Veysel Akşahin Kimdir?
Tufanbeyli / Adana’da doğdu. İlköğretim ve lise eğitimini Kayseri’de tamamladı. 2008 yılında Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Sinema ve Televizyon bölümüne girdi. 2016 yılında ise Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo, Sinema ve Televizyon Bölümü’nde tezli yüksek lisansını tamamladı.
Okuldaki eğitimi boyunca kamera çekim teknikleri, fotoğrafçılık ve video yapım alanlarında kendini geliştirdi. Bu dönemde bir taraftan da kurmaca film ve belgesel film çekmeye başladı. Yönetmenliğini ve görüntü yönetmenliğini yaptığı belgesel filmler ve kurmaca filmler birçok festivalden ödülle döndü. Görüntü yönetmenliğini yaptığı “Toruk” adlı belgesel film birçok festivalde gösterildi, ödüller aldı. Kendisinin yönetmenliğini ve senaryosunu yazdığı “Hala” adlı belgesel filmi ile de birçok önemli festivalden ödüller ve gösterimler aldı.
Görüntü Yönetmenliğini yaptığı Toruk adlı belgesel film ile Sinema ve Televizyon Eseri Sahipleri Meslek Birliği (SETEM) tarafından düzenlenen yarışmada izleyici oyları ile “En iyi Görüntü Yönetmeni” ödülüne layık görüldü.
Haber kameramanlığı, stüdyo kameramanlığı, jimmyjip operatörlüğü, DSLR fotoğraf makineleri, belgesel ve kısa film yapım süreçleri, reklam ve tanıtım filmleri gibi konular üzerine profesyonel bilgi ve tecrübe sahibidir.
Bunun yanı sıra 2011-2014 yılları arasında sinema ve görsel sanatlara ilgi duyan gençlere hizmet verecek olan bir film atölyesinin kurucuları arasında yer aldı. “Yücel Çakmaklı Film Atölyesi” adı altında sinema ve görsel sanatlar alanında faaliyetlerini gerçekleştiren bu atölyenin kurucuları arasında yer almakla birlikte atölyenin genel koordinatörlüğünü üstlendi.(2011-2014)Yine aynı yıllarda kurucuları arasında yer aldığı “Anadolu Sinemacılar Derneği” ile de bölgede sinemayı seven ve bu işi meslek olarak benimseyen insanların bir araya getirilmesini, eğitilmesini ve nitelikli sinema ürünlerinin ortaya konulmasını hedefleyen kurumun da gönüllü çalışanı oldu.(2011-2014). Ayrıca kurmuş olduğu reklam/prodüksiyon ajansıyla birçok firmanın tanıtım ve reklam filmi projelerinin yapımcılığını ve yönetmenliğini üstlendi. (2011-2014)
Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ve İletişim Fakültesi’nde Reklam, Fotoğraf ve Sinema alanlarında 2 yıl ücretli öğretim görevlisi olarak dersler verdi.
2015-2019 yıllarında ise çeşitli kamu kuruluşlarında iletişim alanında çalışmalar yaptı.
Şimdi ise Bitlis Eren Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak akademik hayatına devam etmektedir.FİLMOGRAFİ
TUZLA (Belgesel) 16 dk. – Görüntü Yönetmeni – 2010
TORUK (Belgesel) 32 dk. – Görüntü Yönetmeni – 2011
GUZLUK (Belgesel) 21 dk. – Yardımcı Yönetmen – 2011
YAMAN DEDE: BAHTİYAR BİR SÜRGÜN (Belgesel-TV) 47 dk. – Görüntü Yönetmeni – 2012
HALA (Belgesel) 20 dk. – Yönetmen – 2012
TÜRKELİ (Belgesel – TV) 52dk. – Yönetmen – 2016HALA (20 dk-BELGESEL) (2012)
YÖNETMEN
ÖDÜLLER:
7.Datça Film Festivali “En İyi Belgesel Film Ödülü” (2012)
5. Erciyes Film Festivali “En İyi Belgesel Film Ödülü” (2012)
12.Kısaca Uluslararası Öğrenci Filmleri Festivali “Suha ARIN Özel Ödülü” (2012)
JCI İstanbul CrossRoads 7. Uluslararası Kısa Film Festivali “En İyi Film Ödülü” (2012)
24. Aydın Doğan Vakfı Genç İletişimciler Yarışması Görsel Dal Belgesel Kategorisi “2.lik Ödülü” (2012)
11. İKFD Ulusal Kısa Film Yarışması “En İyi Belgesel Film Ödülü” (2013)
Okan Üniversitesi 3. Öğrenci Filmleri Kısa Film Yarışması Belgesel Dalı “Jüri Özel Ödülü” (2013)
33. İFSAK Kısa Film Yarışması “En İyi Belgesel Film Ödülü” (2013)GÖSTERİMLER:
19.Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali Öğrenci Filmleri Yarışması “Finalist” (2012)
