Taiki Waititi’nin oldukça geniş yankı uyandıran filmi Tavşan Jojo (Jojo Rabbit, Taiki Waititi, 2019) ilk bakışta, merkezine çocuk figürünü konumlandırmış olan Hayat Güzeldir (La Vita e Bella, Roberto Benigni, 1997) ve Kitap Hırsızı (The Book Thief, Brian Percival, 2013) gibi filmlerin muadili olarak görülebilir. Fakat Tavşan Jojo, aslında bu iki filmden ve muadillerinden oldukça farklı bir bakış açısına sahip. Taiki Waititi’nin çocuk ve II.Dünya Savaşı birlikteliğinde salt bir dram yaratmayı reddederek, bu birlikteliği mizahi öğelerle güçlendirmeyi seçmesi bu farkı oluşturan temel unsur olarak göze çarpıyor. Yönetmen, en iyi arkadaşı hayali bir Adolf Hitler olan 10 yaşındaki Nazi fanatiği Jojo’nun hikayesine odaklanarak savaşın atmosferine farklı ve mizahi bir yönden tanıklık etmemizi sağlıyor. Ancak bunu yaparken salt bir durum komedisini anlatmak yerine, filmin içinde yoğrulduğu mizahı II.Dünya Savaşı’nın vahşet dolu atmosferini göz ardı etmeden perdeye aktarabilmesi yönetmenin bu filmdeki en büyük başarısı olarak göze çarpıyor.
‘’Hayatımı Hitler’e adamaya hazırım!’’
Film, üzerinde Nazi üniforması olan 10 yaşındaki Jojo’nun aynanın karşısında kendisiyle konuşarak gideceği Jungvalk Kampı (Nazi ordusunun gençleri eğitmek için oluşturduğu bir çeşit gençlik kampı) için kendisini hazırlamasıyla başlıyor. Jojo’nun kör fanatik bir ‘’çocuk’’ Nazi olduğunu daha ilk sahneden anlıyor izleyici böylelikle. ‘’Bütün hayatımı ülkemizin kurtarıcısına adayacağım!’’ diyen 10 yaşındaki bu çocuğun arkasında ise hayali bir Adolf Hitler beliriyor. Jojo’nun en yakın arkadaşı olan bu hayali Adolf, Jojo’ya öğütler vererek onun motivasyonunu arttırıyor ve hatta Jojo’nun tereddütte kaldığı anlarda onu cesaretlendirme işlevi görüyor. Öyle ki Jojo, Adolf’tan aldığı bu cesaretle sokaklarda ‘’Heil Hitler!’’ diye koşarak kampın yolunu tutuyor. Bu esnada filmde kurgunun olanaklarından yararlanan Waititi, Jojo’nun bu coşkusunu belgesel görüntülerle harmanlayıp, art arda kesmeler şeklinde perdeye yansıyıtor. Jojo’nun coşkusunun aslında bütün bir Nazi toplumunun coşkusu olduğunun altını çiziyor böylelikle yönetmen. Başka bir ifadeyle tıpkı hayali Adolf’un hikayelerle 10 yaşındaki Jojo’yu etkisi altına aldığı gibi, gerçek Adolf Hitler’in de bütün bir toplumu benzeri bir ‘’illüzyon’’ altına aldığı vurgulanıyor.
‘’Oğlanların bugün katılacağı etkinlikler: yürüyüş, süngü eğitimi, bomba atma, siper kazma, harita okuma, gaz savunması, kamuflaj, pusu teknikleri, savaş oyunları, atış talimi ve bir şeyler patlatma olacak.’’
