Kimi zaman ötekileştirilmişlerin, arkadakilerin, görünmeyenlerin müziğini yaptılar. Kimi zaman operayla rock-n roll’u harmanladılar. Müziklerindeki tek amaçları sana “bir olduğunuzu” hissettirmekti, “sahnedeki sendin” onları dinlerken. Bohemian Rhapsody, saltanatı hala sürmekte olan bir kraliçenin filmi. Sıradan bir kraliçenin değil, Queen’in!
Bohemian Rhapsody, efsanevi solist Freddie Mercury’nin hayatına odaklanıp Queen grubunun nasıl kurulduğunu bizlere biyografik tadımda sunan, beyaz perdede oldukça başarılı bir film. Yönetmenliğini Bryan Singer’ın yaptığı, Anthony McCarten’ın – grup üyelerinden Brian May ile Roger Taylor’un yardımıyla – senaryoyu kaleme aldığı film, 2 Kasım 2018’de Türkiye’de ve Amerika Birleşik Devletleri’nde vizyona girdi.
Filmin içeriğinden şöyle bir bahsetmemiz gerekirse:
Bohemian Rhapsody, filmin ana karakteri ve grubumuzun lideri Freddie Mercury’nin kaleme aldığı, melodisi ve sözlerini göz önünde bulundurduğmuzda filmin adının neden bu şarkıyla hemhâl olduğunu anladığımız müziğimizin ismidir. Bu şarkı bir veda ve bir umuttur.
Filmde, döneminde kutsal sayılabilecek şarkı ve gösterileriyle damağımıza bir parmak bal çalıp, aslında grup üyelerinin çatışma içinde olduğu ve – özellikle son zamanlarında – sahne dışında bir arada olmaktan haz almaklarını anladığımız Queen grubunun kuruluşu ve günden güne nasıl “kraliçe”ye dönüştüğünü seyrediyoruz. Aynı zamanda gruba sonradan giren, fiziksel durumu ve tarzıyla şimdilerde bir ikon olan ancak döneminde gelen tepkilerden, mental anlamda hastalandığını gördüğümüz Freddie Mercury’i(Rami Melek) tanıyoruz.
Öyle bir adamdan bahsediyoruz ki izleyenlerini “gözlerin gördüğü en büyük sihirbaz, büyücü” diyebilecek kadar etkileyen, aslında içe dönük karakterini sahnede devrimci bir yükselişle devleştiren Mercury’nin; gün geçtikçe solo kariyerine odaklandığında daha az yorulup daha rahat hareket edeceğini düşündüğünü, aynı zamanda cinsel tercihini sorguladığını ve hastalığıyla yüzleştiğini de seyrediyoruz.
Filmin kilit sahneleri ise dağılmak üzere olan ancak Afrika’daki açlık için bağış toplanması üzere düzenen Live Aid konserine çıkmak için bir araya gelip “aile” olduklarını anımsadıktan sonra sahneye çıkan Queen’in, hala defalarca kez seyrettiğimiz o sahneleri sunan bir görsel festival Bohemian Rhapsody.
Sinema sektörüne adını zımbalasa da film eleştirmenlerce gerçek bir belgesel niteliği taşımıyordu. Öne sürdükleri nedenleri ise oldukça fazla ve bana göre geçerliydi:
İlk olarak Mercury’nin aşklarına değinmeliyiz – ki filme göre Mercury uzunca bir dönem beraber olduğu Mary Austin ile gruba katılacağı gece tanışıyor. Oysa asıl yaşamda Austin grup üyelerinden Brian May ile bir ilişkideydi ve Mercury ile grubun solisti olana dek tanışmadılar.
Mercury ile JimHutton arasındaki ilişki ise filme göre Mercury’nin düzenlediği bir partide, Jim’in garsonluk yapması ile başlıyor. Gerçek hayatta ise bir gece kulübünde karşılaşıyorlar ve Jim o dönem bir kuaförde çalışıyordu.
İkinci fark ise grubun kuruluşunun filmde anlatıldığı kadar kolay olmadığı. Filme göre, Freddie Mercury gitarist Brian May ve davulcu Roger Taylor ile ilk kez 1970’de, daha sonra “Queen” adını alacak olan “Smile” grubunun konserinde tanıştı. Bas gitar ve vokaldeki Tim Staffell şans eseri gruptan yeni ayrılmıştı. Bir sonraki sahnede Mercury’nin yanına gittiği May ve Taylor önce ona şüpheyle yaklaştı, sonra Mercury de aralarına katıldı.
