pornografi çalışmaları alanındaki en donanımlı (alana yönelik elinde yaklaşık 400.000 civarı film bulunan) uzmanlardan birisi olan Ted McIlvenny’e (Institute for the Advanced Study of Human Sexuality yöneticisi[15]) danışan Cecil Adams’ın edindiği bilgiye göre McIlvenny meslek yaşamında sadece 3 kez filmlerde gerçek ölüm olayına rastlamış olup bunlardan ikisi tamamen tesadüfi şekilde filme alınan ölüm olaylarıyken 3.film Fas’ta oldukça garip ve iç kaldıran-ayrıntısına bu yazıda girmek istemediğim- bir dinsel tören sırasında  filme çekilmiş, -ama sonuçta ticari bir amaç gütmeyen ve tezgah altından gizlice satışı gerçekleşmeyecek olan- bir yapım olarak kayıtlara geçmiş. Bu bilgileri bir noktaya kadar desteklercesine, yakın tarihte aramızdan ayrılan, ABD’nde yasal pornografinin sınırlarının yeniden çizilmesinde-Hustler dergisinin kurucusu Larry Flynt’la birlikte-büyük rol oynamış olan Screw dergisinin kurucusu/sahibi Al Goldstein’ın yıllar önce yaptığı bir şekilde ticari olarak satışa sunulmuş bir snuff filmini bulup getirene 1 milyon dolar verme sözü kendisi vefat edene kadar geçerliliğini korumuştu.

Aslında, yukarıda sözü edilen Magnotta olayı gibi belli aralıklarla medyaya yansıyan ve ortalığı kızıştıran, kapının hemen ardında ya da yatağımızın altında bekleyen  bir çeşit öcüden bahsediyoruz. Geçmiş dönemlerde, sinema özelinde, bu ve benzeri konularda hem görsel hem de yazılı malzemeye ulaşmanın zorluğu (özellikle film geleneklerinin daha az tanındığı ülkelerde üretilen yapımlar söz konusu olduğunda, daha sonra öyle olmadığı net bir biçimde ispatlansa/gösterilse bile bir çok korku filmi izleyicisinin Le Jorobado de la Morgue (1972), Burio Omega (1980) ya da Der Todesking (1990) gibi filmlerde gerçek cesetler kullanıldığına halen inanıyor olması gibi) göz önüne alındığında snuff konusunun nasıl olup da hep bir şekilde gündemde kalmayı başardığını  belki daha iyi anlayabiliriz.

Diğer taraftan, bu tür filmleri pazarlayan, çekimlerini ayarlayan ve küçük çocukları ve genç kız ve erkekleri rutin biçimde kaçırıp kullanan, dünya çapında işlevi olan bir takım yapıların varlığı/şüphesi sadece bir değil bir çok snuff film bulunması olasılığı bu korkuyu hep bir şekilde canlı tutmuştur. [16]Dahası, bu filmlerin var olması/var olma olasılığı yeterince korkutucuyken diğer taraftan bu filmlere istenen paraları ödeyen bir seyirci/müşteri kitlesinin de var olma olasılığını beraberinde getirmesi  bu durumun üzerine tam anlamıyla tuz biber ekmektedir.

Bu yazıda yorumlanacak olan SM ise Internet devriminin bütün gücüyle sahneye çıkışından hemen önceki bir dönemde geçen bir öyküyü anlatmaktadır.

BANA YÖNETMENİNİ SÖYLE SANA…

SM’nin yönetmeni Joel Schumacher (d.1939) Hollywood sinemasının en çok eleştirilen tanınmış yönetmenlerinin belki de başında gelmektedir.  Moda dünyasından film dünyasına geçiş yapmış olan Schumacher 30 yaşına girmek üzereyken kariyerinde neredeyse dibe vurmak üzereydi. Yakın çevresinde ayık olan tek arkadaşının desteği ile haftada 200 dolar ücretle B sınıfı bir filmin kostümlerini hazırlama işini buldu. Bu tür bir işi belki insanı çok yükseklere çıkarmazdı ama hemen ardında 1971 başlarında bir başka yönetmen aynı nedenle kendisine iş teklifinde bulunduğunda Schumacher’ın hayatı kökten değişecekti. Bu yönetmen New York’dan çok ender çıktığı zaman dilimlerinden birisinde oldukça düşük bir bütçeyle Sleeper (1973) isimli filmini kotarmaya çalışan  Woody Allen’dı. Allen’ın değerli tavsiyelerini göz ardı etmeyen Schumacher Los Angeles’a taşınıp zamanın ruhuna bir biçimde denk gelen ve çok iyi hasılat yapa Car Wash‘ın (1976) senaryosunu satmayı başardı ve ilk yönetmenlik denemesi olan The Incredible Shrinking Man‘i (1981) çekti. St. Elmo’s Fire (1985) ve The Lost Boys(1987) gibi gişe başarısı yüksek filmler sayesinde Schumacher stüdyolara 1990’lı yıllarda esas ününü sağlayacak olan filmlerin yönetmeni olabileceği yönünde güven vermiş oldu. Genel olarak başarılı kabul edilen iki John Grisham uyarlaması (The Client, 1994 ve A Time to Kill, 1996) ve ciddi gişe başarıları getiren ama film eleştirmenlerinin-konuları ve karakterleri fazlasıyla sulandırdığı, gerektiğinden fazla ‘çocuksu’ yaptığı suçlamalarıyla) çoğunlukla yerden yere vurduğu iki Batman uyarlaması 90’lı yılların ilk yarısında geldi: Batman Forever (1995) ve Batman & Robin (1997). Sert tepkiler karşısında ‘suçunu’ kabul eden Schumacher, büyük stüdyo baskısı altında öyle davrandığını ama sonuçta sorumluluğun kendisinde olduğunu ifade etti. Yönetmenin 90’lı yıllardaki hakimiyeti sadece yüksek bütçeli ve gişeli filmlerden ibaret olmayıp -bir çok müzik videosu yönetmenin dışında-daha düşük bütçeli ve karakter/konu açısından daha karanlık, ağır konularda da-kendisin de ifadesiyle yapımcıları ve eleştirmenleri gıcık etmekten büyük zevk alarak- filmler çekmiş olmasıdır.  Bu serideki filmleri, Flatliners (1990), özel bir ilgiyi hakkettiğini düşündüğüm  Falling Down (1993),  Flawless (1999) ve bu yazının konusu olan SM’dir(1999).