Culture Unplugged Festival 2016 (India | USA | Indonesia | New Zealand) (Uluslararası Gösterim)(2016)
3.Uluslararası Malatya Film Festivali “Kısa Film Türkiye Panaroma Gösterim Filmi” (2012)
1.Uluslararası Amed Film Festivali “Gösterim Filmi” (2012)
Uluslararası İstanbul Kısa Film Festivali “Finalist” (2012)
2012 Documantarist Hangi İnsan Hakları Film Festivali “Türkiye Seçkisi” (2012)
5.İnönü Film Festivali “Finalist” (2012)
Hisar Kısa Film Seçkisi “Türkiye Seçkisi” (2013)
2.Uluslararası Pembe Hayat Kuir Film Festivali “Gösterim Filmi” (2013)
Garaj İstanbul Aktivitesi, Hollanda’da Türk Kısa Filmleri Gösterimi “Gösterim Filmi” (2012)
7.Uluslararası 2.El Kısa Film Festivali “Gösterim Filmi” (2013)
Sinepark 6. Kısa Film Festivali, Çarpışan Aramalar Bölümü “Finalist” (2012)
12. Alanya Belgesel Film Festivali “Gösterim Filmi” (2013)
2. Ayvalık Uluslararası Kısa Film Festivali “Gösterim Filmi” (2013)
Uluslararası İşçi Filmleri Festivali “Gösterim Filmi” (2013)
15. Uluslararası Eskişehir Film Festivali “Gösterim Filmi” (2013)
Montreal Türk Filmleri Festivali “Gösterim Filmi” (2013)
İstanbul “Başka Sinema-Film Hafızası” Gösterim Etkinliği “Gösterim Filmi” (2013)
2. Antakya Uluslararası Film Festivali ve Fotografçılar Buluşması, “Gösterim” (2013)
SETEM Akademi BAK Ödülleri, Jüri Özel Ödülü Dalı, Ön Eleme “Finalist” (2013)
Eskişehir Kral Midas Kısa Film Festivali, Belgesel Dalı, “Finalist” (2013)
16. Selanik Uluslar arası LGBT Film Festivali “Gösterim” (2014)
2014 Belgesel Sinemacılar Birliği 1001 Belgesel Film Festivali (2014)
Berlin “Türkiye’de Direnişin Sanatı” Sergisi Gösterim Filmi (2015)
Amsterdam Film Festivali Gösterim Filmi (2015)
Özel Söyleşi
Kendinizi kısa filmciliğin içinde nasıl buldunuz? Bu hayaliniz miydi yoksa hayat mı sizi sürükledi?
Çocukluğumda beri görsel sanatlara her zaman ilgi duyarım. Hoşuma giden şeyleri hep kayıt altına almaktan keyif almışımdır. Buna karşın fotoğraf makinesi ile haşır neşir oluşum lise yıllarına denk gelir. Yine akraba düğünlerinde bol bol fotoğraf ve video çekerdim. Tabi o zamanlar imkânlar bu kadar geniş olmamakla beraber evimizde analog bir fotoğraf makinası vardı. Tüm pozları onu aldığımız ilk gün, gerekli gereksiz her şeyi çekerek bitirirdim. Fakat o zamanlar filmler de ucuz değildi. Maddi imkânların da her zaman olduğu gibi sınırı vardı ama yine de çok uğraşırdım. Bir de kullandığım makinede paralaks hatası vardı, yani vizörle makinenin aynı kadrajı görmeme sıkıntısı. O sorun canımı hep sıkardı,yine de çok keyif alırdım. Kısaca ben hayata bir kadrajdan bakmayı severim. Hala da severim.
Bir kadrajla hayata bakma isteği benim sinema okumama neden de oldu diyebilirim. Sonra sinema okumaya karar verip Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema ve Televizyon bölümüne girdim. Dört yıl süren lisans eğitimim boyunca alanla ilgili birçok işin peşinden koştum. Hem okulun yaratmış olduğu güzel rekabet ortamından hem de kişisel ilgimden dolayı pek boş durmazdım. Tabi bu süreçte özellikle kamera ve tekniklerine olabildiğince fazla odaklanmaya çalıştım. Sonuçta alanla ilgili teknik bilgiye sahip olmak ister istemez sizi ayrıcalıklı kılıyor. Nihayetinde bu odaklanmanın meyvelerini de o zamanlar almaya başladım; bazı güzel işlere dâhil olma ve kendimi kanıtlama fırsatı yakaladım.Aynı zamanda ulusal ve uluslararası alanda kendini kanıtlamış bir çok sinema eserini de okulda izleme imkanı buldum. O zamanlar kısa belgesel film tüm okuldaki öğrenciler arasında popülerdi. Hala da popülerliğini devam ettiriyor aslında. Bende belgeselciliğe okulda daha birinci sınıftayken başladım diyebilirim.