Gerçekteyse Freddie Mercury, grup arkadaşlarıyla çok daha önce, henüz Londra’daki Ealing Sanat Okulu’nda okurken tanışmıştı. Bas gitarist John Deacon’un gruba girişi ise çok daha farklı oluyor filmden. Filmde gösterildiğinin aksine Deacon 1970’te ilk kez Queen bünyesinde çalmıyor hatta 1972’ye dek Queen grup dört farklı bas gitarist deniyor. Deacon ancak 1971’de gruba alındı.
Diğer farklardan biri ise grubun ayrılık sürecinin aslında çok daha farklı olduğu. Bohemian Rhapsody’de, Mercury diğer üyelerle bir küslük sürecine giriyor, grubun dağılmak üzere olduğunu hatta Mercury’nin ABD’de 4 milyon dolarlık bir solo albüm sözleşmesi imzaladığı anlatılıyor. “Biraz ara vermeliyiz” demesiyle grup ayrılık sürecine giriyor. Oysa aslında grup 10 yıl süren bir turneden sonra heyecanını kaybediyor ve 1983’ten sonra ara verip solo kariyerlerine odaklanmayı tercih ediyorlar. Diğer şaşılacak nokta ise gerçek hayatta sadece Mercury solo kariyeri için faaliyette bulunmuyor, diğer grup üyeleri Roger ve Brian da solo kariyerleri için çalışmada bulunuyorlardı.
Diğer ve önemli fark, Live Aid konseri gerçeği. Filmde hafızalardan milyon yıllar boyu silinmeyecek olan konserden kısa süre önce grup üyelerinin bir araya geldiği yansıtılsa da gerçekte böyle bir durum söz konusu değildi. Aslında grup hiç dağılmadığı gibi Freddie’nin Almanya’da yalnız kalıp, ızdırap dolu günler geçirmesinde grubun etkisi yoktu.
Gelelim en son ve bana göre en önemli farka: Filmin akıbetinde kutsal rol oynayan AIDS meselesi. Filmin son sahnelerinde grup solistimiz Freddie Mercury, 1985 Live Aid konser hemen öncesi AIDS olduğunu dostlarıyla paylaşıyor. Film akışında duygusal bir girdaba düşüren bu detayın aslında 1987’ye dek Mercury dahil kimse tarafından bilinmediği ve ölümünden hemen önceki gece yani 23 Kasım 1991’e dek ilan etmediğini hatırladığınızda ise aklınıza gelen soru şu oluyor: “Bu film sahiden gerçek olaylardan mı esinlenilmiştir?”
Cevabımız ise “hayır”. Doğrusu “Bu film gerçek olayların bir çarpıtmasıdır”, ancak kelimenin tam anlamıyla bir çarpıtma, çarpma. Gerçek yaşamdan tadımlık alıp kurguya eğilen yanı ağır basmasına rağmen böyle şok etkisi yaratıp, izleyip dinleyenleri manevi bir manzara sunumu içine atacaksa, ben varım böyle çarpıtmaya, çarpmaya, kazaya…
Senarist ve yönetmene filmin akışını sağlamak ve iki saate koskoca bir Queen’i sığdırmak uğruna bazı gerçeklerin değiştirdiği için kızamıyor, aksine filmin birçok sahnesini tekrar izlemek üzere başa sarıyorsunuz. Film boyunca “We Will Rock You” ile ritmlere ayak uyduruyor, “Keep Yourself Alive” ile dans ediyor, “We Are The Champions” ile yürekleniyor ve “BohemianRhapsody” ile duygu çölünde savruluyorsunuz.
Nihayete gelirsek, beyaz perdenin olanaklarını en titiz biçimde kullanan, kulaklarımızın sefa sürmesine neden olan ve Rami Melek’in mimikleri, bakışları ve hareketleriyle ölü bir adamı profesyonelce diriltişini bizlere sunan Bohemian Rhapsody, tam da aşağıda yazdığım repliklerde geleceği görmüşçesine hâlâ birçok sokakta, evde, kafede, her yerde saltanatını sürdürüp, göğü delmeye devam edecek gibi görünüyor.
-Hadi gidip o stadyumun tavanına bir delik açalım.
+Aslında oranın bir tavanı yok Freddie.
-O zaman gökyüzüne bir delik açarız.