1957’den bu yana 63 film “Yabancı Dilde En İyi Film” kategorisinde Oscar Ödülü aldı. Ödülü “layık gören” AMPAS (Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi) iç yapısı, işleyişi gibi birçok hususta tartışmalı bir kurum. “Yabancı Ödülü” de seçicilik, ayrımcılık ve muhtelif işleyiş problemleriyle tenkit edilegeldi.
ABD’de zaten tanınan Avrupalı yönetmenlere ait filmler ve dahası bu filmlerin de Hollywood’da yerleşik bir şirket tarafından dağıtılıyor olmasının ödülü almak için “fazlaca” avantaj sağladığı (https://thesis.eur.nl/pub/39726/Meurs-Tim-van.pdf) ortaya konmuş durumda. Mesela Fransa şimdiye dek 65 filmi aday adayı göstermiş, 39’u aday yapılmış ve 12 Fransız filmi bu dalda Oscar’ı almış. İtalya ödül sayısında daha iyi; aday adayı 65 film, aday 31 film, ödül kazanan 14 film.
Ama Hindistan’ın 51 aday adayına karşılık 3 aday, ödül hiç yok! Yahut Brezilya 46 aday adayı göstermiş, 4 adaylık almış, ödül yine yok… Endonezya’nın 20, Türkiye’nin 25 aday adayına rağmen adaylık bile elde edememesine pek değinmeden, son örnek Çin; 32 aday adayı, 2 adaylık ve yazıyla sıfır ödül. Sinema sektörleri nispeten gelişkin sayılabilecek, izleyici potansiyelleri “bayağı yüksek” bu ülkelerin (adı geçen beş ülke dünya nüfusunun % 43,5’ine sahip) Oscar’da “nal toplaması”nı sadece “olur öyle, Akademi bu kültürlere aşina değil” biçiminde açıklamak güç.
Daha dar çerçeveden bakalım: “Her ülkeden niye tek bir film aday adayı gösterilebiliyor?” sorusu hala geçerli ve sıkça dile getirilen bir eleştiri konusu. Öte yandan çok sayıda kült filmin aday da olmasına rağmen “o yılın film yoğunluğundan” veya başka bilinmeyen nedenlerden ödül alamaması [yakın zamandan kimi öznel örnekler: Amores perros (2000), Pan’s Labyrinth (2006), Kynodontas (2009), Das weiße Band – Eine deutsche Kindergeschichte (2009) vb. ] işleyişe yönelik bitmeyen ve bitmeyecek tartışmalardan bir diğeri.
Yöntem Tartışması
Tüm bu sayılan kusurları “olanca ağırlığı” ile bir kenara koyuyorum ve “kazananların çağı”nda olmamızı “fırsat” bilerek şimdi “winner”lara yöneliyorum. İnceleme konum şu: “Ödüllü yabancılar”ın tematik-kavramsal ortaklıkları var mı, öykülerindeki “anahtar kelimeler” dönemsel değişimler gösteriyor mu?
Bu kapsamda imdb.com (İnternet Film Veritabanı) sitesini kullanıyorum. “Yabancı Dilde En İyi Film Oscarı”nı elde etmiş 63 filmin “anahtar kelimeleri”ni (Plot Keywords) alıyorum. Bunların üç dönem ve ayrıca 1957’den 2019’a dek bütün olarak filmlerdeki sıklıklarını ölçüyorum. Her bir dönemin “tipik filmi”ni seçip kısaca tanıtıyorum.
Imdb.com “plot keyword”ü şöyle tanımlıyor: “Bir anahtar kelime, bir ‘başlık’ta – ‘title’ (film / TV dizisi / TV dizisi bölümü) gerçekleşen kayda değer herhangi bir nesneyi, kavramı, stili veya eylemi tanımlamak için o ‘başlık’a eklenmiş bir kelime (veya bağlı kelimeler) grubudur. Anahtar kelimelerin temel amacı, ziyaretçilerin başlıkları kolayca aramalarını ve keşfetmelerini sağlamaktır”.