 8MM… KAYBOLUP GİTMİŞ BİR FİLM FORMATINDAN DAHA FAZLASI…

Trespass (2011) filmine yönelik kapsamlı bir söyleşisinde Schumacher, kendisine filmi tam olarak açıklayamadığı bir biçimde komik/neşeli bulduğunu söyleyen muhabire “Evet, anlıyorum. Zaten öyle olsun diye yaptım….tıpkı Phone Booth‘da (2002), Falling Down‘da  olduğu gibi. SM‘de de oldukça hastalıklı espriler vardır. Ama, sonuçta hayat da böyle değil midir zaten?” şeklinde cevap verir. Bu mizahi yaklaşımı sezmek, karakterlere ve öyküye yönelik önyargılarımızı bir taraf bırakmayı başarırsak, sözü edilen filmlerde görmemiz/hissetmemiz mümkündür. Benzer bir biçimde çok uzun süredir eşcinselliğini saklamayan ve bu yönünü çektiği  bir çok filminde (kendi adıma SM‘de bu noktayı bir kaç kez hissettiğimi söylemeliyim) bilerek yansıttığını ifade eden Schumacher için-Falling Down‘ savunurken de bahsettiği gibi, seyirciyi ve eleştirmenleri tam ortadan bölebilmek o filmin başarılı olduğunun kesin bir göstergesi olmaktadır. Yine aynı söyleşide Schumacher çalışmayı özellikle sevdiği bir tür olup olmadığı sorusuna “karanlık tarafları olan hikayelere bir eğilim ve merak geliştirdiğimi söyleyebilirim. Sanırım Falling Down ve 8MM oldukça karanlık filmler” yanıtını vermektedir. Büyük stüdyoların Grisham ve özellikle de Batman’in gişe başarısından sonra kendisinden yine bir Grisham ve Batman filmi istediklerini ifade  eden yönetmen “sırtımı döndüm ve yaz mevsiminin tipik bir gişe canavarı olmaktan olabildiğince uzak bir film olan 8MM‘yi yaptım” demektedir. Bir yönetmen olarak kendisinden başka bir Allahın kulunun 8MM’nin senaryosuna dokunmak istemediğini, hikayenin  anlattığı yerlere bir yönetmen olarak gitmenin kendilerine zarar vereceğini düşündüklerini, sonuçta herkes tarafından beğenilmeyi ve sevilmeyi arzuladıklarını anlatan Schumacher söyleşiye şöyle son verir:  ” 8MM’den çıkan seyircilerin ‘bayıldım 8MM’ye’ demesini bekleyemezsiniz. O tür bir film değil ki. Çok rahatsız edici bir film yaptığınızı bilmektesiniz. Seyirciyi rahatsız etmesi gerekiyor”.[17]

“I have never seen the movie. And I have not read the script in a long time myself…”/ Filmi hiç seyretmedim, senaryoya da uzun süredir bakmamıştım…

Andrew Kewin Walker

Half-jokingly my reaction would be, why don’t we leave Se7en alone and I think it’s time to go re-make 8MM, which I would love to do”/”Tepkim, yarı esprili bir biçimde, Se7en’ rahat bırakalım da 8MM’yi yeniden çekelim, bunu gerçekten isterdim şeklinde olurdu.

A.K.Walker, Se7en filminin olası bir yeniden çekimi hakkında ne düşündüğü sorulduğunda verdiği yanıttan.

Yukarıdaki-ve farklı söyleşilerinde dile getirmiş olduğu benzer ifadelerden de- alıntılardan da  sezilebileceği gibi Se7en‘ın senaryo yazarı Andrew Kewin Walker’ın stüdyoları peşinde koşturan (o dönemde) yeni senaryosu  SM, sonunda Columbia tarafından satın alınmış ve filme aktarılabilmişti ama sonuç Walker’ın bugüne kadar  süregelen nefretinin (ya da daha yumuşak bir ifadeyle hoşnutsuzluğunun) kaynağını da oluşturmuştu. Walter’ın Schumacher’a yönelik-özellikle yönetmenlik bağlamında-herhangi bir sorunu olmamakla beraber senaryoya ciddi biçimde müdahalede bulunmasını kabullenememesi filme yönelik halen sürmekte olan olumsuz tutumunun çekirdeğini oluşturmaktadır. Her ne kadar Hollywood’un işleyiş mekanizmasına göre filmin senaryo yazarı genel olarak hiyerarşinin en altında görülmekte ve çıkacak ilk sorunda en kolay harcanacak kişi olarak kabul edilmektedir. Satın alınan senaryo, çok ender durumlar hariç, bir şekilde ama kaçınılmaz biçimde  stüdyo, yapımcı, yönetmen ya da yıldız oyuncuların arzularına göre yeniden şekillendirilmektedir. Büyük bütçeli yapımlar için bu durum çok daha kesindir ve gösterime çıkmadan önce yapılan deneme gösterimlerinde seçilmiş seyircilerin ellerindeki rapor formlarına yazdıklarına bakılarak değil sadece senaryoda ya da oyuncularda değişikliğe gidilmesi bazen filmin tümden iptaline varacak şekilde kararlar alınması sıklıkla görülebilen durumlardır.Walker’da bu durumun farkında olmasına rağmen özellikle-biraz da şansının ve filmin yıldızı Brad Pitt’in de desteği ile-Se7en‘da yaşamış olduğu deneyimden  oldukça olumlu izlenimlerle ayrıldığı için benzeri bir durumu SM‘dede yaşayacağını düşünmüş ama sonuçta duyduğu hayal kırıklığı kendisini filmden tümüyle ve oldukça sert bir biçimde soyutlamasıyla son bulmuştur. Peki, yönetmenini böylesine mutlu etmiş ama öyküyü yazanı derin bir ızdırap içine sokmuş (ve seyircisini de sevenler ve nefret edenler olarak ortadan bölmüş) olan bu film neyin nesidir?

Filmin DVD versiyonlarından( ABD?) birisinin kapağı. Cage’den çeşitli tepkiler kolajlanmış.

Pek rastlamadığım bir diğer DVD kapağı. Vurgu Cage üzerine. Konuya yönelik bir ipucu yok