Kampa katılan Jojo ve yakın arkadaşı Yorki, kampta Kaptan K komutasında eğitime başlıyorlar. Kaptan K ve yanındakiler, film boyunca Nazi ideallerinin aktarıcıları olarak rol oynamalarına karşın, özellikle Kaptan K ve yaverinin bu ilkeleri benimsemediği anlaşılıyor. Çocukları eğitmeyi bir angarya olarak gören Kaptan K, karşısındaki yüksek motivasyonlu gençlerle kimi zaman dalga geçiyor kimi zamansa umursamazlıkla sadece yapması söylenen şeyleri yapıyor. Kaptan K, eğitim boyunca çocukların öğrenmesi gereken şeyleri sıralarken filmin başından itibaren oluşturulan mizahi atmosferin aslında nasıl bir vahşet ortamının içinde barındığı belki de ilk kez burada izleyicinin yüzüne vuruluyor. Öyle ki Jojo ve Yorki günün sonunda uyumadan önce bir Yahudi’yi nasıl öldüreceklerini hayal ederken buluyorlar kendilerini. Filmdeki kamp bölümünün en çarpıcı anlarından biri ise filme ismini de veren tavşan sahnesi. Nazi gençlerinin, Jojo’ya öldürmesi için bir tavşan vermesi ve Jojo’nun tavşanı kurtarmak istemesi Jojo’nun öldürmeye hazır, vahşi bir Nazi olmadığının ipuçlarını veriyor izleyiciye. Sonrasında yine hayali Adolf’u gören Jojo, tavşanı öldürmediğinden dolayı yaşadığı suçluluğu, Adolf’un dolduruşuyla birlikte atlatarak el bombası taliminin ortasında kendini yaralıyor.
‘’Artık Hitler’in baş koruması olamayacağım.’’
Jojo, kazadan sonra artık askerlik yapamayacağı gerekçesiyle eve, annesi Rosie’nin yanına gönderiliyor. Rosie, Jojo’ya ve hayata karşı sevgi dolu, savaş karşıtı bir kadın olarak karşısına çıkıyor izleyicinin. Jojo’nun fanatikliğinin farkında olmasına karşın, onun içindeki iyi çocuğa da inancını kaybetmeyen Rosie, Jojo’nun içindeki bu iyi çocuğu beslemek için tüm sevgisini veriyor oğluna. Birlikte kırlarda dolaşırlarken veya bisiklet sürerken oğluna, daima sevginin gücünden ve Nazi ideolojisinin aslında ne kadar acımasızca olduğundan bahsediyor Rosie. Aynı zamanda Jojo ile geçirdikleri günler boyunca, Jojo’ya ayakkabılarını bağlamayı öğrenmesi gerektiğini söyleyen Rosie, kendi başına bağcıkları bağlamayı öğrendiğinde hayatın engebelerini de aşabileceğini söylüyor Jojo’ya. Ayakkabı bağcıklarının yönetmen tarafından zorluklarla başa çıkmanın metaforu olarak kullanıldığı açıkça anlaşılıyor. Annesinin bağladığı bağcıklarıyla Jojo, savunduğu tüm o koca Nazi ideallerinin yanında, hayatı annesinin desteğiyle sürdürebilen küçük bir çocuk henüz. Kendi bağcığını bağlayamayan bir çocuğa, Nazi ideallerinin savunuculuğunu vermekse yine yönetmenin ustaca kullandığı çelişkinin ve yaşanan atmosferin absürtlüğünün altını çizmesi bakımından oldukça anlam kazanıyor.
‘’Asla kazanamayacaklar. Senin böyle bir gücün var. Bir yerlerde biri hayatta olduğu sürece
kaybetmişler demektir.’’
