Yazıma başlamadan önce bunun bir inceleme yazısı olmadığını bilmenizi istiyorum. Zira dizinin konusuna dair herhangi bir spoiler vermeyeceğim. Derdim dizi eleştirisinde bulunmak değil. Fakat yine de günlerdir gündemimizi meşgul eden, nitelikli niteliksiz tüm izleyicilerden büyük övgüler alan ve yere göğe sığdırılamayan Bir Başkadır dizisinin bu büyük başarısının sebebini anlayamadığımı söylemeden de edemeyeceğim. Bu nedenle her ne kadar dizinin konusuna dair bir eleştiride bulunmayacak olsam da bu dizi üzerinden naçizane bir toplum eleştirisi yapma gereksinimi hissettim.

Dizi bazı otoriteler tarafından Türk dizi tarihinin ilk 10 dizisi arasında gösterilmiş olsa da, ben bunun haksız bir derecelendirme olduğunu düşünüyorum. Gerek çekim teknikleri, gerekse senaryosu dünya standartlarının çok da ötesinde değil. Peki öyleyse nedir bu diziyi bir başka kılan şey?

Berkun Oya deyim yerindeyse Türk sinemasının şimdiki zamanı için “çölde su niteliğinde bir işe imza atmış” desek pek de abartmış sayılmayız aslında. Uzun senelerdir Türk sinemasını esir alan piyasa işi dizilerin, abartılı oyunculukların, sinematografik bilgiden yoksun yönetmenlerin karşısına böyle güçlü bir prodüksiyon ile çıkan dizi haliyle izleyicide büyük hayranlık oluşturuyor. Oysa ki genel çerçevede baktığımızda bu bir başarıyı değil, aksine başarısızlığı simgelemektedir. Türk sinema kültürünün standartları son yıllarda o kadar çok düştü ki en ufak bir sanat kıpırtısı dahi izleyiciye hazzın doruklarını yaşatmaya fazlasıyla yetiyor.

Daha basit tabirle Berkun Oya bu dizisiyle Amerika’yı yeniden keşfetmiyor. Zaten uzun yıllardır var olan ve uygulanan sinema tekniklerini izleyiciye sunuyor. O diziyi ‘bir başka’ kılmıyor. Diziyi, Türk sinemasındaki kalitesiz işler ve bu işlerden bunalıp sanata susayan toplum ‘bir başka’ kılıyor. Bu noktada aslında yine en büyük suç topluma kalıyor. Türkiye’de sinema endüstrisinin hızla gelişimine karşın sinema sanatının ters orantılı şekilde geriye gitmesi sinemadaki arz-talep dengesini oluşturuyor. Toplumumuz sinema kültüründen yoksun işlere prim verdikçe, ortaya çıkan iyi iş sayısı günden güne azalıyor.

Buna karşılık ortaya çıkan iyi işlerin kalitesi dünya standartlarının pek de üzerine çıkamıyor. Bu üzücü durumun düzelmesi için ise sinema sanatı ve endüstrisinin daha senkronize hareket etmesi gerekiyor. Bu da yine her koşulda Türk izleyicisinin elindedir.

İlk 8 bölüm itibariyle havada kalan bir hikaye, çatışma unsurlarının azlığı ve ikili diyalogların olması gerektiğinden fazla oluşu sebebiyle izleyiciye aslında çok bir şey katmayan dizi bende, istemsizce, şu düşüncenin oluşmasına neden oldu: “Böylesine güçlü bir prodüksiyonu olmasaydı acaba dizi yine de bu kadar beğenilir miydi?” Bana göre hayır! Nitekim ülkenin dört bir yanında festivallerde, yarışmalarda gösterilen bu kalitede pek çok yapım keşfedilmeyi bekliyor. Kısaca dizi kurak topraklarda bir altın değerindedir, ancak okyanusta pek de bir kıymeti yoktur.