Bu yazıda kullanılmak üzere filmin nasıl algılandığına yönelik veri toplarken beni en çok şaşırtan  noktalardan birisi de özellikle döneminde yayımlanmış bir çok film eleştirisinde yazarların el birliği etmişçesine filmi-senaryosunu, oyuncu seçimini ve belki de hepsinden daha fazla yönetmeni- ciddi biçimde kötülediklerini görmek olmuştu. Önce bu durumun ara sıra rastlanan “eleştirmenlerin yerin dibine soktuğu ama seyircinin pek de öyle düşünmediği filmler” kategorisiyle açıklanabileceğini düşündüm çünkü yaklaşık 40 milyon dolara çıkan film ABD ve dünya genelindeki topladığı hasılat ile-96 milyon dolardan fazla- bu kategoriye olabildiğince uyan bir profil çizmekteydi. Ama sonrasında, özellikle olumsuz eleştirilerin arkasında eleştirmenlerin satırlarına ya çok az ya da hiç yansıtmadıkları daha başka olgular olabileceğini düşünmeye başladım. Evet, bazı karakterler için oyuncu seçimi-Nicholas Cage dahil- belki çok da isabetli olmayabilir, Cage’in Welles karakteri  snuff film bulmak için J.Phoneix (Max) eşliğinde Los Angeles’ın karanlık köşelerinde turlarken karşılaştığı tipler ve mekanlar belki (biraz) abartılı sergilenmiş olabilir, evet, Cage’in karısı ve küçük çocuğu ile ilişkisi hem sinir bozucu hem de aralarındaki kimya açısından neredeyse yok düzeyinde sunulmuştur, orijinal senaryoya sadık kalınsaydı çok daha iyi olurdu,  vs., vs.. Bu örnekler bir miktar daha arttırılabilir ama, yukarıda da Schumacher’ın alıntılarından da faydalanarak vermeye çalıştığımız gibi, bu film, daha en başından hemen her şeyin kusursuz ya da kusursuza yakın bir sinema diliyle, eski ölümsüz ustaların da onaylayacağı, bir biçimde var olmaya çalışmamıştır. Temel ve insanlık durumuna yönelik çok ciddi bir derdi vardır ve bu derdi yönetmen, senaryo yazarını  kendi hikayesine yabancılaştıracak kadar kızdırma pahasına, kendine has bir dille anlatmaya çalışmaktadır. Bu ciddi dert/sorun tek başına snuff filmlerin olası varlığı değildir. Sorun, bu filmlerin bilinen örneklerinin sahte çıkması ve/ya oralarda bir yerlerde snuff filmin genel olarak kabul edilen tarifine olabildiğince uygun bir kayıt olması da değildir. Sorun, Schumacher’ın da belirtmiş olduğu gibi, bu malzeme için ortada ciddi bir pazar olmasıdır. Bu filmlerin, sahte ya da değil, alıcısı/tüketicisi kimlerdir? Sahtesi ile “gerçeğini” seyretmek arasında nasıl bir fark vardır ya da var mıdır? Genel bir bakışla, milyarlarca dolarlık bir piyasaya sahip olan pornografi dünyasının hiç tükenmeyen ve artmaya da devam eden müşteri kitlesi kimlerden oluşmaktadır? İşte SM-becerebildiği kadarı ile-bu soruları sormakta ve olabilecek en rahatsız edici noktadan yola çıkarak kendince bir yanıt bulmaya çalışmaktadır. Snuff konusunu hazmetmekte -yani olası varlığı üzerine düşünmek durumunda kalma-ciddi sorun yaşayan eleştirmenlerin yukarıda bir kısmı verilen bahaneleri gerektiğinden fazla büyüterek bu filmi bir anlamda hasır altı etmeye çalıştıkları kanısındayım.

Bazı karakterlerin de dahil edilmiş olduğu bir kolaj.

Filmin konusu, bir sinopsis düzeyinde verildiğinde, çok da önemli değilmiş gibi görülebilir: çok da önemli olmayan işleri kabul ederek  ailesini  (karısı ve küçük bebeği) geçindirmeye çalışan, ekmeğinin peşinde kendi halinde bir özel dedektif olan Tom Welles’in pek de büyük sıkıntıları yok gibidir Kendisini ve ailesini çevreleyen dünyaya ve onun karanlık taraflarına yönelik bilmesi gerekenleri ve bunlardan nasıl uzakta kalması gerektiğini bildiğini düşünmektedir. Çok zengin bir müşteri adayının avukatından, Daniel Longdale, aldığı bir telefon sonrası olası bir iş görüşmesi  için gittiği devasa mansiyonda göreceği  şey  bu inancını biraz sarsacaktır.

Filmin açılış jeneriği.

Yakınlarda 81 yaşında vefat etmiş olan bir çelik devinin-Welles’in önceki işini noktalarken bulunduğu ortamda masanın üzerindeki gazetenin ön sayfasında bu haberi gördüğünü hatırlayalım-dul eşi  Mrs. Christian (ki ne tür işlere bulaştığı ortaya çıktığında oldukça manidar bir soyadına sahip olduğu görülecektir) kocasının ölümünün ardından-45 yıllık evli olup, 4 çocuk ve bir çok torun sahibi olmuşlardır. Mrs. Christian rahmetlinin aşkından, sevgisinden ve de sadakatinden son derece emindir- son derece kısıtlı sayıda kişinin kabul edildiği özel odasındaki kasasının içinden-odadaki kendisinin dev bir resminin arkasında duran kasanın şifresi bilinmediği için özel bir uzman getirtmek durumunda kalkmışlardır- anlam veremediği bir şey çıkmıştır.

Bu eski tip, 8mm formatında oldukça  kısa-yaklaşık 4 ya da 5 dakika- bir filmdir. Ama filmi merak edip seyreden acılı dul eş dehşete düşmüştür ve filmin içeriğinin gerçek olup olmadığını anlamak istemektedir. Bir başka odada filmi seyreden Welles dehşete kapılır çünkü bu kısa, pek de net olmayan filmde yüzü deri maskeli iri yarı bir adam yarı çıplak bir genç kızı her tarafı muşambalarla kaplı belirsiz, karanlık bir mekanda önce dövüp ardından vahşice öldürmektedir ya da film bunu destekleyecek şekilde çekilmiştir. Gördüklerinden oldukça sarsılan Welles-bu türden “öldürme/snuff” filmlerini şehir efsanelerinden birisi olarak kabul etmeye meyilli olsa da filmin kendisinde bıraktığı etki öylesine güçlüdür ki kendisine önerilen işi kabul eder: filmin gerçek olup olmadığını, filmdeki genç kızın kim olduğunu ve gerçekten öldürülüp öldürülmediğini bulmaya çalışacaktır. Sonrasında, Welles’i, Los Angeles’da yolunun kesiştiği bir porno dükkanında tezgahtarlık yapmakta olan başarısız müzisyen Max California’nın rehberliğinde, pornografinin karanlık dünyasında yolunu bulmaya çalışırken izleriz. Konu genel hatlarıyla böyledir.

SM, ele aldığı konunun istismara ne kadar açık olduğu göz önüne alındığında, büyük bir ustalıkla-tabii gösterim için gerekli olan yaş sertifikasının da olabildiğince ılımlı verilmesini  sağlamaya çalışarak-sunduğunu (aslında o dönemin CGI şartlarında özellikle öldürme ve “sahte snuff” sahnelerinde belli düzeyde bir inandırıcılık kesinlikle sağlanabilirdi ama yönetmenin derdini bu olmadığını anlayabiliyoruz) söylemeliyiz. Filmin başlarında dedektif Tom Welles’in kendisinden sahte mi yoksa gerçek mi olduğunu bulması beklenen 8 mm’lik filmi ilk kez seyrettiğinde seyirci de kısa ama ortada çok kötü bir şeylerin geçtiğini anlamasına yetecek kadar görüntü parçalarına maruz bırakılır:

Kurbanın (Mary Anne Mathews) 8mm’de ilk belirişi. Sanki çoktan silikleşmiş, yok olup gitmiş gibi..

Gerçek hayat canavarlarla dolu. Kurban olayın sadece porno olmadığını anladığında.

Dayanması hiç de kolay olmayan sahneleri izlemek zorunda kalan dedektif Welles…

Yukarıdaki sahnede, bu film özelinde, Cage’in oyunculuğuna yönelik eleştirilerin (overacting-abartılı rol yapma) çok da anlamsız olmadığını görüyoruz. Bir çok eleştirmenin ortak tavrı özellikle Cage’in bu rol için yanlış seçim olduğu yönündedir. Bu yorumlara bir noktaya kadar katılmak mümkündür ama-senarist ne kadar kızarsa kızsın- bu film için toplamda esas önemli olan şey neyi anlattığı ve-eğer varsa-mesajını iletip iletemediğidir. Bunu söylerken, kendi adıma, Cage dahil hemen tüm oyuncuların profesyonel bir tutumla ellerinden geleni yaptıklarını, hatta bazı sahnelerde-örneğin yeni yetenek avcısı, nihilist manyak Eddie Poole rolünde yakın tarihte yaşamını yitirmiş olan James Gandolfini- ‘rol çaldıklarını’ bile söylememiz mümkündür.