Jojo, kamptan atıldığı için Kaptan K’nın verdiği şehir görevlerini yaparak Hitler’e hizmet etmeyi sürdürme yolunu seçtiği sırada, annesi ile şehir meydanında asılarak öldürülen ve cesetleri sergilenen Nazi karşıtı insanları görüyor. Jojo, yaşadığı şokla cesetlere bakmamaya çalışsa bile, Rosie belki de tüm vahşeti anlaması için Jojo’nun yüzünü onlara çeviriyor. Bu sahnede Jojo, savaşın vahşetine ilk kez böylesine canlı tanıklık ediyor. Tam bu sıralarda Jojo evde davetsiz bir misafirin varlığından da haberdar oluyor. Annesinin, Elsa adındaki bir Yahudi’yi ölmüş kızı Inge’nin odasında gizli bir bölmede sakladığını fark etmesiyle, Jojo için hayat çok daha karmaşık bir hal alıyor. Elsa, Yahudi soykırımından kaçan belki de milyonlarca kişiden bir tanesi. Nazilerin Yahudi avından kaçarak Rosie’ye sığınan Elsa, tüm bu ikinci sınıf insan muamelesinin, Yahudileri bir canavar olarak tanımlayan Nazi ideolojisinin ne kadar yapay ve anlamsız olduğunu temsil ediyor filmde. Başlarda Adolf’un tembihleriyle Elsa’yı yenilmesi gereken bir düşman olarak gören Jojo, gün geçtikçe Elsa ile arasında bir bağ kurmaya başlıyor. Elsa’nın zekice kurguladığı Yahudileri tanıtma oyunu, Jojo’nun zekasıyla birleşince çocuğun aklındaki tüm tabular birer birer yıkılmaya başlıyor. Elsa ile aralarındaki bağ güçlendikçe Jojo’nun aklında var olan ve Nazi ideolojisi tarafından Yahudilere yönelik oluşturulmuş efsaneler de teker teker yıkılıyor. Yahudilerin de aslında diğerlerinden farksız insanlar olduğunu Elsa ile birlikte anlamaya başlayan Jojo’nun bu hali Adolf tarafından öfkeyle karşılanıyor. En yakın arkadaşı Adolf ile bu konuda çatışmaya başlayan Jojo, böylelikle Hitler hakkında da kafasında var olan türlü efsaneler ve inanışları yavaşça sorgulamaya başlıyor.
‘’10 yaşındasın. Savaşı ve siyaseti konuşmamalısın. Ağaçlara tırmanıp sonra ağaçlardan düşmelisin.’’
Jojo’nun hayatında tüm bu gelişmeler yaşanırken, savaşın sonlarına doğru gelindiği anlaşılıyor. Artık Nazi ordusu için sokaklarda tencere tava toplayan çocukları ve Berlin’in savaşa hazırlandığı görülüyor filmin bu bölümünde. Şehirde bunlar olurken, Elsa ile kurdukları bağ git gide kuvvetlenen Jojo, annesini de ‘’Özgür Almanya!’’ yazılı el ilanları dağıtırken görüyor. Ancak bu durum, artık içten içe Nazi inanışlarını terk etmeye başlayan Jojo için çok da rahatsız edici görünmüyor. Tam da Elsa’yı kendi eşiti olarak benimsediği gün ( Elsa ile artık evin bütününü paylaşmaya karar veriyor) eve gelen müfettişler evin altını üstüne getirirken yönetmenin tıpkı bir şaman tapınması gibi kullandığı ‘’Heil Hitler!’’ selamlaşma sekansları izleyiciye oldukça güçlü bir mizah unsuru sunuyor. Elsa’nın kendisini Inge olarak tanıtması ve bu sırada Kaptan K’nın onun Inge olmadığını anlamasına karşın Elsa’yı ele vermemesi, Kaptan K’nın da aslında bir tür zorunlu tutsaklık yaşadığını gözler önüne seriyor. Bu sekansta Yahudi tanıma rehberinde, Jojo’nun Elsa’nın nişanlısı Nathan’ı işkenceler içinde çizmiş olması da kanımca oldukça vurucu. 10 yaşındaki bir çocuğun, cezalandırma yöntemi olarak bir sürü vahşi işkenceyi sevmediği birine uyguladığı tasvirler, Nazi ideolojisinin zihinleri de vahşileştirdiği ve kendi ‘’Alman çocuklarını’’ nasıl bir psikolojik şiddete maruz bıraktığının en vurucu kanıtı olarak gözler önüne seriliyor.
‘’-Onlar ne yapmışlar?
