Sudo Tadashi

Çeviren : Merve İriyarı

Hayao Miyazaki’nin sinemaya geri dönüş filmi “The Boy and the Heron (Çocuk ve Balıkçıl)”, kendisine 2024’te ikinci Akademi Ödülü’nü kazandırdı. Film başlangıçta Japonya’da farklı ve karmaşık tepkiler aldı, bazıları filmin zorluğundan şikâyetçiydi, ancak filmlerinin karmaşıklığı ve hikâye anlatımındaki kasıtlı boşluklar, derinliklerine ve hikaye anlatımına katkıda bulunarak özelikle küresel beğeniyi artırdı.

Yurtdışında Daha İyi Karşılandı

Hayao Miyazaki’nin “The Boy and the Heron (Çocuk ve Balıkçıl)” filmi, önceki uzun metrajlı filmi “The Wind Rises (Rüzgar Yükseliyor)” filminden on yıl sonra, Temmuz 2023’te Japonya’da gösterime girdi. Ancak sinemalara dönüşü başlangıçta karışık tepkilerle neden oldu. Bazı Japon izleyiciler filmi anlaşılmasının zor olduğunu düşünerek, hikayenin çok belirsiz olduğunu ve pek çok noktanın açıklanmadığını hissettiklerini belirttiler. Fakat olumsuz eleştiri yapanların dışındaki kişiler de filmin, Miyazaki’nin bugüne kadarki en özgür hikaye anlatma deneyimi olarak gördüklerini ve filmdeki ifade gücünü, elle çizilmiş sanatını ve yükselen hayal gücünü övdüler.

Film vizyona girmeden önce bile filmde bir farklılık olduğu dikkat çekiyordu. Film için Stüdyo Ghibili bütçenin tamamını kendisi karşılayarak dış yatırımlardan kaçındı. Bu karar, Miyazaki’ye sabit bir çıkış tarihi baskısı olmadan büyük bir çalışma özgürlüğü verdi. Belki de bu, bitmiş ürünün çarpıcı görüntülerini ve çok katmanlı hikayesini açıklamaya yardımcı olabilir.

Prodüksiyonu çevreleyen gizlilik stratejisi de heyecan yarattı. Stüdyo Ghibili, filmin halka açıklanması öncesinde bir fragman veya herhangi bir görüntü yayınlamamayı tercih etti. Yapım ekibi için hiçbir özet, karakterlerin tanımı ve hatta jenerik yoktu. Bunun yerine stüdyo yalnızca bir poster yayınladı. Bu olağandışı taktik, yayınlanma sürecine olan ilgiyi artırdı ve sonrasında hararetli tartışmalara yol açtı.

Film Japon sinemalarında beklendiği kadar iyi performans göstermedi ve 9,3 milyar Yen hasılat elde etti (Kogyo Tsushinsha’ya göre 12 Mayıs 2024 itibarıyla) ve Miyazaki’nin 1997 yılında yayınlanan Prenses Mononoke filminden itibaren her filminin elde ettiği ortalama 10 milyar Yen yurt içi gişe toplamının gerisinde kaldı.

“The Boy and the Heron (Çocuk ve Balıkçıl)” filmi Japonya’da değil, bunun yerine gerçek anlamda yurt dışında oldukça dikkat çekti ve büyük ses getirdi. Film, Aralık 2023’te Kuzey Amerika’da gösterime girdi ve vizyona girdiği ilk hafta sonuna gişe sıralamasında zirveye yükseldi ki bu sıralama, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki yabancı bir film için nadir görülen bir başarı olarak bilinmektedir. 46,8 milyon dolarlık nihai gişe hasılatı (Box Office Mojo’ya göre 30 Nisan 2024 tarihinden sonra), Ghibili’nin Kuzey Amerika’daki bir önceki en çok satan filmi, Yonebayashi Hiromasa’nın yönettiği “Arrietty’nin Gizli Dünyası (2012)” filminin 2,5 katıydı.