Şimdi belgesel yönetmeni bir yandan gerçekliği aktarmaya çabalarken bir yandan da yaratıcı bir anlatım dili kurmaya çalışır. Tabi böyle olunca bir şeyler bilmek de yetmiyor çekip öğrenmek lazım. Bunun için gerekli olan şeyleri öğrenmek için çabaladım. Hala da öğrenmeye devam ediyorum. Bilginin sınırı yok sonuçta. Tabi işin içine girdikçe yeni şeyler de keşfediyorsun. Keşfettikçe öğreniyorum, öğrendikçe keşfediyorum. Böyle devam ederken bu zamanlara kadar bir şekilde geldim. Daha da yolun başındayım tabi orası ayrı.
Bu süreçte öğrendiğim çok şey oldu. Gerçekten kendinizi tanımanız açısından sinemanın ciddi katkısı var. Tabi belgesel sinema olunca işin içine birden çok faktör giriyor. Örneğin bu işin zor, zor olduğu kadar da keyifli olduğunu bizzat yaşayarak defalarca gördüm. Bazen gerçekten çok zorlandığım anlar oldu ama biliyorum ki bu durum geçici. Yani yılmamak önemli. Ayrıca belgesel sinema bana insan ilişkilerimde zayıf ve güçlü yönlerimin neler olduğunun da farkına vardırdı. Anladım ki belgeselci olmak istiyorsanız insan ilişkilerini yönetmeyi bilmelisiniz. Kime nasıl davranmanız gerektiğinin kararını bazı zamanlar çok hızlı vermeniz gerekebiliyor. Belgesel çekerken insan ilişkileri çok önemli. Daha önce hiçbir yerde karşılaşmadığınız, hayatlarına dair ufak fikirlere sahip olduğunuz insanların hayatlarına girip onları kayıt altına alıyorsunuz. Bunun ne kadar zor olduğunu anlamak zor olmasa gerek. Gerçeklik denen şey tuhaf ama bir o kadar da insanı kendine doğru çeken bir şey. Varolan bir gerçekliği kayıt altına alıyorsunuz. Bu bana açıkçası çok değişik ve çekici geliyor. Yani belgeselci olmak farklı bir deneyim. Bence bu deneyimi yaşamak isterseniz önce iletişim kabiliyetinizi güçlendirmeniz gerekiyor. Bu zorlu süreçler arasında öğrendiğim en önemli şeylerden bir tanesidir iletişim. Baktığınızda iletişim her şeyin önünde bitiveriyor. O olmaz ise maalesef belgesel film falan da çekmeniz çok zor.
Bir de tabi kendimi belgeselci olarak tanımlamaktan keyif alırım. Belgesel işleriyle az ya da çok ilgili olan, sahada tecrübe sahibi herkesin benimle aynı fikirde olduğu kanısındayım. Sinema işi bir tutku severseniz yaparsınız. Sevmiyorsanız uzak durun zaten. Nasıl ki her işte başarı için sevgi şartsa, bu işte de başarılı olmak istiyorsanız en başında işin kendisini seveceksiniz. Yoksa ne kadar seviyor olursanız olun bu süreç size eziyet olmaktan öteye varamıyor.
Sonuç olarak ben alana olan ilgimden dolayı bu işi severek yapıyorum. Bu alanda yer edinmek için eğitim şart mı diye sorabilirsiniz. Ben de bu soruya tabii ki hayır diye cevap veririm. Hatta alana dair eğitim almamış arkadaşların daha cesur işler ortaya çıkarttıklarını gözlemliyorum.Son olarak yapmış olduğum işlerin kısa belgesellerden oluştuğunu bilmenizi isterim. Neden uzun filmler de değil de kısa belgeleseler de derseniz küçük bütçelerle ve küçük ekiplerle güzel filmler çekebiliyor olmanız derim. Tabi nihayetinde sinema ciddi bir ekonomik faaliyet.Ayrıca çok önemli bir şey var. Bu filmleri çekerken bir yandan da günümüz izleyicisinin izleme alışkanlıklarını göz önünde bulundurmak gerekiyor. Diğer yandan da sürekli mesleki bir gelişme göstermek zorundasınız. Bunlara değineceğim zaten.
Filminizle vermek istediğiniz mesaj neydi? Bu mesajın yerine ulaştığını düşünüyor musunuz?
“Hala” filmimizin amacı toplumsal bir durumu, olayı ya da sorunu ortaya koymak ve tartışmaya açmaktı. Ayrıca belgesele konu olan kişinin maddi ve manevi anlamda destek bulabilmesine aracı olmaktı. Her ikisini de az ya da çok başardığımızı düşünüyorum.
