Bilim kurgu sinemasına yön vermiş bir klasik olarak bu filmi seçmemdeki amaç bilim kurgu türüne olan merakımdı. 1968 yılında böyle bir filmin yapılabilmesi bu filmde en şaşırdığım ve beğendiğim şey oldu. Filmin 88 dakikasında hiç diyalog geçmediğini söyleyerek başlamak istiyorum. Yaklaşık 2,5 saatlik bir filmin bu kadar büyük kısmında diyalogun tercih edilmemesi iddialı hatta oldukça tehlikeli olabilecek bir hamle. Diyalogların azlığı ve yaşanılan büyük sessizlikler sebebiyle günümüz şartlarında izlediğimde sıkıcı olarak değerlendirdiğimi söyleyebilirim. Şu an alışık olduğumuz bilim kurgu filmlerinde böyle az diyaloğa rastlamak mümkün değil, belki de bu sebeple filmin alt metnini ve söylenmeyenleri daha iyi anlamak için çok dikkatli izlemeye gerek duydum. Elbette bu dikkatin bir diğer sebebi filmin yalnızca bir bilim kurgu filmi olmayıp varoluşsal anlamları da içinde barındırmasıydı.

Filmde ilk yirmi beş dakika boyunca insanlığın başlangıcın izliyoruz. Yalnızca hayvan sesleri ve gruplar halinde yaşanan ilkel bir yaşam bizi karşılıyor. Bir gün kaynağı belirsiz siyah bir dikilitaşın (monolit) ortaya çıkmasıyla birlikte insansı hayvanların alet kullanma becerilerinin geliştiğini görüyoruz. Alet kullanma becerisi ve savaşabilme yeteneği sayesinde ilkel insanın evrimleşme ve zamanda sıçrama anını izliyoruz. Filmdeki zamansal sıçrama ve hiç konuşma olmadan insanın evrimleşerek bambaşka bir çağa geçiş yaptığını anlatabilmek büyük ustalık. Öyle ki şu ana kadar izlediğim hiçbir filmde böylesine bir zamansal sıçramaya rastlamamıştım. Filmin ikinci bölümünde kendimizi gelecekte buluyoruz. Uzay mekiği ve uzay boşluğu görüntüleriyle birlikte uzayda olduğumuzu anlamamız uzun sürmüyor. Bu evrede insan aya ilk defa ayak basıyor ve ilk sahnede gördüğümüz monolite ay gezisinde de rastlıyoruz. Monolitin film boyu ortaya çıktığı sahneleri ve ortaya çıkma zamanlarını göz önünde bulundurarak bir metafor olarak kullanıldığını söyleyebiliriz.

Aslında filmde sayısız metafor var, bu derin anlamlar ve metaforlar da film bitse bile kafamızda cevaplanamayan sorulara neden oluyor. Kısa süren ay sahnesi insanların aydaki monolit ile fotoğraf çektirdiğini görmemizin ardından bir anda değişiyor. Filmin üçüncü bölümü diyebileceğimiz 18 ay sonrasındaysa asıl konumuz Jüpiter görevi. Jüpiter’den gelen bir sinyalle görevlendirilen bilim insanlarına filmin tek kötü karakteri olan yapay zekâ onlara bu yolculukta eşlik ediyor. Yolculukları boyunca geminin tüm kontrolü “Hall 9000” isimli bir yapay zekanın hakimiyetinde. Bir yapay zekanın, aslında insan yaratımı olan bir yapının insanı sonuna getirdiğini izlemek inanılmazdı. Başta mürettebat üyeleriyle gayet iyi anlaşan bu yapay zekâ kendi geleceğinin tehlikede olduğunu hissettiği andan itibaren insanlara savaş açıyor.

Yapay zekâ ve insan arasındaki mücadeleyi izlediğim dakikaların benim için filmdeki en keyifli anlar olduğunu söyleyebilirim. Gemiden tek sağ kurtulan Dave Bowman bir uzay kapsülü ile Jüpiter’den gelen sinyale doğru tek başına ilerliyor ve bu sırada filmde daha önce de gördüğümüz monoliti bir kez daha görüyoruz. Monolit Bowman’a yine zamansal bir sıçrama yaşatıp onu farklı bir yere gönderiyor. Filmde bu sıçrayışta kullanılan görsel efektler gerçekten inanılmazdı. Bu sahneleri tekrar ve tekrar seyrettim diyebilirim. Teknolojinin bu kadar içine doğmuş olmama rağmen filmin bu noktadan sonrasını anlamakta ve yorumlamakta zorlandım. Hiç beklemediğim şekilde Dave karakteri bembeyaz bir otel odasında belirdi ve bundan daha şaşırtıcı olanı ise kendinin yaşlanmış haliyle karşı karşıyaydı. Öncelikle yaşlanmış halini yemek yerken ardından yatakta ölüm döşeğindeyken gördük. Dave’in son nefesinde dikilitaş tekrar belirerek filme bambaşka bir boyut kazandırdı. Dave ölmesiyle birlikte cenin olarak tekrar dünyaya doğdu, bebek veya insan üstü diyebileceğimiz bu canlıyla yeniden vücut buldu ve bu yeni canlı yine ta kendisiydi.