Bu kelimeler evet, sadece “anahtar” ve kesinlikle “objektif” değil; sitenin 83 milyon civarındaki kayıtlı kullanıcısı tarafından tanımlanabiliyor ve yalnızca onlar tanımlıyorlar. Aynı kelime (bundan sonra “kelime” derken “kelime grubu”nu da kast ediyor olacağım) birden fazla defa tanımlanamıyor, fakat detaylandırılabiliyor: genel “aile-içi ilişkiler” ile özel “baba-oğul ilişkisi” aynı film başlığında bulunabiliyor. “Kullanıcılar tarafından ziyaretçiler için” yahut meşhur adıyla “wiki” diyebiliriz bu işleyişe. Bazı biçimsel kontrollerin ardından, örneğin “gerçekten ilgili mi?”ye bakılmadan, kullanıcının tanımladığı her kelime sitede görünmeye başlıyor.
Kabul ediyorum, bir incelemede “objektif veri” yokluğu ciddi ve hatta temel sorun. Öte yandan cinsiyetini, yaşını, milletini vb. bilmediğimiz kullanıcıların o filmleri nasıl, hangi kelime veya kelime gruplarıyla “alımladıkları”nın ortaya çıkarabileceği sonuçlar; bir incelemeyi tümüyle değersiz kılmasa gerek.
“Bir film zaten alımladığımız kadardır, hatta alımladıklarımızdan ibarettir” savına katılıyorum ve “savunmanın delili” olarak arz ediyorum ama bir husus daha var. İncelediğim 63 filmde toplam 7.746 anahtar kelime mevcuttu. Film başına yaklaşık 125 kelimenin, o filmin –eğer varsa- “gerçeğine” çok uzak olamayacak bir nicelik oluşturduğunu öne sürüyorum.
Diğer taraftan, bir başka gerçek gibi bir “gerçek” daha var. Eski filmler, mesela 1957 – 1979 arasındaki ilk dönem, daha az “kelimelendirilmiş” durumda. Fakat tarih geçtikçe film başına kelime artıyor. İlk dönem filmlerinin ortalaması 91,8 kelime; ikinci dönem (1980-1999) için 110,6 kelime, üçüncü dönem (2000-2019) ise 180,2 olarak devam ediyor.
Imdb.com’un 1990’da “icadı” ve bilinen işleyişine 2002’den itibaren aşama aşama varmasını göz önünde bulundurarak; sitede genç ve orta yaşlıların daha fazla zaman geçirdiğini, dolayısıyla daha çok “veri işlediği”ni varsayıyorum. Bu kesimin de yaş itibarıyla 1960 ve 1970’lerin filmlerini daha az izleyebilmiş ve daha az “değerlemiş” olmalarını hem “hayatın olağan akışı” hem de “inceleme yönteminin savunusu” açısından anlaşılabilir görüyorum.
Parantez içinde bir hipotez: Ağırlıklı olarak, nostalji meraklısı sinefiller ve kazanan filmin ülke yurttaşları o filmleri geri dönüp kelimelendirmiş olabilirler. Oranı ne kadardır, bilinemez. Ama “tartışmalı bir film”in yapım ülkesinden olan site kullanıcısı veya kullanıcıları, taraf tutmadan kelime tanımlaması yapmış olabilirler mi? Örnek olsun, 1992’de Oscar’ı alan İtalyan yapımı Mediterraneo (1991) filminin “anahtar kelimeleri” içinde, “alaka”yı tartışmıyorum, “Türk karşıtlığı” var. Yukarıda arz ettiğim gibi, objektif bir yöntem değil benim kullandığım, tarafsızlık iddiası da yok bu haliyle.
Dönemleştirmeye ilişkin de birkaç şey söyleyeyim. Tartışmaya açık bir şekilde, 1957-1979’a (23 film) “Soğuk Savaş”, 1980-1999’a (20 film) “Neo-Liberalizm”, 2000-2019’a (20 film) ise “Terör” dönemi diyorum. ABD’nin belirtilen aralıklardaki dış politikalarını genelleyen isimlendirmeler, Oscar’a “emperyalizmin ideolojik aygıtı” etiketi yapıştırmak için değil. “Amerikan dış politikasında Oscar ödüllerinin işlevi”ni “açığa çıkarmak” konumun ve konumumun –tam olarak- kapsamına girmiyor.