Toplumsal yaşamda aksak giden yönleri bulup bu alanda farkındalık yaratacak işler yapmak bir belgeselcinin görevlerinden sadece bir tanesidir ama bunun önemli bir görev olduğunu da belirtmek isterim. Bu film Trans bir bireyin, köyündeki yaşamına odaklanıyor olmasından dolayı dikkat çekti.Film insanlara hayli ilginç gelebilecek, onları belki şaşırtacak, belki üzecek belki de sevindirecek bir içeriğe sahip. Baktığınızda da Türkiye’de LGBTİ bireylere toplumun bakışı ortadayken, böylesi bir filmin insanlara başka bir açıdan bakmayı gösterip ve bambaşka bir dünyanın içine dâhil olabilmesini sağlaması önemlidir diye düşünüyorum.
İnsanlar içerisinde bulundukları, doğup büyüdükleri toplumsal yapının gelenekleriyle yetişirler. Bu geleneklerin dışına çıkmanın sizi marjinal bir tarafa sürükleyeceğini herkes az çok tahmin eder herhalde. Bu geleneklerin bazı yönleriyle fazlasıyla şişmanlamış ve tabulara dönüşmüş normları vardır.Ama dikkatli bakıldığında insanlar mümkün olduğunca marjinallikten sakınırlar. Böylelikle de hem içinde bulunduğu toplumda yerini korumayı başarırlar hem de olası dışlanma risklerini en aza indirgerler. Bu insanın toplumsal yaşam dürtüsünün bir gereği sanırım.
Bu bağlamda ben “Hala”da da aynı şeyi gözlemliyorum aslında. Onun köyde yaşamasının bir tercihten öte mecburiyet olduğunu düşünüyorum. Sonuçta içinde bulunduğumuz toplumsal yapının trans bireylere bakış açısının nasıl olduğu ortada. Yaşam mücadelesinde tek yapabileceği şey o köyde kalmaktı belki. “Hala”nın şimdiki yaşadığı köyde doğup büyümesi ve belli bir yaşa kadar orada kalması, cinsel tercihinin kabulünü de beraberinde getirmiş gibi duruyor. Tabi bu kabul bence sınırlı ve yüzeysel bir durumda. Ancak yine de onun o toplum içerisinde var olabilmesi önemlidir. Hatta bu toplumsal bilinç düzeyini çoğu yerde görmemiz imkansızken, küçük bir köyde böyle bir yaklaşım sergilenmesi hayli ilginç ve takdir edilesi bir durumdur. Tabi bu arada “Hala” dış dünyaya kapılarını açtığında o köydeki yaşamının aksine çok daha farklı tepkiler toplayacağını, yaşamının çok daha zorlaşacağını kendisi de biliyordur diye düşünüyorum.
Bu açıdan baktığımızda onun doğduğu köyde yaşamayı tercih etmesi bir tesadüf değil, bilinçli ve mecburi bir seçim. Yalnızlığın ne kadar zor bir şey olduğunu her insan az ya da çok tecrübe edinmiştir. Bir de üzerine toplumun çoğunluğunun yok saydığı, öteki olarak kavramsallaştırdığı bir cinsel tercihte bulunulduğunda da yalnızlığın boyutları da hayli değişiyor sanırım. İşte “Hala” bu yalnızlık boyutuna geçmemek, sınırlı dünyasının içinde sevenleriyle birlikte yaşamayı daha uygun bulmuş.
Bu bağlamda baktığınızda bu filmin topluma vereceği mesaj çok yönlü. İzlediğinizde ne anlıyorsanız aslında filmin amacı da o diyebiliriz. Herkes filmden farklı şeyler de algılayabilir. Sonuç olarak metropol şehirlerde bile trans bireylere bakış açısının fazlasıyla olumsuz yönlerinin olduğu bilinen bir gerçek. Buna karşın bir köyde yaşıyor ve hepsinin olmasa da çoğu insanın rızasını almış, kendisine bir yaşam alanı kurmayı zor da olsa başarmış bir kişi “Hala”. Bu anlatılmaya değer bir konuydu. Elimizden geldiğince de bu kıymetli konuyu etkili bir şekilde anlatmaya çalıştık. Sıkmadan, bunaltmadan, olabildiğince akıcı bir anlatı dili kurarak insanların düşüncelerine olumlu bir etki yapabildiysek ne mutlu bize…
Filminizin yapım aşamasından bahseder misiniz? Karşılaştığınız zorluklar oldu mu?
“HALA” karakterine, haber portallarında gezinirken rastladım. Sanırım Milliyet gazetesinin üçüncü sayfa haberlerinden biriydi. O haberi yapan muhabire teşekkür de etmek lazım; kendisi sayesinde bu konudan haberdar oldum.Uzunca bir röportaj vardı kendisiyle yapılmış. Okudukça dedimki bu konu iyi bir belgeselle anlatılabilir.
