Caner Menemencioğlu Kimdir?

Ankara doğumlu. Gazi Üniversitesi İşletme Bölümünde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. Yönetmenliğe ilgisi lise yıllarında başladı. Uzunca süre tiyatro oyunculuğu, yazarlığı ve rejisörlüğü yaptı. 2010 yılından bu yana kısa film çalışmalarına devam eden Menemencioğlu profesyonel olarak müzikle de ilgilenmektedir.

Özel Söyleşi

Kendinizi kısa filmciliğin içinde nasıl buldunuz? Bu hayaliniz miydi yoksa hayat mı sizi sürükledi?

Elbette hayat beni sürükledi. 2005 yılına kadar  Ankara’da yoğun bir tiyatro ve müzik hayatı yaşarken birden Çorum’un küçük bir ilçesine öğretmen olarak atanmıştım. Sudan çıkmış balığa dönmek deyiminin yaşayan karşılığıydım resmen. Çünkü okuldan sonra kalan zamanlarda yapacak hiçbir şey bulamıyor, hatta can sıkıntısından her gün araba yıkıyordum.  İskilip çok şirin ve çok güzel bir ilçe. Doğayla iç içe. Yıllar önce Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun oraya geldiğini ve ilçeye hayran olduğunu, en iyi resimlerini ve şiirlerini orada yazdığını öğrendim. Hatta “Karadutum çatal karam çingenem” diye bildiğimiz şiiri orada yazmış. Çok etkileyici bir hikâyeydi ve bu hikâyeyi ölümsüzleştirmem gerektiğini hissettim. Yaptığım iş “En İyi Belgesel” ödülünü aldı. Film üretmek, bunu insanlara sunmak onların duygularına ortak, tercüman olmak çok lezzetli çok keyifli bir işti. İşte Film üretmenin büyüsü, tam anlamıyla o günden sonra kanıma girdi. O gün bu gündür, FİLM benim hayatımın çok önemli bir kulvarıdır.

Filminizle vermek istediği mesaj neydi? Bu mesajın yerine ulaştığını düşünüyor musunuz?

Sanıyorum ki, 1980 ihtilali üzerine sayısını tahmin edemeyeceğimiz derecede üretim yapılmıştır. Tiyatro oyunları, filmler, şiirler hatta şarkılar… Ama bu filmin mesajı asla siyasi olmadı. Ben zaten sağdan soldan bakan filmler yapmadığım gibi filmlerimin alt metinlerinde de tarafların savunuculuğunu ya da taşlanmasını üstlenmedim. Bu filmdeki mesajım yaşanan toplumsal travmanın, yıllar sonra bile ne derece etkide bulunabildiğini parçalanmış bir aile üzerinden göstermekti. Bunu başardık ama “… mesajın  yerine ulaştığını düşünüyor musunuz?” sorusuna cevap vermek zor! Çünkü bu filmin; ölümsüzleştirmek istediğimiz bir zamanın çekilmiş bir fotoğrafı gibi değerli ve ölümsüz olmasını istedim. İnsanların anılarını fotoğraflarıyla tazelemesi gibi düşünün. Sanatçı toplumu derinden etkileyen olaylara tepkisiz kalamaz. Kalmamalı. Aktarmalı. Bugünden yıllar sonrasında da izlensin. Filmin yapıldığı yıllarda birçok ulusal ve uluslararası festivalde finalist olmayı başarması belki bir nebze mesajın yerine ulaştığını gösterebilir ama 2016 yılında yaptığım bu filmin 4 yıl aradan sonra sizin tarafınızdan izlenmesi, şu sıkıntılı izole günlerimizde sanat adına, film adına çok özel bir etkinlik oluşturmanız ve filmimin etkinliğinizde gösterilmesi ne kadar mutluluk verici, ne kadar onur duyulası bir durumdur ki bu sorunuza “ŞU AN…mesajın yerine ulaştığını düşünüyorum ve bu böyle devam eder umarım” diye cevaplamak en doğrusu.

Filminizin yapım aşamasından bahseder misiniz? Karşılaştığınız zorluklar oldu mu?