Filmin yurtdışı başarıları Kuzey Amerika dışında da devam etti. “The Boy and the Heron (Çocuk ve Balıkçıl)”, 3 Nisan’da Çin’de gösterime girdikten sonra, ilk ayında 770 Milyon Yuan (Maoyan Entertainment’a göre) yani 16 Milyar Yen’e eşdeğer bir gelir elde etti. Bu, onu Stüdyo Ghibili için yeni bir rekor ve Çin tarihindeki en yüksek hasılat yapan ikinci Japon filmi haline getirdi. “The Boy and the Heron (Çocuk ve Balıkçıl)”, yurtdışında vizyona girdikten sonra Miyazaki’nin Japonya hariç hemen hemen her bölgede bugüne kadarki en büyük çalışması olmaya devam etti.

“The Boy and the Heron (Çocuk ve Balıkçıl)”, Japonya dışında sadece seyirciler tarafından değil, aynı zamanda eleştirmenlerce de son derece iyi bir şekilde değerlendirildi. “The Boy and the Heron (Çocuk ve Balıkçıl)”, 2024 Ocak ayında “En İyi Animasyon Film” dalında Altın Küre ödülünü kazanan, İngilizce olmayan ilk eser oldu ve 2024 Mart ayında “En İyi Animasyon Film” dalında Akademi Ödülü’nü aldı.

Bu başarıların ardından 2024 Mayıs ayında, Cannes Film Festivali’nde hem Hayao Miyazaki hem de merhum Isao Takahata başarılarından dolayı ödüle layık görülerek Stüdyo Ghibili’ye fahri Altın Palmiye verildi. Özellikle bu beğeninin “The Boy and the Heron (Çocuk ve Balıkçıl)” filminin vizyona girmesinin ardından gelmesi tesadüf değildi ve artık hem Miyazaki hem de Stüdyo Ghibili için uluslararası film dünyasında yeni bir zirveyi temsil etmişti.

Elle Çizilmiş Muhteşem Bir Dünya

“The Boy and the Heron (Çocuk ve Balıkçıl)” filmine duyulan ilginin büyük bir kısmı, filmin 83 yaşındaki yönetmenin son uzun metrajlı çalışmasın temsil edebileceği gerçeğinden kaynaklanıyor olabilir. Yayın hizmetlerinin yüksekliği de filmin uluslararası başarısında rol oynadı. 2020’de Max (eski adıyla HBO Max), Stüdyo Ghibili’nin filmlerini Kuzey Amerika’da yayınlamaya başlarken Netflix diğer bölgelerde de aynısını yaparak filmlerin yurtdışındaki gösterimini genişletti.

Fakat bu ayrıntılar tek başına değerlendirildiğinde filmin başarısını açıklamaya yetmez. Dünyanın her yerindeki hayranların “The Boy and the Heron (Çocuk ve Balıkçıl)” filmini sevmesinin nedeni, Miyazaki’nin benzersiz tarzıyla dolup taşması.

Elle çizilen her bir sahne, 2D animasyonun kalitesi özellikle yabancı izleyicileri büyüledi. Bu teknik, uçuşan rengarenk muhabbet kuşlarını, ana karakterin vücudunu saran kurbağaları ve ufalanan kulenin içindeki dünyayı yalnızca geleneksel elle çizilmiş animasyonun sağlayabileceği bir canlılıkla ekrana yansıtıyordu.

Elle çizilen 2D animasyon, animatörler açısından muazzam bir beceri gerektirmektedir ve çok zaman alan özenli bir çalışmadır. Yapım sürecinin bir parçası olarak, filmdeki neredeyse her sahne, aralarında Miyazaki’nin de bulunduğu az sayıda deneyimli animatör tarafından kalemle çizildi ve boyandı.

Günümüzde, “3D CG (bilgisayar grafikleri)” teknolojisi, yabancı özellikli animasyonun ana akımıdır. Özellikle elle çizilmiş olarak tanımlanan birçok film bile aksiyon ve sanat için büyük miktarda bilgisayar işlemesi kullanmaktadır ve bu da onlar 3D CG (bilgisayar grafikleri) çalışmalarından ayırt etmeyi zorlaştırıyor. Yine de günümüzde pratikte elle çizilmiş animasyon sürecinin büyük bir kısmı kaybolmuştur.