Görevi kabul eden Welles, eşiyle vedalaşıp-yanına karsının endişeli bakışları ve soruları aşliğinde tabancasını da almayı ihmal etmeden- yola koyulur ve her yıl 850.000 ile 1.000.000 arası kayıp dosyasının eklendiği Kayı Kişiler Bürosu’nda yaptığı detaylı bir araştırma sonucu filmden çıktısını aldığı kızın resmi ile uyuşan bir dosyaya denk gelir.

Welles, edindiği bilgiyle kızın annesi Janet’ı ziyaret eder ve derin üzüntü içindeki kadının güvenini sağlayarak-öyle ki ayrılacağı günün akşamında kadının elinden geldiği kadar bakımını yaptığı ve bir biçimde Welles’i geceyi kendisiyle geçirmeye çalışacağı izlenimini de ediniriz- kızının geride saklayarak bıraktığı günlüğünü bulur ve işine yarayacak bilgiyi aldıktan sonra üzüntülü anneye bir katkısı olur düşüncesiyle görebileceği bir yere bırakarak tekrar iz sürmeye devam eder. Welles acılı anneye, nasıl olursa olsun gerçeği öğrenmek isteyip istemediğini sorar:

-Bayan Mathews. Hiç aklınıza geliyor mu… Mary’nin hiç dönmeyebileceği… Söyleyebilir misiniz, bir seçim yapmanız gerekse onun bir yerlerde mutlu, güzel bir hayatı olup bundan hiç haberi olmamasını mı yoksa en kötüsünü, onun öldüğünü ama bunu biliyor olmayı mı tercih ederdiniz? Sonunda ona ne olduğunu öğrenmiş olacaksınız.

-Tercih mi yapmam gerekiyor?

-Evet.

-Bilmek isterdim.[18]

Welles aldığı yanıtla yoluna devam eder. Günlükte genç kız sevgilisiyle yıldız olacağını düşündüğü Hollywood’a doğru yola çıktığını söylemektedir. Welles, babasından sevgilinin Hollywood’da değil eyalet hapishanesinde olduğunu öğrenir ve oğlana kısa bir ziyarette bulunur. Oğlan Welles’e kızın kendisi için hiç bir şey ifade etmediğini, üstüne kalmak istediğinde tekmeyi basıp gönderdiğini anlatır. Karargahını kurduğu otel odasında defalarca seyrettiği filmin markasını ve 1992’de üretimini durdurduğunu keşfeden Welles, Mrs. Christian’a telefon ederek kocasının 6-7 yıl öncesine kadar yaptığı harcamalarını kontrol ederek dikkat çeken bir durum olup olmadığını kontrol etmesini ister. Welles’in sürekli olarak filmi seyretmesi sonucu ruhsal açıdan bazı değişikliklere uğramaya başladığını da gösteriyor bize.

Filmin ilk 30 dakikasının sonunda Welles’i Los Angeles’da Hollywood’u simgeleyen duvar resimlerinden birisinin önünden geçerken görüyoruz. Artık olay yerine varılmıştır.

Welles’in arabasından sokaklara bakışı, özellikle gece sahnelerinde yakalanan kareler öncelikle Taxi Driver (1976) ve bazı noktalarda SM‘ile benzerlikler taşıyan Hardcore‘u (1979) anımsatmaktadır. Büyük metropollerin tehlikeli, güvenilmez, uğursuz ve ucube yönlerini ortaya koyma çabası-belki de bu muhafazakar yaklaşımla seyirciyi de aynı ruh haline sokma niyeti- benzer filmlerde karşımıza sıklıkla çıkan olgulardandır.

Büyük şehrin büyük dertleri. 1990’ların sonundan Los Angeles Geceleri.

Welles’i bir çok kişiyle karanlık kulüplerde ya da gündüz vakti kapılarında şanslarını denemek için bekleyen hayatları kaymış gibi gözüken evsiz gençlerin sıralarını bekledikleri artist ajanslarının yetkililerine kızın resmini gösterirken ve konuşurken  izleriz. Genellikle gün ışığında çekilen bu sahnelerde yönetmenin bir (neo)noir havası yakalamaya çalıştığını görmek mümkündür.

Ama Welles’in sonuç alamadığı bellidir çünkü Los Angeles gibi sınırları neredeyse belli olmayan bir şehirde adeta vahşi bir ormana düşmüşçesine tecrübesizdir. Şansını rastgele girdiği bir pornografik malzeme satan dükkanda denemek ister. Şansı yaver gitmiştir. tezgahta duran dükkan görevlisi sempatik ve belli bir ücret karşılığında kendisine ‘yol yordam gösterebilecek’ birisidir.

Max California’nın çalıştığı dükkanın dışarıdan görünüşü.

Senaryodan farklı olarak Max’in okuduğu kitap Truman Capote’den In Cold Blood (1966).[19] Dükkanın arka çıkışında birbirlerini tanıyıp anlamaya çalışırlarken.

Max gerçekten de oldukça tecrübelidir ve genç yaşına rağmen pornografinin karanlık tarafına yönelik oldukça fazla bilgisi vardır. Bu dünyanın tehlikelerinin de farkındadır ve Welles’i bir kaç kez uyarmayı da ihmal etmez: “Görmek istemeyeceğin şeyler görebilirsin”, “Gördüklerini asla silip atamazsın”, “Babalık, şeytanla dans ediyorsun” ve en çok alıntı yapılan özlü sözü “when you dance with the devil, you don’t change him: the devil changes you/şeytanla dans ettiğinde onu değiştiremezsin, o seni değiştirir”.

İkilimiz, tamamı karanlık ortamlardan oluşan ve bir takım oldukça yüksek risk içeren noktaları ziyaret ederler ve bu sahnelerin tamamına yakını yukarıda sözünü ettiğimiz neo-noir karelemelerine uygun biçimde yansıtılır.

Örneğin Meksika asıllı bir sokak satıcının Welles’in snuff film sorusuna çok ciddi bir tepki gösterdiğini görmek bu konunun adını bile anarken çok dikkatli olunması gerektiğini gösterir bize:

Ver cüzdanını ve s%&^? git buradan!

Max’in rehberliğinde uğradıkları bir çeşit bodrumda düzenlenmiş bir porno bir pazarı sayılabilecek mekan ise gerçekten ürkütücüdür ve Schumacher’ın Walker’ın orijinal senaryosundaki tanımlara çok az müdahale ettiği anlardan birisini oluşturur. Mekanda hemen her tür pornografik malzemeye ulaşmak mümkündür. Welles şaşkınlık ve dehşet içinde tezgahları dolaşmaya başlar.

Satıştaki malzeme-KIDS/ÇOCUKLAR yazan kartona dikkat.

Welles’in dikkatini aşağıdaki resimde gösterilen satıcı ve satıştaki malını tasvir eden karton çeker.