Tabi o zamanlar öğrenciydim. Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema ve Televizyon Bölümü’nde dördüncü sınıftım. İyi bir mezuniyet projesi ile mezun olmak istiyordum. Bunun için sürekli konu araştırıyordum. Onlarca konu buldum aslında ama “Hala” aralarında en farklı olanıydı. Arkadaşlarımla ve danışman hocamla istişareler yaptık ve bu konuyu belgeselleştirmeye karar verdik.
Kendisiyle ilk görüşmeyi o an İzmir’de bulunan ekip arkadaşım Abdurrahman Keçeci’ye yapması için rica ettim. O da atlayıp Manisa’daki “Hala”nın köyüne gitti. “Hala”ya; kendisinin yaşamıyla ilgili bir belgesel film çekmek istediğimizi, üniversitede sinema alanında son sınıfta öğrenci olduğumuzu, filmin mezuniyet projesi olarak çekileceğini ve iyi bir film olması durumunda da festivallere katılacağımızı dile getirdik. Hem bu yolla kendisinin de bir şekilde tanınabileceğini ve belki de kendisine ekonomik olarak insanların destek olabileceğini söyledik. Sağ olsun kabul etti ve filme o şekilde başlangıç yaptık.
Belgesel filmin çekilmesini onaylayınca “Hala”, hemen hazırlıklara başladık. Benim anlatıyı nasıl kuracağıma dair kafamda birçok soru vardı. “Hala” ile ilgili gazetedeki bilgilerden daha fazlası elimde yoktu açıkçası. Kafamda bir plan oluşturdum. Kendime bazı sorular sordum ki belgesel konusu ile ilgili kendinize bazı sorular sormak ve onlara doğru cevaplar bulmak çok çok önemli. Doğru bir yol yol haritası bu şekilde ortaya çıkıyor bence. Filme gitmeden önce cevaplar aradığım sorularım şunlardı:
- Bu yaşamı ilginç kılan şeyler neler?
- Neler anlatılır ise konuya daha farklı bir yönden yaklaşılabilir?
- Trans bireylerle ilgili kaç film yapılmış ve filmlerdeki karakterler nasıl anlatılmış?
- İlgili kişiyi izleyiciye sevdirmem mi gerekiyor, yoksa biraz ortada mı olmalıyım?
- İlgili kişi bana en çok nelerden bahsetse filmin gücü artabilir?
- Bu kişinin yaşamı sadece bana mı ilginç geliyor, yoksa herkeste bir merak duygusu ve şaşkınlık yaratıyor mu?
- Filmde kişinin hayatıyla ilgili vurgulanması önem arz eden konu başlıkları neler olabilir? (Sonuçta her şeyi sizle paylaşmayabilir. Buna bağlı olarak alternatifler hazır olmalı.)
- Bu filmi trans bireylere karşı antipatisi olan insanlara da izletebilir miyim?
- İzleyicilere,çoğu kişiye garip gelmesi muhtemel bir yaşam öyküsünü anlatmanın riskleri neler olabilir?
- Karakteri izleyici kitlesine sevdirmenin yolları neler olabilir?
Bunun gibi birçok soruyu sordum, soruşturdum ve sonunda filmi çekmek için yola koyulduk. Sanırım 10 gün içerisinde çekimlerimizi tamamlayıp montaj masasına oturduk. Oda yaklaşık 3 ay sürdü. Bu arada belgeselin montajı zorlu iştir. Bir senaryoya bağlı kalmadığınız için çoğu zaman plansız çekimler alırsınız. Sonra bunları anlamlı bir bütün haline getirmek zorundasınızdır. Ama onun başına geçmeden de belgesel film olmuyor. Onun için yukarıdaki soruların cevapları yol haritanızı belirlediğinden dolayı ona uygun görüntüler çekip montajı daha kısa sürede bitirebiliyorsunuz.
Film çekimi esnasında zorluk yaşadığımız belirgin bir durum olmadı aslında. Ama sonuçta belgesel çekimi için belli bir parasal kaynağa ihtiyaç vardı. Tabi ekip ve ekipmana da ihtiyaç vardı. Bunları iyi planlamak ve kaynakları da bir şekilde bir araya getirmek gerekiyordu. Neyse ki bu konularda –para hariç- her şey tamamdı. Bizim ekip dört kişiden oluşuyordu ve sağolsunlar hepsi elinden gelenin en iyisini yaptı.