-Ellerinden geleni…’’
Teftişi atlattıktan sonra, artık Jojo resmi olarak bir Yahudi’yi evinde saklamanın sorumluluğunu hissediyor üzerinde. Savaşa hazırlanan Berlin sokaklarında yürürken, belki de filmin en can alıcı sahnesini izliyor izleyiciler. Nazi karşıtlarının asıldığı alanda, annesini gören Jojo, onun ayaklarına sarılıp ağlayarak nihayet tamamen Hitler’in kendilerine yaptıklarını anlıyor. Annesinin çözülmüş bağcıklarını bağlaması, hem Rosie’nin çözülen bağcıklarıyla hayatın engebelerinde takılıp düştüğünü hem de Jojo’nun artık bu engebelerle kendi başına mücadele edeceğini gösteriyor seyircilere. O sırada binaların çatılarının yakın planda gösterilmesi ve çatı pencerelerinin oluşturduğu göz imgeleri, aslında çatı katlarında Elsa gibi saklanan birçoğunun da onu izlediğini ve belki de bu dönüşüme tanıklık ettiklerinin altını çiziyor. Jojo’nun bu travma sonrası Elsa’nın üzerine bıçağıyla yürümesi ve bıçağı ona saplayamadan ağlayarak çökmesi, aslında Jojo için yaşadığı pişmanlığın ve uyanışın bir tezahürü olarak perdeye yansıyor.
‘’-Özgür olunca ilk ne yapacaksın?
-Dans edeceğim!’’
Filmin sonuna gelindiğinde ise, artık birbirlerinden başka kimseleri kalmayan Elsa ve Jojo harap olmaya başlayan Berlin de saklanıyorlar. Jojo çöpten topladıklarını yerken hala görmekte olduğumuz Adolf aynı masada koca bir tek boynuzlu at kafasıyla kendine ziyafet çekiyor. Savaş meydanında Yorki’den Hitler’in öldüğünü ve herkesi kandırdığını da öğrenmesiyle git gide Adolf’un karşısına konumlanan Jojo günü geldiğinde Adolf’u tekmeleyerek hayatından çıkarıyor. Tüm bunlar aslında Hitler’in iktidarını efsaneler ve yalanlar üzerine kurduğunun bir tezahürü. Savaşın yıktığı Berlin sokaklarında, çocukların, yaşlıların, kadınların, erkeklerin vahşetin içinde öldüklerini gören Jojo’nun kişisel dönüşümü bu sekansta tamamlanıyor. Savaşın bitmesi ve Amerikalıların Berlin’i ele geçirmesiyle, Jojo da Amerikalılar tarafından ele geçiriliyor. Burada aslında savaşın her iki tarafının da çocukları çocuk olarak görmekten çoktan vazgeçtiklerini anlamak mümkün. Amerikalılar tarafından ele geçirilen Jojo aralında Kaptan K’nın da bulunduğu esirlerin arasına atılıyor. Kendisini feda etmek uğruna Jojo’yu kurtaran Kaptan K, ona eve dönmesini söylüyor ve bu, sonraki sahnede duyduğumuz silah sesleriyle birlikte anlıyoruz ki Kaptan K’nın yaptığı son şey oluyor. Elsa’nın yanına dönen Jojo, yalnız kalmak istemediği için başta Elsa’ya Almanların kazandığını söylese de, sonrasında onun özgürlüğüne kavuşması gerektiğine karar veriyor. Elsa’nın ayakkabı bağcıklarını elleriyle bağlayan Jojo, onu dışarıya çıkarıyor ve Elsa olan biteni anlıyor. Son sahnede, özgür olduğunda ilk yapacağı şeyin dans etmek olduğunu söyleyen Elsa, Jojo ile dans etmeye başlıyor ve film bu sahneyle kapanıyor.
Sonuç olarak, Tavşan Jojo, 1 saat 48 dakikalık ekran süresiyle izleyiciye yer yer oldukça eğlenceli yer yer ise dramatik bir seyirlik sunuyor. Bilhassa oyuncu performanslarının da öne çıktığı yapım, Taiki Waititi’ye ‘’En İyi Uyarlama Senaryo’’ Oscar’ını getirirken, insanlığın çığlık çığlığa öldüğü II.Dünya Savaşı’nda, özgürlüğün ancak sevginin gücüyle dans ederek geldiğini hatırlatıyor izleyicisine.