Kartonda “way beyond/serbest çeviri ile: daha ötesi yok” ifadesi  ve içeriğin yoğunluğunu anlatmak için genellikle sinemalarda gösterime giren sert pornografik filmleri işaret etmek için kullanılan “XXX” uyarısını “XXXXXXXX” şekline sokularak yazılmıştır. Bu noktada Welles’in satıcıyla girdiği-aslında ortam düşünüldüğünde biraz çocukça kalan-diyalogu seyirci açısından oldukça açıklayıcı olabilir:

“Bunlar ne?”- “Şiddet filmleri/Tecavüz filmleri/Manyaklık” “Beş tane alana bir tane de bedava”.

“Daha sert bir şeyler var mı?”- “Daha serti yok”.

“Yeraltı?”- “Yeraltı diye bir şey yok”.

Bu konuşmaya şahit olan Max, Welles’in yanına gelip fikrini söyler: “Sana snuff’ın palavra olduğunu söylemiştim”. Ele geçirdiği bir ipucunu değerlendiren Welles, kayıp genç kızın modellik ilanını değerlendirmek için gitmiş olduğu ajansa-Celebrity Films- ve bana göre filmde ciddi biçimde rol çalan James Gandolfini’nin canlandırdığı- mekan sahibi/yetenek avcısı  Eddie Poole’a ulaşır.

Celebrity Films’in bulunduğu semt.

Tek derdi para olan fazlasıyla serbest girişimci Eddie Poole…

Poole”le yüzyüze konuşmak bir sonuç getirmeyince şirketin karşındaki bir binada boş bir daireye yerleşen Welles telefonunu gizlice dinlemeye aldığı  Poole izlemeye başlar ve telefon ederek yıllar önceki durumu bilen birileri olduğunu söyleyerek Eddie’yi yemler.

Tipik bir noir çerçevesi: Welles gizlice girdiği ofiste Eddie’nin telefonuna dinleme cihazı koyuyor.

Paniğe kapılan Eddie’nin aradığı kişinin kendisini sanatsal açıdan fazlasıyla ciddiye alan porno ve şiddet karışımı  filmlerin yapımcısı/yönetmeni  “efsanevi/kült” adam  Dino Velvet olduğu ortaya çıkınca da Max ve Welles Dino’yu ofisinde ziyaret etmek üzere New York’a doğru yola çıkarlar.

Şehre ulaşıp arabayla Velvet’in ofisine ulaşmanın  yollarını ararlarken Max’in ilk kez New York’a geldiğini öğreniriz. Elindeki kamerayla arabayı kullanmakta olan Welles’i çekmeye çalışır ama Welles’in tepkisi sert olur: “Beni çekme!”. Bu arada rahmetli çelik tüccarının eşi de kocasının hesaplarında yaptığı araştırmalar sonucunda zaman içinde birden fazla hesaptan toplam bir milyon dolarlık nakit ödeme yapıldığını bulmuştur ve bu bilgiyi Welles’a iletir. Velvet’in videolarını inceleyen Welles bazı çekimlerde elindeki snuff filmde genç kızı öldüren maskeli, elinde yıldız dövmesi olan iri yarı adamı görür ve doğru yolda olduğuna iyiden iyiye kanaat getirir. Max, filmdeki karakterden haberdardır. Velvet’in en gözde oyuncularından birisi olan bu adam “Machine/Makina” takma ismiyle sanatını icra etmektedir. Velvet’in adresini bulup ziyaret eden Welles ve Max kendilerini özel bir film çektirmek isteyen iki müşteri olarak tanıtırlar ve yüklü bir depozit karşılığında çekilecek filmde hem Machine’in olmasını hem de Welles’in film çekiminde gözlemci olarak bulunacağı sözünü alırlar.[20]

Velvet aynı gece telefonda Welles’a bir adres vererek ertesi gün oraya gelmesini tembihler.  Max’e yüklüce bir para veren Welles genç adamın bütün itirazlarına rağmen vedalaşarak onun da bir an evvel Los Angeles’a  geri dönmesini ister. Ertesi gün verilen adrese giden Welles terk edilmiş, izbe bir yapının içinde Machine ve Velvet’la buluşur.

Welles’in bakış açısından ilk kez karşılaştığı Machine.

Velvet tarafından samimi bir biçimde karşılanan Welles’in gerginliği birden Velvet’in elindeki ok ve yayla kendisini tehdit etmeye başlaması ve silahını çıkarıp masanın üzerine bırakmasını istemesiyle iyice artar. Anlayamadığı bir şeyler olmuştur. Kimliği mi ortaya çıkmıştır, eğer öyleyse nasıl olmuşur böyle bir şey? Ardından mekana gelen bir arabanın içinden Eddie çıkar. Dino Eddie’den Welles’i az önce Machine’in oturduğu yatağın demirine kelepçelemesini ister.

İşte tam bu noktada arabanın sürücü koltuğunda oturan ve ilk başta görmediğimiz kişi de arabadan çıkar ve bilmece bir anlamda çözülür. Bu kişi rahmetli çelik kralının avukatı Daniel Longdale’dir.

Avukatına bile güvenmeyeceksin bu hayatta… D. Longdale büyük resme dahil oluyor.

Kısa bir aradan sonra devam etmek için tıklayınız…

BİBLİYOGRAFYA

Joel Schumacher Exclusive Interview for the Number 23″, http://www.reviewexpress.com/review.php?rv=421

Joel Schumacher on Batman and Why He Fell Out With Hollywood”, http://sabotagetimes.com/life/joel-schumacher-on-batman-8mm-and-why-he-fell-out-of favour-with-holly

3 guys 1 hammer and 1 lunatic 1 Ice Pick-real life snuff films?”, https://crberryauthor.wordpress.com/2015/07/30/3-guys-1-hammer-and-1-lunatic-1-ice-pick-real-life-snuff-films/

8MM” explores porn underworld“, http://thelantern.com/1999/02/8mm-explores-porn-underworld/

8MM“, Dawn Staub, Christian Spotlight Reviews, http://christiananswers.net/spotlight/movies/pre2000/8mm.html

8MM“, http://jjdark.tripod.com/reviews/8mm.html

8MM“, http://urbancinefile.com.au/home/view.asp?a=2259&s=reviews

“8MM”, http://www.feomante.com/Movies/YZ01/8mmm.html

8MM“, https://robsmovievault.wordpress.com/1999/02/26/8mm/

A view to kill: Cage pursues the truth in Millimeter” http://www.ew.com/article/1999/07/2/eightmillimeter

Interview: Joel Schumacher“, MAy 22, 2003, http://moviehole.net/20032194interview-joel-schumacher

“Joel Schumacher: interview”, Nathan Rabin, April 2, 2003, http://www.avclub.com/article/joel-schumacher-1384

“Joel Schumacheron his career, his critics, and why it’s OK to laugh during Trespass”, htttp://movieline.com/2011/10/13/joel-schumacher-on-his-career-his-critics-and-why-its-ok-to-laugh-during-trespass/

Retro Movie Review: 8MM, http://thenightmaregallery.com/2013/07/02/8mm-movie-review/