Lakin, bu incelemeden o tür ekonomi-politik yorumlara malzeme çıkmıyor da değil. “Propagandanın etkisi propaganda olduğu anlaşılana kadar sürer”in farkında olanlar, hangi kelime veya kelime gruplarının “öğrenilmiş / öğretilmiş yargıların” kenarından dolaşarak “kalplere ve zihinlere” (“hearts and minds”) hitap edebileceğini ve böylece politik “değiştirme-etkileme-kontrol etme”ye yarar sağlayabileceğini analiz edebilirler.
“Film-politik”i yalnızca “faşist, komünist, emperyalist vb.” replikleri yahut “göstere göstere semboller” üzerinden okumaya çalışanlar büyük yanılgı içindeler bana göre. Mesela “ölüm” kelimesinin “yabancı kazananlar”daki sıklığının her dönem neredeyse geometrik artış göstermesi yahut “hiciv” kelimesinin “Soğuk Savaş”ta %30 üzerindeyken, “Neo-Liberal” dönemde sıfırlanması, “Terör Çağı”nda yeniden ortaya çıkışı, “Oscar ödüllendirmesi” ve / veya “imdb.com kullanıcı kelimelendirmesi” boyutlarından “hem de nasıl!” politik okunabilir.
1957-1979 : “Soğuk Savaş”
Dönemin, biçime ilişkin en yaygın kelimelerine baktığımızda “romandan uyarlanmış, geri dönüşlü ve hicivli anlatım tarzı izleyen, müziği ile (de) öne geçmiş” ve “İtalyan film”lerini görüyoruz. 23 filmin ¼’ünden fazlasında tekrarlayan anlatısal içerik ise “kadın-koca ilişkisi” ve “kıskançlık”. Karakter olarak “fahişe”, yan anlatı unsurlarında ise “şarkı söyleme” ve “sigara içimi” öne çıkıyor.
“Soğuk Savaş”ta ödüllenen 23 filmin her birinde tanımlanan “kelimeleri”, dönemin tekrarlama sayısıyla ağırlıklandırdığımda ise 1968 ödülünün sahibi Ostre sledované vlaky (1966) filmini elde ediyorum. Romandan uyarlama, hicivli anlatım, kadın-koca ilişkisi, fahişe, kıskançlık, sigara içimi ve şarkı söyleme kelimelerini içermesiyle ve Soğuk Savaş’ta “sıcak savaşın kenarında” duran, umutsuzluğu “dünyevi / bedensel haz” mücadelesiyle yenmeye çalışan karakter(ler)iyle “dönemin tipik filmi” bence Ostre sledované vlaky – Closely Watched Trains (1966).
“Jiri Menzel’in yönettiği film, İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına yaklaşıldığı bir dönemde Çekoslovakya’da tren istasyonunda hareket memurluğu yapan Milos Hrma’nın erkeklik hezeyanları etrafında şekillenen bir film. Senaryosu Bohumil Hrabal’ın romanına dayanan Ostře sledované vlaky, sinematografik açıdan da siyah ve beyazın gücünü başarılı bir biçimde taşıyor” ( https://www.filmloverss.com/ostre-sledovane-vlaky/ )
“Bir kasaba istasyonundaki acemi bir tren hareket memuru olan Milos Hrma farklı bir tiptir. O bir yandan işine sahip çıkarak üzerindeki üniformanın hakkını vermek ister. Diğer taraftan da biraz çekingen ve tutuk yapısı ile karşı cinsle yakınlaşma deneyimini yaşamak istemektedir. Gereken performansı gösteremediğinde ise umutsuzluk içinde kalır. Dedesi, savaştan kaçmak için komutanını hipnotize etmeye başarmış biridir. Babası ise kendini güvence altında tutarak cephe gerisinde kalmış ve masa başı işleri ile durumu idare etmiş biridir. Bohemya’da bir tren istasyonuna atanan Milos’un amiri ise güvercin meraklısı, saf ve farklı bir insandır. Vakit, Alman işgalinin sona erdiği anlardır” (http://www.beyazperde.com/filmler/film-94380/)
Ayrıca filmin, filme dair çok şey anlatan, 4 dakikalık meşhur açılış sahnesi şuradan izlenebilir: https://www.youtube.com/watch?v=0f52Ar52jdE
1980-1999 : “Neo-Liberalizm”
Neo-Liberalizm “çağı”nda yepyeni bir kelime yoğunlaşması ile karşı karşıya kalıyoruz. Soğuk Savaş’tan devam eden yalnızca iki anahtar kelime mevcut: kadın-koca ilişkisi ve şarkı söyleme. Roman uyarlamaları % 25’e, geri dönüşlü anlatım % 20’ye gerilerken, İtalyan filmleri % 15’e iniyor. Hiciv sıfırlanırken “cenaze” ve “kilise” önemli bir ağırlığa ulaşıyor.