Fakat özellikle Stüdyo Ghibili’nin geleneksel animasyon tekniklerini kullanmaya devam etmesi onu sektörde sıra dışı kılıyor. Aslına bakılırsa, şimdiye kadar en iyi animasyon dalında Akademi Ödülü’nü kazanan yalnızca iki tane elle çizilmiş animasyon filmi vardı ve her ikisi de Ghibili yapımıydı: 2003 yılında vizyona giren “Spirited Away (Ruhların Kaçışı)” ve 2023 yılında vizyona giren “The Boy and the Heron (Çocuk ve Balıkçıl)”.

Hikaye Anlatımında Boşlukların Gücü

Miyazaki’nin filmlerinin çekici yönlerinden biri de çocuklara ve ailelerine yönelik tipik animasyon filmlerinden farklı yapılandırılmış olmalarıdır. Disney ve Pixar’ın uzun metrajlı filmleri didaktik olma eğilimindedir; ebeveynleri ve çocukları ‘olması gerektiği’ gibi tasvir eder. Oysa ki idealleştirilmiş dünyalara realist bir şekilde odaklanmak, bu dünyaların en iyilerinin bile çoğu zaman belirli bir derinlikten yoksun olabileceği anlamına gelmektedir.

Miyazaki’nin çalışmalarında ise tek boyutlu eğitim değerlerinden kaçınılmaktadır. İyiyle kötü arasında kesin bir ayrım da yoktur. “The Boy and the Heron (Çocuk ve Balıkçıl)” filminde başkahraman, yaralanmaya sınıf arkadaşlarının neden olduğu izlenimini vermek için kafasına bir taşla vurur. Başka bir sahnede ise içinde kötülük olduğunu itiraf ediyor. Her birimizin içinde kötülük ya da kötülük potansiyeli var. Dünya kötülükle dolu. Bununla nasıl yüzleşilir? Miyazaki’nin filmdeki yaklaşımı öğretmek değil, izleyiciyi düşündürmektir. Bu da eserine derinlik katıyor.

“Ateşböceklerinin Mezarı (1988)” ve “Prenses Kaguya’nın Hikayesi (2013)” gibi başyapıtların yönetmeni Isao Takahata, Miyazaki’nin aksine filmlerini mantıklı bir şekilde kurguladı. Miyazaki ise hikayelerini görsellerden geliştirerek öngörülemeyen gelişmelere izin vermektedir.

Miyazaki’nin ilk çalışmalarında eğlence değerine öncelik veriyordu. Ancak “Porco Rosso (Kırmızı Kanatlar-1992)” filminden beri basit hikayeler yerine gizemleri çözülmeden bırakılan hikayeler oluşturmaya başladı. Mesela ana karakter Porco’nun neden domuza dönüştüğünü asla açıklamıyor. “Princess Mononoke (1997)” filminde izleyiciler, tüm hikayeyi harekete geçiren kahramana uygulanan lanetin sonunda ortadan kalkıp kalkmadığını asla öğrenemezler. “Howl’s Moving Castle (Yürüyen Şato- 2004)” filminde,  arka planında komşu ülkeler arasındaki bir savaş geçse de diğer taraf hakkında neredeyse hiç ayrıntı verilmiyor.

Miyazaki, “The Boy and the Heron (Çocuk ve Balıkçıl)” filminde de kulenin içindeki alternatif gerçekliğin nasıl sürdürüldüğünü ya da adı geçen balıkçılın sonuçta neyi temsil ettiğini asla açıklamaz. Bunlar mantıksal boşluklardır; ancak Miyazaki’nin öykülerinin özgünlüğü de bu boşlukların içerisinde bulunabilir.

Genelde bir çok izleyici hikayede meydana gelen olayların açıklandığı ve önceden tahmin edilen şeylerin çözüme kavuşturulması ile biten sonlar beklemektedir. Miyazaki ise bu hikaye anlatım boşluklarının yorumunu izleyiciye bırakıyor ve onlar düşünmeye sevk ediyor. Hayranları Miyazaki’den olağan gelenekleri beklemiyor; onun hayal dünyasını seyretmeye ve bunun tadını çıkarmaya geliyorlar.