Screenwriter Andrew Kevin Walker Wants a ‘8MM’ Remake, October 7, 2015, http://slashfilm.com/andrew-kewin-walker-8mm-reke

The Movie Guys: Porn and Sleaze frame stunning thriller ‘8MM’, February 26, 1999, http://lasvegassun.com/news/1999/feb/26/the-movie-guys-porn-and-sleaze-frame-stunning-thri/

Why Joel Schumacher Ruled the ’90s“, https://tribecafilm.com/stories/why-joel-schunacher-ruled-the90s-flatliners-falling-down

Woody Allen Changed My Life”: Joel Schumacher Q & A, htpps://londonhollywood.wordpress.com/2014/11/03/woody-allen-changed-my-life-joel-schumacher-qa/

(A Positive Review) of Joel Schumacher’s “8MM“, https://andycarrington.wordpress.com/tag/8mm-film-movie-review/

Alex Simon, “Joel Schumacher: Safe in the Dark“, orginally appeared in the February 1999  issue of Venice Magazine, http://thehollywoodinterview.blogspot.de/2008/02/joel-schumacher-hollywood-interview.html

Andrew Kevin Walker, “8MM” movie script, http://andrewkevinwalker.com/8mm.html

Andrew O’Hehir, “8mm”, http://www.salon.com/1999/02/26/reviewa_5/

Barbara Mikkelson, “A Pinch of Snuff“, 31 October 2006, http://www.snopes.com/horrors/madmen/snuff.asp

Chris Alexander, “In Defense of Joel Schumacher’s 8MM”, 28 October 2015, http://shocktiilyoudrop.com/news/feauteres/389089-defense-joel-schumachers-8mm/.

Craig Marine, “8MM: all the sleaze you could possibly want“, February 26, 1999, http://www.sfgate.com/news/article/8MM-All-the-sleaze-you-could-possibly-want-3095279.php

David Krekes ve David Slater, Killing For Culture: an illustrated history of death film from Mondo to Snuff (London and San Francisco: Creation Books, 1994 (rev.ed. 1995).

Desson Howe, “Natural Porn Killers“, Washington Post, February 26, 1999, http://www.washingtonpost.com/wp-srv/style/longterm/movies/videos/8mmhowe.htm

Francisco J. Delatorre, “8M: Changing Horses Midstream“, http://tech.mit.edu/V119/N10/8MM_review.10a.html

Geof Smith, “Final Cuts: The History of Snuff Films“, http://www.fringeunderground.com/snuff.html

Jake Horsley, The Blood Poets: A Cinema of Savagery 1958-1999, vol.2: Millenial Blues, from Apocalypse Now to The Matrix (Lanham, Maryland, and London: The Scarecrow Press, Inc, 1999).

Janet Maslin, “Eight Millimeter: A Straight Arrow on Mean and Twisted Streets“, February 26, 1999, http://www.nytimes.com/library/film/022699-8mm-film-review.html

Jim Haught, “The Horrifying World of Internet Suff Sites“, http://jezebel.com/5863488/the-horrifying-world-of-internet-snuff-sites

John Bailey, “Viewing Death: disturbing new genre of snuff films create an ethical paradox“, July 5, 2015, http://www.smh.com.au/national/viewing-death-disturbing-new-genre-of-snuff-films-create-an-ethical-paradox-2015701-gi26zx.html#ixzz3s9PjTm00

Jon Lewis, Essential Cinema: an introduction to film analysis (United States, United Kingdom, Australia, Brazil, Japan, Korea, Mexico, Singapor, Spain: Wadsworth Cengage Learning, 2014).

Justin Felix, “8MM“, http://theshrubbery.com/0499/movie1.html

Kenneth Turan, “8MM Descends into True Hell on Earth“, Los Angeles Times, 26 February, 1999, http://www.articles.latimes.com/1999/feb/26/entertainment/ca-11763/1

Lesley Anderson, “Snuff: murder and torture on the Internet, and the people who watch it“, June 13, 2012, http://www.theverge.com/2012/6/13/3076557/snuff-murder-torture-internet-people-who-watch-it

Linda Williams, Hard Core: powe, pleasure, and the “Frenzy of the Visible” (Berkeley, Los Angeles, London: University of California Press: 1990).

Mark Salisbury, “Butcher my script and I’m outta here”, 09 April 1999, http://www.theguardian.com/film/1999/apr/9/features.

Mike Thompson, “Not So Super…8MM“, http://www.cashiersducinemart.com/details/issue-10/article-217/not-so-super…8mm

Mikita Brottman, Offensive Films: toward an anthropology of Cinema Vomitif (Westport, Connecticut & London: 1997).

Nijat Özön,  Sinema, Televizyon, Video, Bilgisayarlı Sinema Sözlüğü, “Tecavüz ve Öldürme Filmi” maddesi (İstanbul: Kabalcı, 2000).

Rogert Ebert, “8MM“, February 26, 1999, http://www.rogertebert.com/reviews/8mm-1999 February 26, 1999

Scott Aaron Stine, “The Snuff Film: the making of an urban legend“, Skeptical Inquirer, vol.23. 3 May/June 1999, http://www.csicop.org/si/show/snuff_film_the_making_of_an_urban_legend/

Stephen Hunter, “120 minutes of Pure Torture“, Washington Post, February 26, 1999, http://www.washingtonpost.com/wp-srv/style/longterm/movies/videos/8mmhunter.htm

Tim Tate and Ted Jeory, “Police did NOTHING to track down victim of child porn snuff film“, May 11, 2014, http://www.express.co.uk/news/uk/475207/Police-did-nothing-to-track-down-victim-of-porn-snuff-film

TommyDePaoli,”5 movies we thought were snuff films (but thankfully weren’t), December 4, 2014, http:77movieplot.com/posts/2479500?It_source=external,manual

DİPNOTLAR

[1] Bu yazı daha önce Doğu-Batı Dergisi, Kasım-Aralık-Ocak 2015-2016 75. sayısında yayınlanmıştır.

[2] Bu yaklaşım bize döneminin en tartışmalı filmlerinden birisini-özellikle Birleşik Krallıkta ciddi biçimde sansüre uğramış olan- Henry: Portrait of a Serial Killer‘ı (John McNaughton, 1986) anımsatmaktadır.

[3] Günah, Kefaret, Kurtuluş ya da Cehennem: Abel Ferrara’dan Bad Lieutenant (1992), Doğu Batı, Sayı 73, Mayıs, Haziran, Temmuz 2015, ss., 37-60.

[4] Snuff sonrası piyasaya çıkan-ve Hollywood ana akım sineması dışında kalabilen-bu filmler arasında bana göre öne çıkanlar: Last House on the Dead End Street (1977), Hardcore (1979), Cannibal Holocaust (1980), Videodrome (1983), Henry: Portrait of a Serial Killer (1986) ve özellikle önemli bulduğum Tesis (1996) ile A Serbian Film (2010).

[5] 1981’de yayımlamış olduğu TDK Sinema ve Televizyon Terimleri Sözlüğü‘nde bu veya benzeri bir kategori/başlık bulunmamaktadır.