“Aile içi ilişkiler” döneme damga vuran esas temalar oluyor ( anne-oğul ve baba-oğul) ama dikkat çekici olan, ailenin içine “oğul” üzerinden “dalmak” açık ara ön planda. “Anne-oğul” % 45’teyken “anne-kız” yalnızca % 20; yine “baba-oğul” % 40 ama “baba-kız” %30 düzeyinde kalıyor.
“Çıplaklık” ise yüksek farkla “kadın” üzerinden: % 40 kadın, % 25 erkek çıplaklığı “ödüllendirilmiş”. Oysa Soğuk Savaş’ta her iki cinsiyetin çıplaklığı da % 13 idi yani kadın-erkek eşitti. Yine Soğuk Savaş’ta % 17 civarında kalan “hamilelik” kelimesinin bu dönem iki misline çıkmasını, Oscar’ın, “yabancı”ları bu dönem kadın bedeni üzerinden daha fazla “değerlediği” biçiminde okumak mümkün.
Neo-Liberal dönemin “arkadaşlık” ve “aşk” vurguları az değil, lakin “eril aile”, acı ve “acıya pansuman” (“cenaze” – “kilise”) temaları ile mukayese edildiğinde ancak “ikincil” olabiliyor.
1997 ödülünün sahibi, tabloda listelenen 13 kelimeden 12’sini içeren – “kadın-erkek ilişkisi” kelimelendirilmemiş ama filmde var, yöntemin sınırı (!…)– “hain kadın”dan geriye kalan ve “baba-oğullaşarak” ancak “mutlu” olabilen iki erkeğin öyküsüyle Kolja (1996-veya Kolya), dönemin “tipik”i.
“Jan Sverak imzalı Kolja, 1996 yılı Yabancı Dilde En İyi Film Akademi Ödülü’nü ve Altın Küre’yi almakla kalmamış yanı sıra başka birçok ödülü de ülkesine götürmüştür. Film dönem itibariyle Rus işgali altındaki Prag’ı anlatmaktadır. Konu ise Çello sanatçısı olan Frantisek Louka’nın Çek Filarmoni Orkestrası’ndaki işini kaybettikten sonra mali olarak zor durumda kaldığı bir dönemde Rus bir kadınla anlaşmalı evlilik yapmasını konu alır. Kadın Çek vatandaşı olduktan sonra Almanya’daki sevgilisinin yanına kaçar ve Louka kadının ardında bıraktığı 5 yaşındaki oğlu Kolja’ya zorunlu babalık etmek durumunda kalır” (https://filmhafizasi.com/kolya-1996/ )
Fragmanı şurada:
2000-2019 : “Terör”
“Terör” olarak etiketlediğim 21. yüzyılın “kazananları” tabiatına uygun biçimde “ölüm, cinayet, ağlama, kan, kavga” kelimeleriyle değerlendirilmiş. 20 filmin 17’sinde, bağlamından bağımsız, “ölüm” kavramının geçmesi dönemi bence iyi tanımlıyor.
Soğuk Savaş’ın gözde anlatımı “flashback”, “terör” döneminin geri döneni. Filmlerin % 50’sinde yer bulan “fotoğraf”lı anlatım da “geri dönüş”ün tamamlayanı.