İnsanın, evrimleşme yolunda üst düzey bir noktaya gelmesine ve teknolojinin inanılmaz gelişmesine rağmen, az kalsın kendi yaptığı aletlerin en gelişmişi tarafından yok edilecek olmasını çok çarpıcı buldum. Kubrick bize yapay zekayı yalnızca sesi ve kırmızı gözüyle tasvir ediyor. Özellikle yapay zekanın, bilim insanlarının seslerini duyamasa da dudaklarını okuyabildiğini gördüğümüz sahne benim zihnimde sağlam bir yer edindi. Film kendi dönemiyle kalmayıp günümüze de dokunuyor. Bugün de insanın kendi eliyle yarattığı alet veya icatlar, insani birçok duyguyu yok ederek bizi adete bir kapana sıkıştırıyor. Filmde, uzay gemisi tuvaletlerinin nasıl kullanılacağı veya bilim insanlarının bebek maması yemesi gibi detaylar insanın evrimleşmesine vurgu yapıyor. Aydaki insan adeta bir bebek gibi yürümeyi bile tekrar öğreniyor.

Kubrick filmin birçok bölümünde çok gerçekçi gelecek portrelerini bizlere gösteriyor. Yapımın çekildiği dönemi ele alacak olursak 1968 senesinde henüz Ay’a bile gidilmemiş ve Uluslararası Uzay İstasyonunun kurulmamış olduğunu bilmekte fayda var. İnsanın bugün aya gitmesi ve uzayda hayat olduğunu keşfetmesi bizim için normal olsa da ayın ve uzayın bilinmezlikten başka bir anlama gelmediği bir çağda bu kadar başarılı bir uzay tasviri yapmak başlı başına bir yetenek. O yıllarda bu filmi izleyen insanların muhtemelen hayal bile edemedikleri bir gerçekliği Kubrick onlara sunuyor. Bunun dışında günümüzde yine herkesin akıllı telefonları ve bilgisayarları sayesinde kurduğu görüntülü iletişim teknolojisini yine o yıllarda düşünüp gerçekleştirmesi beni filmi izlerken bile hayran bıraktı. 1968 senesinde var olmayan teknolojik ön görülerin neredeyse çoğu günümüzde gerçekleşmiş durumda. Uçakların koltuklarında olan LCD ekranlar, filmdeki tarifeli uzay mekiği gibi o zaman olmayan birçok şey bugün dünyamızda mevcut. Kubrick’in gerçekçilik kaygısıyla bu filmi yapması ve ön görüsü çok şaşırtıcı. Kullanılan görsel efektlere gelecek olursak, görüntü yönetmenliği anlamında da bilimkurgu filmleri arasında hem o dönem yapılan hem de günümüze kadar yapılmış olan birçok film için aşılması zor bir çıtaya sahip.

Dış mekân çekimleri, uzay boşluğu görüntüleri ve özellikle uzay gemilerinin tasarımı kusursuz denebilecek bir düzeyde. Bugün yeni nesil birçok film CGI (computer generated imagery) efekti kullanmasına rağmen o dönemin kalitesine ulaşmakta zorlanıyor. Filmdeki uzay gemilerinin detaylı işçiliklerle yapılan maketler olduğu da önemli bir detay. Ayrıca film Super Panavision 70 ile 65mm negatif film kullanılarak çekilmiş ve gösterime giren baskılar Technicolor renklendirme aktarımı işlemi ile üretilmiş. Filmin toplam bütçesinin 10,5 milyon dolar, görsel efektlerine ayrılan bütçenin ise 5,5 milyon dolar olduğu söyleniyor. Toplam bütçenin neredeyse yarısının görsel efektler için ayrılmış olması bile çok etkileyici ve sonuç beni oldukça tatmin etti. Beni tatmin etmesinin dışında filmin adaylıkları ve aldığı ödüller de başarısını ispat eder nitelikte. Kubrick adaylıkları olsa da ilk ve tek Oscar’ını en iyi görsel efekt kategorisiyle bu film sayesinde alıyor. Filmde kullanılan müzikler ise BAFTA ödül töreninde filmin en iyi müzik kategorisinde ödül almasını sağlıyor. Filmin bu kadar etkileyici olması içerdiği anlam, kullanılan görsel efektlerin çağının çok ilerisinde olması, kamera tekniklerinin ustalığı, senaryonun ve müziklerinin etkileyiciliği gibi birçok ayrı bileşenle sağlanıyor.