[6] Bu maddenin tümünü alıntılamak yer açısından biraz zor olsa da bazı ifadelerle özetlenmesi mümkün olabilir: “cinsel sömürü filminin en aşırı biçimi, büyük bir sadizm içinde gerçek tecavüzün ve öldürmenin yer aldığı film, bu filmlerde yer alanlar…gerçek kurbanlardır. …kaçırılan, tecavüze uğrayan, işkenceyle öldürülen kişiler…özellikle kadınlar ve çocuklardır. ..varlıkları 1970’lerden beri biliniyordu…Başlangıçta 8mm’lik kısa filmlerle gerçekleştiriliyorlardı“. (s.684).

[7] Bu yazıda kullandığımız SM‘nin orijinal DVD kopyasındaki Türkçe altyazı seçeneğinde çevirmen(ler?) Yeraltı filmi/filmleri gibi bir tercih kullanmışlar. Eksik ve içerik açısından yanlış algılamalara yol açabilecek bir tanımlama olduğunu düşünüyorum.

[8] Snuff özelinde ve filmlere yansımış ölümlerin olabildiğince ayrıntılı bir şekilde ele alındığı en önemli kaynak David Kerekes ve David Slater’ın ortaklaşa yazmış oldukları ve neredeyse çıkar çıkmaz tükenen, yıllarca fotokopileri elden ele dolaşan kült kitabı Killing for Culture: an illustrated history of death film from Mondo to Snuff (Creation Books, 1994)dır. Sadece bir kez ve biraz daha fazla malzeme eklenerek 1995’de tekrar basılan  bu kitap o tarihten beri ancak sahaflarda bulunabiliyordu ama tam da bu yazı hazırlanırken edindiğim bilgiye göre aynı yazarlar tarafından neredeyse bir kat daha genişletilmiş ve zenginleştirilmiş yeni baskısı piyasaya çıkmak üzere. Alanının en önemli başvuru kitabı olan bu eserin yeni baskısına bakma şansım olsaydı bu yazıyı daha da zenginleştirebilirdim kanısındayım.

[9]  Manson’ın aile üyelerinin 1969 yazında NBC televizyon şirketine ait bir yayın aracını çaldıkları, sonrasında aracı terk ettikleri ama bir kamerayı kendilerine ayırdıklarını biliyoruz. Dahası, aile üyelerinin elinde 3 adet Super-8 film kamerası olduğu ve ekmek parası kazanmak için barınaklarında-Spahn Ranch- porno film çekmek için bu kameraları kullandıkları da bilinmekte.Polisin baskınında ele geçen kullanılmamış film yüklü bir kamera bulunmakla beraber snuff film türü bir malzeme bulunamamıştır.

[10] Aynı dönemde hardcore pornografi alanında benzer bir durumu-en azından ABD özelinde- Deep Throat (1972) filminin yarattığını söylemek mümkün. Kalitesizlik bağlamında Snuff ile yarışabilecek nitelikte olsa da kendi alanında bir ilk olma ve kendisinden sonra gelenlere kapıyı açma görevini üstlenmesi açısından çok önemli bir film olduğu tartışılmaz.Hatta bir kıyaslama yaptığımızda Snuff‘ın bir anlamda şiddet pornografisi gibi bir sınıflandırma içine dahil etmemiz mümkündür.

[11] Serinin filmleri sırasıyla Guinea Pig: Devil’s Experiment (1985), Guinea Pig 2: Flower of Flesh & Blood(1985), Guinea Pig 3: Shudder! The Man Who Doesn’t Die(1986, The Guinea Pig 6: Mermaid in a Manhole(1988), The Guinea Pig 5: Android of Notre Dame 1988), Guinea Pig 4: Devil Woman Doctor  (1986’da serinin 4.filmi olarak çekilmiş ama sonrasında 6.filmi olarak gösterime sokulmuştur) ve Guinea Pig 7: Slaughter Special (1988) dır.

[12] Gerçek görüntüler yerine bilgisayar destekli işkence, zulüm ve ölüm videoları barındıran çok sayıda internet siteleri de bulunmaktadır. Bunlar arasında özellikle ‘kadın kurbanları’ öne çıkaran sitelerin fazlalığı dikkat çekmektedir: DeadSkirts, FemmeGore, NecroBabes, Dead Sexy Women, Kill Her Productions, Crucified Women ve ChokeChamber gibi daha birçok site bu türden içeriği sayfalarında toplamaktadır.

[13] Snuff konusunu irdeleyen yazısında John Bailey, Swinburne University of Technology’de film ve cinsiyet üzerine çalışmalar yapan yazar Alexandra Heller-Nicholas’dan ilginç bir alıntıya yer vermektedir: “Saddam Hüseyin’in idamı sırasında çekilen video kayıtların ilk kez dolaşıma girdiği tarihlerde sınıfta bu konuyu tartışmaya açtığımda öğrencilerin aralarında en çok tartıştıkları konu kayıtın gerçek olup olmadığıydı. Meraklarını cezbeden tek konu buydu. Neyi seyrettiklerini düşündüğünüzde çılgınca bir şeydi bu. Böylesi bir duruma şahit olurken ortaya çıkan sorunun bu olması gerçekten tüyler ürperticiydi”.

[14] En az Magnotta olayı kadar sıkıntılı bir başka olaya da dijital dünyada ulaşma olanağı-ne yazık ki- bulunmaktadır. 2008 yılında internete yüklenen bir videoda-3 Guys 1 Hammer ismiyle- 48 yaşındaki Sergei Yatzenko isimli bir erkek yüzüne defalarca vurulan tahta/çekiç darbelerinin ardından gözünden bıçaklanıyor ve son olarak da bir tornavidayla karnından yaralanarak öldürüldüğünü görüyoruz. Ukraynalı üç delikanlıdan oluşan Dnepropetrovsk  Manyakları isimli suç çetesi (videoları satarak para kazanma niyetinde olduklarını itiraf etmişlerdi) yakalanarak 2009 yılında-en az yirmi kişiyi daha öldürmek suçundan- yaşam boyu hapse mahkum edilmişti. Video çeşitli sitelerde bulunmakla beraber ‘bir kez seyredildikten sonra akıldan çıkmama’ olasılığına karşı potansiyel izleyicilere çeşitli uyarılarla birlikte sunulmakta.

[15] http://www.humansexualityeducation.com/iashs-home.html

[16] Birleşik Krallık’ta yayımlanmakta olan The Sunday Express gazetesi 11 Mayıs 2014 tarihli sayısında Britanya polisinin büyük olasılıkla dünyada ilk kez genç bir kızın da içinde yer aldığı bir pornografik bir snuff filmi ele geçirmiş olabileceğinin haberini vermişti. Aksanından Amerikalı olabileceği düşünülen genç kız yaklaşık 20 dakika süren bir video kaydında 40 yaşlarında bir erkek tarafından önce tecavüze uğruyor, ardından kafasına geçirilen plastik torbayla  boğuluyor ve tekrar tecavüze uğruyor. Cinayeti işleyen kişi ardından kızın bedenini yere serdiği geniş plastik tabakayla sıkıca sarıyor ve film bu noktada kesiliyor. Yılların tecrübeli polis memurlarını bile şoka uğratan bu sahneler gerçek gibi gözükmekte. Genç kızın rol yapmış olma olasılığı yetkililerce imkansız olarak değerlendiriliyor. Davaya bakan hakim de aynı görüşü paylaşıyor: “bütün delillerin de işaret ettiği gibi kurban çekim esnasında yaşamını yitirmiştir/ all the evidence points to the fact that she almost certainly died on camera”.