Kadın ve erkek çıplaklığı önemli artışla, bu kez eşit ağırlıklarla “geçer akçe”. Bir başka “eşitlenen” kavram ise “baba-oğul” – “anne-oğul” ilişkileri, lakin bu kez “evli çift ilişkisi”nin bir hayli gerisinde kalmışlar. “Oğul” üzerinden “aile içi ilişki” (% 45) öndeliğini sürdürürken “kız çocuk”lu ilişki hem “anne”, hem “baba”da % 35 düzeyinde eşitlenmiş.
Neo-Liberalizmden devam edip gelen “arkadaşlık” oran olarak aynı seviyelerde olmakla birlikte “terör”ün arkasına düşmüş. “Aşk” % 40’tan, “şarkı söyleme” de % 35’ten % 25’e dek gerilemişler. “Dans etme” ilginç biçimde % 20’den iki misli artarak % 40’a ulaşmış.
“Cenaze”de ve “kilise”de önceki döneme göre yoğunluk azalmışken (sırasıyla % 30 ve % 20’ye gerileme) “acı mekanı” yeni dönemde “hastane”ye evrilmiş. “Hastane”, Soğuk Savaş’ta % 13 ve Neo-Liberal dönemde % 20 iken “terör çağında” % 50’ye fırlamış. Dolaylı bir ilgi kurduğum “yiyecek” kelimesi üç dönemde de “hastane”ye benzer bir seyir izlemiş: % 13, % 25 ve % 45.
“Terör”ün “tipik filmi” ise 18 “kelime”den 13’üne sahip ve ağırlıklandırmada ağır basan, 2014’ün “kazanan”ı La grande bellezza – The Great Beauty (2013). Film dönemin öne çıkan kelimelerinden “cinayet” ve “hastane”yi içermiyor ama kanımca “göz kamaştırıcı, büyük güzellik” Roma kenti ve onun dejenere insanlarının “itibar, ihtişam ve çılgınlık” silahlarını kullanarak “zeki, esprili, yakışıklı, aslında aşık” karaktere uyguladığı “süründüren ve adım adım katleden günlük terör”ü sergilemesiyle “zamanın ruhu”nu fena halde “bağırıyor”.
İlerleyen yaşına rağmen karşı konulamaz bir cazibesi olan yakışıklı Jep Gamberdella, şehrin tadını sonuna kadar çıkarmaktadır. Şık akşam yemeklerinden çılgın partilere koşar. Kıvrak zekası ve mizahi kişiliğiyle her zaman baştan çıkarıcı ve bağımlılık yapan biri olmuştur. Aynı zamanda bir yazar olan Jep, gençliğinde ödül aldığı kitabı ile büyük bir başarı yakalar ve Roma yüksek sosyetesinde önemli bir itibar edinerek ihtişamlı bir hayat sürmeye başlar. Roma’nın en güzel manzaralı evlerinden birinde oturan Jep, terasında eğlenceli partilere ev sahipliği yapar. Takındığı alaycı tavır ile dejenere olmuş insanları ve hayal kırıklıklarını maskeleyerek dünyayı biraz daha iyi bir yer olarak görmeye çalışır. Onun için masumiyetini koruyan tek şey hala hayallerinde yaşattığı eski aşkıdır. Artık yeniden kalemi kağıdı eline almanın zamanı gelmiştir, ancak güzelliğiyle insanı etkisiz hale getiren bu göz kamaştırıcı şehirde içinde biriken derin yorgunluğun üstesinden gelebilecek midir? (https://www.sinemalar.com/film/219955/la-grande-bellezza )
Fragmanı şuradan izlenebilir: (https://www.youtube.com/watch?v=Dyt430YkQn0 )
1957-2019 : Toplu Bakış
“Ödüllü” 63 filmin “kelime tekrarlama sayısı” toplamında, her dönemin konusu “evli çiftlerin ilişkisi” zirveye çıkıyor. “Ölüm” ve “cinayet”, “terör”ün yan ürünü olarak üst sıralarda. “Aile içi ilişkiler” tıpkı “kadın ve erkek çıplaklığı” gibi 1980’lerden bu yana tırmanan veya “istikrar” elde eden kelimeler. “Aşk” ve “şarkı söyleme”nin “Neo-Liberal” dönemde parlayan ama “Terör” zamanında “Soğuk Savaş”taki düzeylerine inen öğeler olması ilgi çekici. “Arkadaşlık” artarken ve bir seviyeye otururken “roman uyarlamaları” giderek terk ediliyor. “Flashback” anlatım, “dans” ve “sigara”nın “Soğuk Savaş”tan sonra günümüzde yeniden öne çıkmalarını “Terör”ün de “bir çeşit savaş iklimi”ni ifade etmesiyle açıklamak olası.