Küreselleşme

Miyazaki, 1984 yapımı “Nausicaä of the Valley of Wind (Rüzgarlı Vadi)”  filminin yaratıcısı olarak Japonya’da meşhur oldu. Bunun dışında özellikle “My Neighbor Totoro ( Komşum Totoro-1988)” ve “Kiki’s Delivery Service (Küçük Cadı Kiki-1989)” filmlerinin videokaset satışları sayesinde yurtdışında bir miktar popülerlik kazanmış olsa da, bu tanınırlık Miyazaki ve Stüdyo Ghibili için geniş bir tanınırlığa dönüşmedi.

Miyazaki’nin bir film yönetmeni olarak yurtdışında popüler olması, 1999’da bugüne kadarki en gizemli filmi olan “Prenses Mononoke” yapımının Kuzey Amerika’da yayınlanmasıyla yükselmeye başladı. En önemlisi ise, Miyazaki’ye Berlin Uluslararası Film Festivali’nin “Spirited Away (Ruhların Kaçışı)” filmini 2002’de ‘Altın Ayı’ ödülü verilmesiydi ki bu, bir animasyon filminin ilk kez bu kadar onurlandırıldığı zamandı. Belki de Miyazaki’nin filmlerinin derinliği, birçok farklı yorumu barındırması, küresel beğeniye yol açtı.

Animasyonun bir hikaye anlatma aracı olarak potansiyeline olan ilgi sinema dünyasında büyümeye devam ediyor. Bu yılki Cannes Film Festivali’nde, animasyon çalışmaları resmi yarışma olan “Un Certain Regard” ve “Yönetmenlerin On Beş Günü” seçkilerinde gösterildi. Bunlar çocuklara yönelik filmler değildi, daha ziyade film olarak belirli bir ağırlığa ve varlığa sahip olduğu düşünülen çalışmalardır. “Spirited Away” filminin büyük festivallerde animasyon için bir yol açtığı söylenebilir. Miyazaki ve Ghibili’nin “Altın Palmiye” ödülünü kazanması önceki yapımları ile birlikte dikkate alınmış olabilir.

Geleceğe İnanç

Miyazaki, genellikle çocuklara yönelik filmler yaptığını açıklamak için çaba harcar. Bu duruş, filmlerinde geleceğe dair bir umut temsilinde yansıtılır. “Nausicaä of the Valley of Wind (Rüzgarlı Vadi)” başkahramanı Nausicaa, etrafındaki dünya ölürken bile asla pes etmez. “The Boy and the Heron (Çocuk ve Balıkçıl)” filminde de  Mahito yeni ailesini kabul eder.

Gerçek dünya karanlık haberler ve olaylarla doludur. Miyazaki çocuklara olumlu kalmanın ve dünya ne kadar kötü niyetli görünürse görünsün parlak bir geleceğe inanmanın önemini anlatır. Elbette, umutlu bir geleceğe çekilen tek kişiler çocuklar değildir. Ebeveynleri ve büyükanne ve büyükbabaları da öyle. Miyazaki için dünyaların karmaşıklığı nesiller boyunca yankılanan şeydir.

Karmaşık dünya görüşleri, tavizsiz işçilik ve nihayetinde umutlu bakış açıları, çocukları ve yetişkinleri Miyazaki’nin filmlerine çekiyor. Bunların yalnızca dünyanın Japon animasyonunda görmek istediklerini temsil etmediğine, aynı zamanda bir bütün olarak tiyatro hikaye anlatıcılığının sınırlarını zorladığına inanıyorum.

(Orijinal olarak 24 Mayıs 2024’te Japonca olarak yayınlanmıştır. Başlık görseli: Hayao Miyazaki’nin 2016’daki bir fotoğrafı [© Nippon.com], yanında Spirited Away ve The Boy and the Heron filmlerinin posterleri [© Stüdyo Ghibili].)

Kaynak: https://www.nippon.com/en/japan-topics/c03710/