Çekim yaptığımız köyde köylülerin “Hala”ya karşı bakış açılarını merak ediyorduk ve onlarla röportaj yapmak istedik. Röportaj isteklerimizi reddedenler oldu ama iletişiminizi güçlü tutarsanız ikna etmek daha kolay hale gelebiliyor. Yani kısaca çekim sırasında pek öyle sorun yaşadığımızı söyleyemem. İlk başta “Hala” tabi biraz çekingendi oda normaldir. Sonuçta tanımadığı insanlar onu kameraya kaydediyor, ister istemez tedirginlik olur. Sonra zaman geçtikçe çok daha rahat görüntü alabilme imkânına sahip olduk. Tüm sorularımıza samimiyetle cevap verdi.
Ekipman konusunda ise ciddi eksiklerimiz vardı. Doğru düzgün lens yoktu, bir tane tripotumuz vardı, stablizer de yoktu.Onun için çoğu yerde kamera fazla sallandı.Elimizdeki imkanlarla iyi bir film çıkarmaya çalıştık diyelim. Tabi ki şimdiki imkanlarla teknik açıdan çok daha iyi çekimler yapabiliriz orası ayrı.
Filminizde ”tam anlamıyla hayal ettiğim gibi bir sahne” dediğiniz yahut “favori sahnem” diyebileceğiniz sahne hangisi?
Filmde birçok sahne var sevdiğim. Ama en böyle etkileyici olanları ise şunlar olabilir:
- HALA’nın köydeki aile dostlarından olan Behçet’in tabağından tavuk dilimi alması
- Behçet’in ailesiyle HALA’nın okey oynaması ve daha sonrasında onlar için dans etmesi ve dans sonunda tamamıyla doğal gelişen para atma anı.
- Pembe dizi izlerken tam da televizyonda o anda filme uygun bir diyalogun geçmesi. Çok şaşırmıştım gerçekten hiçbir planlama yoktu orada.
- Evine temizliğe giden ailenin ikili röportajında erkek olanın ailemizden biri gibi demesinin ardından anne ve babasının yaşayıp yaşamadığını bilmemesi ironik bir durumdu.
- Kahvede otururken bir anda adamın biri HALA’nın yanağından makas aldı. Muhtemelen kayıt aldığımızın farkında değildi. Çok etkileyici bir plan oldu oda. (Fotoğraf makinasıyla çekim yapmanın faydaları. Fotoğraf çektiğimizi sananlar vardı çünkü.)
- Bir de mezarlık sahnesi. Zaten filmi de öyle bitirdik.
Türkiye’de kısa filmciliğe gereken değerin verildiğini düşünüyor musunuz? Neler yapılmalı?
Öncelikle şunu belirteyim: Bence “kısa film eşittir öğrenci filmi” paradigmasından biran önce uzaklaşmak gerekiyor.Bu kısa filmciliğin gelişimine büyük zarar veriyor. Kısa filmi kimileri bütçesi sınırlı olduğu için, kimileri de gerçekten kısa film yapmayı tercih ettiği için yapıyor. Açıkçası günümüz izleyici alışkanlıklarına baktığımızda da uzun şeyler çok fazla kişi tarafından izlenmemeye başlandı. Artık bu yeni dönem kullanım alışkanlıklarımızın başını çekiyor diye düşünüyorum. Yapılan araştırmalar da bu yönde. Bu “kaydır geç” mantığı sosyal medyanın en önemli ve cazibesini gün geçtikçe artıran bir özelliği haline geldi. Bakıyorsunuz Instagram’dan fazla iki dakikalık videolar paylaşabiliyorsunuz, hikâye paylaşımlarında 16 saniye kuralı var. Yani diğer sosyal medya mecralarına da baktığınızda aynı şeyleri görebiliyorsunuz. Twitter mesela, size son güncellemeyle birlikte sadece 280 karakter yazabilirsin, boş konuşma ve gevezelik de yapma diyor. Yani kuralları siz değil, sistemin sahipleri belirliyor ve size de bu kurallara uymaktan başka bir çözüm yolu kalmıyor.
Kişisel kanaatimce bu çağda biz hıza endeksli yaşamlar sürüyoruz. Bu hızlı yaşama olgusu o kadar cazibeli hale getirilip topluma sunuluyor ki hızlı bir yaşam sürmeyen insanların çok sıkıcı olduğunu düşünmeye ve hatta dile getirmeye başladık. Böyle olunca da insan yaşamını ve hayatı böyle çoktan seçmeli değil de basit iki seçeneğe indirgemeye başladık. Ya iyi olursun ya kötü. Ya zengin olursun ya fakir. Ya dost olursun ya düşman. Gri noktalarımız varsa da artık yokmuş gibi davranmaya başladık. Matrix filminde önemli bir sahne vardır. Herkes eminim hatırlar. Bir mavi bir kırmızı hap vardır. İkisinden birini seçmekten başka üçüncü bir seçenek yoktur. Baktığınızda yaşamsal dürtülerimizi kontrol eden sistem ya da sistemler de aynı şekilde bizim toplumsal ve bireysel yaşantımızı etki altına alıyor. Bir şarkı sözüydü herhalde “ya dışındasındır çemberin ya da içinde yer alacaksın” diye. Bizimki de öyle. Üçüncü bir seçeneğin varlığını bile unuttuk artık.