[17] Schumacher burada aktarılan görüşlerinin oldukça benzer bir versiyonunu bir başka söyleşide de tekrarlamıştır: “And then I was expected to do another Grisham, because The Client and A Time to Kill had been so successful. And I pulled out, I just couldn’t do it. And I purposely took 8MM because, well I liked the story and I knew it would cause a lot trouble and would be dangerous and there would be a lot of clucking of tongues, and it’s fun to make trouble. It also was as far as from a summer feelgood movie as you could possibly get, and that was very exciting…. and I’m very proud of the film/Sonrasında bir başka Grisham uyarlaması yapmam bekleniyordu çünkü The Client ve A Time to Kill çok başarılı olmuşlardı. Ve ben de bırakıverdim. Yapmam mümkün  değildi. 8MM’yi özellikle seçtim çünkü hem hikayeyi beğenmiştim hem de sorunlara yol açacağını biliyordum. Tehlikeli bir film olacak, millet ‘cık cık’layıp duracaktı. Sorun çıkarmak eğlencelidir. Dahası, bu film yaz aylarında insanların kendilerini iyi hissetmek için gittikleri filmlerden olabildiğince farklıydı ve bana göre bu çok heyecan verici bir şeydi… ve filmimle gurur duyuyorum.

[18] Bu ve benzeri alıntılarda filmin 2003 yılında Hollanda’da piyasaya çıkmış olan ve Türkçe dahil 15 altyazının bulunduğu dvd versiyonundaki çeviriler kullanılmıştır. Çevirmen (lerin?) tercihlerine karışmamayı seçtim ama (yukarıda 6 numaralı dipnotta da belirttiğim gibi) sıklıkla karşıma çıkan çeviri sorunlarının varlığından da haberdar olduğumu belirtmek isterim.

[19] Orijinal senaryoda aynı yazardan Music for Chameleons (1980-Yazarın kısa öykü ve çeşitli yazılarından oluşan bir derleme). In Cold Blood, 20.yüzyıl Amerikan edebiyatının en önemli edebiyat eserlerinden birisi olup “new journalism akımının doğmasına yol açmıştır ve iki katilin bir aileyi katledişinin ardından yakalanıp idam edilmelerine kadar geçen gerçek olayların o zaman kadar kullanılmamış yeni bir teknikle anlatılmasını içerir.

[20] Velvet’in stüdyosundaki görüşmenin ardından Max ve Welles çıkmak üzereyeken Velvet’in Welles’e yüzünü çok beğendiğini ve mümkünse filme almak istediğini görürüz. Ama yolda Max’e hayır diyen Welles bu sefer de-sanki ruhunun Velvet’in kamerasının içine mahkum olacağını düşündüğünden- “ben kameraradan utanırım” diyerek  çekimi engeller.

[21] Bir önceki sahne-Max’in ortaya çıkarılışı ve bu sahne yönetmenin akış olarak aynı bıraktığı ama dramatik efekt açısından senaryoya müdahale ettiği iki planı oluşturmaktadır. Senaryoda Max mekana arabanın bagajında getirilmekte ve Machine tarafından çıkarılıp diğerlerinin önüne bırakılmaktadır. Diğer planda ise Welles ve avukat birlikte şehir merkezine, Welles’in filmi sakladığı banka şubesindeki kasayı açmaya gitmektedirler. Kişisel olarak bu iki sahnenin filmdeki şekliyle değiştirilmiş olmasını daha “dramatik” ve “heyecanlı” bulduğumu söyleyebilirim ama A.K.Walker’ın konuya hiç de öyle yaklaşmadığını biliyoruz. Sonuçta, nasıl ki Welles’i çizerken senaryoya koymuş olduğu (ve yönetmen tarafından es geçilen) çok sayıda küçük ayrıntının karakterin geçmişini ve de karakterini daha iyi yansıtacağını düşünmüşse bu sahneleri de-özü filmde aynı bırakılmış olsa bile- kendi zihnindeki akışa uygun olduğu için yarattığı ortadadır. Sonuçta, tipik bir-Walker’ın da kabul etmek zorunda kaldığı/olduğu tipik bir Hollywood Gerçeği Sanata/Yaratıcılığa Karşı olaylarından birisi daha gerçekleşmiştir.

[22] Senaryoda Welles evine geldiğinde Mrs.Christian’ın bir kaç gün önce intihar etmiş olduğu haberini karısından alır.

[23] “The moment that comes after the killing, when we see the hero breathing heavily like some wounded beast, plainly in a state of extreme agitation, torn between the soaring high of his blood lust and the creeping horror of his conscience, is the film’s high point. Despite the shoddiness of the murder scene itself, this aftermath is genuinely disturbing. It is the moment at which we get the barest whiff of where the movie might have taken us: as an isolated moment (a Surrealist high) it’s worth preserving in wine. It’s official: the Hero is a Psychopath. This image alone gets 8mm an honorable place in the neo-noir cannon” (ss. 358).

[24] Bu ayrıntıyı eklememin nedeni bazı eleştirmenlerin  yönetmenin Machine’in “satanist müzik” dinleyen dolasıyla sapık ve/ya ölmeyi daha baştan hakkeden bir karakter olarak vermeye çalışması ve bunu göstermek adına bu yönde belli bir üne sahip olan Amerikalı rock grubu Danzig’in posterlerini sahneye sıkıştırdığını iddia etmeleridir. Ama orijinal senaryosunda Walker ortamı şu şekilde tasvir etmektedir: Shelves are full of BOARDGAMES and COMIC BOOKS.  A DANZIG POSTER on the wall.  There’s a RECORD PLAYER with LP RECORDS beside it.  A record turns on the   turntable, the needle caught at the center, SCRATCHING… (s.117, vurgu bana ait).

[25] Orijinal metinde “dövmedi” için kullanılan “abuse/(cinsel)taciz ya da istismar” iken “vurmadı” için kullanılan ifade de “rape/ırzına geçmek ya da tecavüz etmek”dir. Söylenenlerin-ve dolası ile klişe ifadelerin-etkisini azalttığını düşünüyorum.

[26] Senaryoda “save me/kurtar beni” şeklindedir.

[27] Büyük stüdyo sisteminin yönetmen ve senaryo yazarları üzerindeki baskısı filmlerin yapısını ve içeriklerini ciddi biçimde etkilediği-ne de olsa parayı veren düdüğü çalmaktadır-bilinen bir gerçektir ama özellikle 90’lar sinemasında bazı büyük yıldızların da bu biçimde davranma hakkını kendilerinde bulduklarını biliyoruz. Horsley filmi eleştirirken verdiği bir dipnotta Cage’in yönetmene şöyle dediğini alıntılar: “the only thing I said to Joel was that we should find a way to end this movie with some sense of hope/Joel’e söylediğim tek şey bu filmi biraz olsun umut verecek şekilde bitirmenin bir yolunu bulmamız gerektiğiydi“.