Şunu belirtmek isterim; aslında film İstanbul’da geçiyordu fakat ben öğretmenlik yaptığım için İstanbul-Ankara gidip gelmek zor olacaktı. Bu film Ankaralı olsun, hatta Ankara’nın derdini anlatayım dedim. Filmin adı öncesinde “Fotoğrafçı” idi. Sonra değişerek “Fotoğraf” oldu. Anlaşıldığı gibi filmin başrolünde bir fotoğrafçı karakteri var. Başrolü usta oyuncularımızdan Altan hocama teklif ettim. 4 kişilik bir kadrosu var filmin.  Altan ALKAN, Oya Neva DEMİRKOL, Beste YILMAZER ve Gülüm PEKCAN ŞİMŞİR. Bu isimler sanat için üreten, kendi alanlarında çok iyi kişiler ve çok yoğun isimler. Karşılık beklemeden filmimizin kahramanı olmayı kabul ettiler. Bu arada teknik ekip olarak da profesyonel isimlerle birlikteyim. Tabiki, bütçesel problemler en büyük zorluğumuzdu ama öyle güzel yürekler vardı ki mesela; . “Unutamam Seni” müziğinin filmde kullanılabilmesi için eser sahibi merhum Şekip Ayhan ÖZIŞIK’ın kıymetli eşinin eseri bedelsiz kullanma desteğini, filmin mekanları için, Ulucanlar cezaevi olsun, o muhteşem atmosferiyle Ankara’nın çok önemli gidilesi mekanlarından Gramofon Cafe olsun filmdeki tüm mekanların sorumlulularının desteğini hiç unutmam. Birçok aksilik de hatırlıyorum ki hiç unutmayacağım aksilik de şudur: “Filmin final sahnesi çekilecek. Çekim yapacağımız mekan sadece “o gün” uygun. Ertesi gün tadilata giriyor.Tüm oyuncularım için de aynı güne denk getirebilmek için çokça çaba sarf etmiştim. Her şey yolunda çekime gidiyorum zannederken, görüntü yönetmenim hastalandığını, asistanım ve ışık şefim de ailesel durumundan ötürü gelemeyeceklerini söylediler. Final sahnesi… oyuncular… mikrofon… ışık… kamera ve ben. O yalnızlığımı hiç unutamam… Şimdi diğer soruyu zevkle cevaplarım…

Filminizde ”tam anlamıyla hayal ettiğim gibi bir sahne” dediğiniz yahut “favori sahnem” diyebileceğiniz sahne hangisi?

Kenan ÜLGER karakterinin, final sahnesinde, fotoğrafların olduğu panoya bir süre bakarak, eksik fotoğrafı anlamaya çalıştığı sahne. Elinin yakın planda panoya yaklaştığı, tam bir sessizliğin ve yalnızlığın olduğu sahne. Filmin dekupajında olmayan bir sahnedir bu. O AN’da aklıma gelmiştir. O küçük odada, bir başımayken önce ruhumda sonra gözümde birden canlanıvermişti. Demek ki gerçekten her şerde bir hayır var…

Aynı zamanda Kenan ÜLGER ile Nil karakterinin cafedeki dialoglarını çok severim. “Yaşananlar olmadan mekanların bir anlamı olmaz” repliği fotoğrafçılar için de çok önemlidir mesela. Bir mekan fotoğrafı düşünün, dağ başında küçük bir ev. Bu evin bacası tütüyorsa daha anlamlıdır o kare. Çünkü o ev yaşıyordur. O evin içinde kim bilir ne hikayeler vardır…O dialog bu bakımdan benim çok hoşuma gider.

Türkiye’de kısa filmciliğe gereken değerin verildiğini düşünüyor musunuz? Neler yapılmalı?

Elbette hayır. Kültür Bakanlığının özellikle yapım destek bütçeleri çok az ve çok dengesiz dağıtılmakta. Yakın arkadaşlarımın oluşturduğu Kısa Film Yönetmenleri Derneği gibi sivil toplum örgütleriyle deyim yerindeyse kendi yağında kavrulmaya çalışan bir alan. Festival sayılarının fazla olması ve hatta her yıl artması bir nebze sevindirici olsa da festivallerin geçerliliği de çok önemli. Para kazanma amaçlı oluşturulmuş o kadar çok festival var ki. Maalesef bu festivaller işinin ehli kişilerce yönetilememekte ve değerlendirme kurulları çoğu zaman film sektörüyle yakın uzaktan alakası olmayan kişilerce oluşturulmakta. Sonra da ortaya alakasız film seçkileri çıkmakta ve bu bin bir zorlukla film üreten yönetmeni manevi anlamda çok rahatsız etmekte, onun hevesini kırmakta.

Kısa filme merak duyan ve hatta çekmek isteyenlere ne gibi önerileriniz olurdu?

Sabır aşamasını başarıyla geçmeliler. İşin püf noktası burası. Vazgeçmemeliler. Vazgeçtikleri  an önceki tüm uğraşılarını çöpe atacak kadar bonkör olmamalılar. Ve ilk aşamalarda film çekmekten şüphe duymamalılar. Kesinlikle bol bol film denemeleri yapmalılar. Çok kötü olabilir, çok amatör olabilir, hatalar yumağıyla dolu olabilir. Sonra onlardan koca bir başarı yapısı oluşturacaklar. Önemli olan doğru insanlar, doğru projeler, doğru niyetler ve doğru hedefler.

Çevrimiçi Gösterim