Oscar’ın “Yabancı”ları “Hayata ve İnsana Yabancı”
“Sorunlu” bir yöntemle üç dönemin üç tipik filmini çıkardım. Yine sorunlu bir değerlendirmeyle, üç filmdeki ana karakterleri ele alarak, Oscar’ın hayata “yabancı” filmleri “yabancı” ödülüne layık gördüğünü öne sürüyorum.
Ostre sledované vlaky’nin Milos’u “hayatın ta kendisi savaş”tan kaçanların torunu ve oğlu. Kendisi Dünya Savaşı sonlarında bir tren istasyonuna sıkışmış, kenarda, umutsuz, çekingen ve tutuk bir kişilik. Üniformasına ve benliğine yabancı olduğu gibi karşı cinse de yabancı. Aynı yılın –“yerli ve milli”- En İyi Film Oscar’ına sahip olan In The Heat Of The Night (1967) filmine baktığımızda ise Afro-Amerikan bir dedektifin ırkçı yargıları “çatır-çatır” yıktığını görüyorum.
Kolja’nın Louka’sı Sovyet işgali altındaki ülkesinde işini kaybetmiş, “kurtuluş”u “işgalci milletten bir kadın”la anlaşmalı evlilikte arayan naif ama nihayetinde “düpedüz ezik”. 5 yaşındaki Kolja ile kurduğu küçük dünyasında “baba” olur ama anne dönünce o rolden de pek kolay vazgeçer. O yılın “yerli”si The English Patient (1996) filminde, ironik biçimde, “ateşin göbeğinde” vazgeçmeyenlerin aşkını izliyoruz.
La grande bellezza’dan Jep ise, savaşı veya işgali bir yana koyun, olağan hayatın bile fazlasıyla kenarında. Jep kendisini ve çevresindekileri “maskeleyerek dünyayı biraz daha iyi bir yer olarak görmeye çalışır” fakat “birikmiş derin yorgunluk”u ancak “ebedi istirahat” ile giderebilir. “Roma ihtişamı”nın “21. yüzyıldaki kölesi” kendi kendini “kaybeder”. Oysa 2014’ün ABD yapımı “en iyi”si 12 Years A Slave (2013)’de özgür bir yurttaşken kaçırılıp köle olarak satılan bir Afro-Amerikalının 12 yıl boyunca “sadece hayatta kalmak için değil, itibarını korumak için de mücadelesi”ni seyrederiz.
Yukarıda uzun uzun dönemsel anahtar kelimeleri inceledik: Oscar’ın “yabancı”ları ölüm, cinayet, aile ve hadi kısmen arkadaşlık ve aşk ile anılıyor. Fakat “yerli”ler hayatın ortasında, cesur ve hatta kahraman. “Cesaret” ve “kahramanlık” kelimeleri söz konusu olduğunda “yabancı”lardaki oran, her ikisi için de ve 63 filmin tamamında sadece % 3,3… Aynı kapsamda “direnme” yalnızca % 8,2; “güven” ve “tutku” ayrı ayrı % 6,6; “özgürlük” mesela % 4,9 ; “kararlılık”, “itibar” ve “özveri” numune niyetine % 1,6… “Sadakat” örneğin hiç yok…
Bu inceleme bütün yüzeyselliğine ve yöntemdeki sıkıntılarına rağmen Oscar’ın “yabancı”yı hayata ve insana bayağı “yabancı” gördüğü sonucuna varıyor. “Anahtar kelimeler” hesaplamalarını 63 yılın “yabancı olmayan ödüllü” filmlerine uyguladığımızda belki daha derinlemesine sonuçlar elde edebiliriz.