Şimdi tüm bunlar olurken sosyal medya bizleri tek bir hedefe doğru götürüyor. “Kısa kes kardeşim!” Bu bir motto haline geldi artık. Mesela kendi hayatınıza bakın. Çok konuşan insanlara tahammülünüz ne kadar kaldı?Aynı ortamda uzun süre birileriyle birlikte kalınca sizi de afakanlar basmıyor mu? Bir şeyi tüketirken aklımız hep bir sonrakinde değil mi? Yani baktığınızda sonraki tüketilecek şeyin niteliğinden çok tüketiliş biçimine bakar olduk ve onu emek harcayarak almak istemiyoruz, kolay ve hemen olsun istiyoruz. Hiçbir şeyi gerçekten özümseyerek tüketemiyoruz. O kadar hızlıyız ki ince bir kitap, kalın bir kitaptan daha cazip gelir oldu bizlere. Bilginin kendisi değil, tüketiliş biçimi ve süresi önemli hale geldi. Artık çoğu insanımız için bu durum bir alışkanlık haline geldi,bir akademisyen olarak özellikle öğrencilerde bunu çok gözlemliyorum. Bir konu ile ilgili bilgi edinilmek isteniyorsa o büyük bir başlık altında olmalı ve altında neden sonuç ilişkisini açıklayan tek tek maddeler olmalıdır. A eşittir B yani. C olma ihtimalini ortadan kaldırıyoruz, tabi hep birlikte…
Böyle bir süreç içerisinde baktığınızda son 10 yıl içerisinde sosyal medyanın ne kadar aktif bir şekilde kullanıldığını, gün geçtikçe kullanıcı sayısında da ciddi bir artış olduğunu görebiliyoruz. Şimdi bu sistemlerin hepsi sizden “kısa ama öz” şeyler isterken siz hâlâ uzun filmler yapmakta ısrar ediyorsanız izlenme oranlarınızın düşüklüğünden şikâyet etmeyeceksiniz. Benim için geçerli olan bir şey değil tabi bu.Açıkçası hem mesleki olarak bu işin içindeyim hem de bu bir sanatsal yaratım süreyi ancak yaratıcı bilir. Yani ben her türlü izlerim hem de hiç sıkılmadan. Çok büyük keyif de alırım esasen. Ama buradaki kastım sıradan izleyicinin durumu. Onlar artık uzun anlatıları sevmiyorlar. Bir koltukta oturup iki saat bir hikâyeyi takip etmek istemiyorlar, bu bir gerçek. (Instagram’da hikâyelere bakmaktan daha önemli ne olabilir ki!).
O zaman ne yapalım? Şunu yapalım bence: Anlatısıyla güçlü, etkili, bazı hap bilgileri de içeren, bazen duygulandıran, bazen güldüren, derin anlatıların içinde izleyiciyi boğmadan onlara ufuk açabilecek nitelikte kısa filmler yapalım. Madem içinde bulunduğumuz şartlar bunu gerektiriyor çağa ayak uydurmada ne gibi bir sakınca var ki. Hikâyelerimizi, filmlerimizi kim için yaptığımızı asla unutmamak gerekiyor. Çekip kitaplığınızda bir köşeye koyduğunuz bir filmin anlamı nedir ki?
Onun için kısa film büyük bir trend haline geldi ve gelişim süreci de devam ediyor. Bu çok sevindirici bir şey benim açımdan. Teknoloji hem ucuzladı hem de ulaşılabilir bir konumda. Bir kamera almak, birkaç prodüksiyon malzemesi almak artık daha kolay. İnsanlar hikâyelerini senaryolaştırıp iyi bir kısa film yapabilirler. Ama kısa filmcilerin çok takıntı haline getirdiği bir şey var: filmin biçimsel yapısı. Filmin biçimsel yapısı üzerine çok emek ediyorlar. Arri, Red kullananlar, ne bileyim yani pahalı pahalı prodüksiyonlar yapıp filmler çekiyorlar. Güzel bir şey tabi bu. Sinema görsel anlatı biçimi, sonuçta olması gereken de bu. Ama biçimi bu kadar önemserken senaryolarımıza aynı özeni göstermiyoruz. Kurmaca sinemadan bahsediyorum bu arada. Yani yazdığımız senaryonun tartışılmaz, geliştirmeye müsait olmadığını içten içe düşünüyoruz. Bence böyle yapmayalım! Bencilliği bir kenara bırakıp öykülerimizi insanlarla paylaşalım. Ayrıca senaryo konusunda da profesyonellerden destek alalım. Senaryo yazımı epey zorlu bir süreç gerektirir. Bunu yazarken gerçekten çok daha iyi anlıyorsunuz. Olay örgüsünün kurulması, gerçekçi bir hikâye algısının yaratılması kolay işler değil. Her zaman bu konuda açık olmakta ve paylaşmakta fayda var diye düşünüyorum.
