Gösterimde olan bir Çin filminden “Kül En Saf Beyazdır” (2018) dan kısaca bahsetmek istiyorum. Jia Zhang Ke’nin (贾樟柯) Cannes’da Altın Palmiye için yarışan bu filmi, Çin’in son 18 yılına bakıyor. Datong adlı bir madenci şehrinde yeraltı dünyasının erken ve kadın kahramanlarının aşk öyküsünün içinden Çin’de  toplumun, değerlerin ve bireylerin ve en önemlisi doğanın nasıl değiştiği gözlemliyoruz. Kanımca bu 18 yıllık akışın kendisini görmek için önemli bu film. Yönetmen Jia, Çin sinemasının 6.Kuşağından genç bir yönetmen ve bağımız sinemacı olarak uzun bir üretim geçmişi var. Çin hükümetinin onayı ile yaptığı uzun metraj filmleri ve belgesellerinde de var olan bakışı Çin toplumunun yaşadığı değişim ve dönüşümü sorgulamak. Bu bakış açısını “Kül En Saf Beyazdır”da da görmek mümkün.

Filmin özgün adı “江湖儿女”(Jiānghú érnǚ) olup, edebi anlamı nehir ve gölün çocukları şeklinde çevirilebilir. İngilizce olarak “Ash is the Purest White” denmekle birlikte, sanırım, Çince adı filmin öyküsünü daha fazla yansıtıyor. Film Çin’in yakın tarihine ardyöresine yerleştirirken, bu tarihi izleği büyük anlatılar üzerinden değil, iki insanın değişim öyküsü üzerinden ilerletmekte: Tao Zhao ve Fan Liao’nun oynadığı Bin ve Qiao karakterlerinin değerlerinin değişimi.

Yönetmen Jia’nın bu filminde geçmişte yönettiği filmlerdeki sorunsallara referans verdiğini belirtmek lazım: kentlerin yeniden yapılandırılması dolayı ile nüfusun zorunlu göç etmesi, yeni yerleşim yerlerine iş göçü (Guandong, Shenzen) veya Çin hükümeti’nin ülke içi yeni kalkınma politikaları nedeniyle Han nüfusunun XinJiang’daki kentlere (Sincan)’a göç etmesi. Jia bu açıdan “film içinde film” kullanarak, anlatının yapısını daha derinlikli kılmakta. Metinleriçi/arası okuma, Çin’in büyük dönüşümünü de bir çok etkeni bir arada ele alarak düşünmeye yönlendiriyor. Özellikle, filmde anlatıyı kuran seyahat metaforu, bireyler üzerinden Çin’deki “değişimi” imliyor: Qiao’nun madenci yerleşkesinden otobüsle Datong’a seyahati, hapishaneden çıktıktan sonra Fengjie kentine yaptığı gemi seyahati, Bin’i 2018’li yılların Çin’inde hızlı tren istasyonunda karşılayarak Datong’a geri götürürken birlikte yaptıkları seyahat gibi.

Anlatıda toplumsal değerlerin değişiminin insan karakterini nasıl aşındırdığı da ele alıyor Yönetmen Jia. Anlatı Çin masa oyunu mahjoong ile başlıyor ve yeraltı dünyasında güçlü bir figür olan Bin’in bu sahnede eril egemenliğini ve bu güçten beslenen toplumdaki statüsünü görürken, felç geçirerek 18 yıl sonra Qiao’nun yanına dönen Bin’in artık erkeklikten beslenen bir gücünün kalmadığını ve katıldığı bir mahjoong partisinde eski yoldaşlarının onu ve belki geçirdiği değişimi (gücün yitimini) akıllı telefonları ile çekmeleri Bin karakterindeki ruhun aşınmasını anlatırken, toplumdaki değerler aşınmasına işaret etmekte. Anlatı için güçlü kadın kahraman öyküsü demek te doğru. Qiao anlatının ele aldığı film zamanı boyunca giderek güçleniyor ve “eski toplumun” değerlerine giderek daha çok bağlanıyor: sadık kalmak, dürüstlük, fedakârlık yapmak ve sahip çıkmak…Bu nedenlerle olsa sevdiği için fedakârlık yapıyor, onu bekliyor, onunla birlikte bir aile kurma hayaline tutunuyor, beklentisine karşılık görmese dahi onu en yoksun zamanında yanına alarak iyileşmesi için yardım ediyor. Anlatının sonunda Qiao, iyileşen Bin’in evi terk edişine tanık olurken, bu tanıklığı izleyici tüm Çin’e hakim devletin gözünün uzantısı olan özel alandaki gözetim kameralarının ekranından izlemekte. Ekran içindeki ekran ile, anlatı kanımca tekrar mikro bağlamdan makro evrene açılarak, Çin toplumunun devasa bir gözetim ve denetim toplumu olduğunu imlerken, bu devasa süperpanoptikon ve sinoptikon evreninde bireyin yalnızlığının, çaresizliğinin ve güçsüzlüğünün altını çizmekte yönetmen Jia. Özlüce dersem, Çin’de “Çin tipi sosyalizm” ile doğanın, yaşamın ve toplumun değişimine tanıklığa ve bu değişimin “değerlerde” neleri değiştirdiğini gözlemeye davet ediyor yönetmen Jia. Filmi evrensel kılan da bu değişimin Çin’e içkin olmaması. Yaşama arzusu ve bireyin sahip olduğu çeşitli hayaller (aile kurmaktan, ev almaya vb.) günümüzdeki haliyle kapitalizmin toplumsal, siyasal ve ekonomik yaşamdaki dayatmaların bireylerin ruhlarına sızması/sinmesiyle sonuçlanıyor.