Kısaca şöyle söyleyeyim: Kısa film gerçekten ülkemizde de iyi gidiyor. Ama şunu da belirtmeliyim: Kısa film anlatı olarak uzun bir hikâyenin bir bölümünü anlatıyormuş gibi durmaması gereken bir sanatsal yaklaşımdır. Onun için kısa film senaryoları çok ince ayrıntılarla bezenmeli ve kısa filmin mantığına uygun filmler üzerine kafa yorulmalı. Bu arada festivallerde kısa filmlere ve onların yönetmenlerine bir değer atfetmiyorlar. Orası da bir başka konu…
Kısa filme merak duyan ve hatta çekmek isteyenlere ne gibi önerileriniz olurdu?
Ben bir otorite değilim bu konuda tabii. Lütfen okuyan insanlarda ukalalık olarak algılamasınlar söylediklerimi. Kişisel fikirlerimi paylaşacağım. Sormuş olduğunuz diğer sorularda bununla alakalı bilgilere sıkça yer verdim aslında ama biraz daha genel olarak hem akademisyen kimliğimle hem de az ya da çok saha tecrübesi olan biri olarak şunları söyleyebilirim. Madde madde söyleyeyim daha faydalı olur belki:
- Sanatsal üretim çok yönlülüğü gerektirir. Diğer sanat dalları ve özellikle sinema ile ilgili derinlikli bilgi sahibi olmak çok önemli. Bunun üzerine gidilmeli.
- Entelektüel derinlik önemli.
- Hayatı, insanları tanımak ve gözlem yeteneğinin geliştirilmesi hikâye yazmak için kıymetli veriler sunar.Mümkün olduğunca çok insan tanınmalı.
- Sinema görsel bir sanat dalı olduğu için filmlerde birilerini konuşturmak yerine göstermek daha faydalıdır. Bu yöntem filmin hem derinliğini artırır hem de filmi izleyen kişilerin farklı anlamlar bulabilmesine olanak sağlar.
- Kısa filmlerde çoğunlukla unutulan şeylerden biri merak unsurudur. İzleyiciye her şeyi söylememek gerek. Spoilerdan uzak durulabilir.
- Dertli bir şekilde kendini sigaraya ve alkole veren psikolojik bunalımdaki insanların hikâyelerinden mümkün olduğunca uzak durulmalı. (Özel bir şey anlatmıyorsanız tabii)
- Filmde devamlılığa çok önem verilmeli. Devamlılık olmaz ise izleyicinin filmden uzaklaşması muhtemeldir.
- Hemen kendimizi tanrı katına çıkartıp yönetmen olmayalım. Evet, bir film çektiyseniz siz yönetmensizdir. Ama bu bir süreç. Zamanla olgunlaşacak birden çok faktör var. Aksi takdirde kendi gelişiminize kendiniz engel olmuş olursunuz.
- Sinema tekniğine hâkim olunmalı. Ben sadece senaryo yazarım ya da sadece kamera kullanmayı bilirim demek kendinizi sınırlamak demektir. Bir sinemacı, sinemanın hem tekniğine hem de sanatsal boyutuna hâkim olmalıdır
- En can sıkıcı konu da kısa filmlerdeki ses kaydı sorunudur. Kamera malzemelerinden önce lütfen en iyi ses kayıt ünitesini prodüksiyonunuzda bulundurunuz. Ses iyi olmayınca gerçekten olmuyor. Ben de maalesef zamanında bu hataya düştüm. Ben yandım siz yanmayın…
- Kurguyu iyi bilmek gerekir. Kameramanlar özellikle kurgu sürecini bilmiyor ise montajlanacak görüntüyü doğru kaydedemiyorlar. Sürekli montaj masasında görüntülerin nasıl kurgulandığına bakılmalı.
- Özellikle kısa film konusunda hayli başarılı işler yapan yabancı yönetmenler var. Takip edip anlatıyı ve biçimi nasıl kurdukları dikkatle izlenmeli. Keza Türkiye’deki nitelikli filmler de buna dâhil.
- İnsan ilişkileri güçlü olmayan kişiler bir set ortamında doğru düzgün bir yönetim sergileyemezler. Derdinizi tüm ekibe en net şekilde açıklayın. Samimiyet de önemli bir detay.
- Yaşamdan referans alın. Doğru bilinen yanlışlardan ve klişe anlatılardan uzak durun.
Bunlar gibi birçok önerim olur da yerince uzun oldu sanırım.
Bana bu imkânı verdiğiniz için teşekkür ederim.
Çevrimiçi Gösterim