Avare Mustafa’da (Memduh Ün, 1961) avarenin sevgilisi olan Aynur (Fatma Girik) 1966’da Avare Kız’ın (Ülkü Erakalın) avaresi olur. Senaryoyu Bülent Oran yazar. Avarenin ikiz kardeşi vardır. Ayla (Ajda Pekkan) köşklerde büyür. Aslında köşklerde büyümek avare kızın (Aynur) da hakkıdır. Hikâye şöyle gelişir: Turgut (Turgut Özatay) akrabasının servetini ele geçirmek için ailenin yeni doğan bebeğini kaçırmayı planlar. Kötü adam Tilki Recep (Reha Yurdakul) ona yardım eder.   Bebekler ikizdir, kötü adamların istemedikleri bir şey daha olur. Köşkte yangın çıkar, ikizlerin anne ve babası ölür. Turgut ailenin mirasına konmak için ikizlerden birinin yeterli olduğunu düşünür ve diğerini terk eder. Böylece ikiz kızlardan biri köşkte kalır, diğeri ise Tilki Recep’in kollarında köşkten uzaklaşır. Tilki Recep’in ağaç altına bıraktığı bebeği Şen Tiyatro Topluluğu üyeleri rastlantıyla bulurlar. “Tiyatro” adının topluluğa yakıştığını söylemek de zordur. İzleyicileri güldürmek için gösteriler yapan, arada dansöz oynatan bir topluluktur Şen Tiyatro. Önemli olan avareliği seçecek olan kızın (Fatma Girik) “soylu” ve aslında “zengin” olduğunun filmin başında açıklanmasıdır.

Kız büyür, güzelleşir, “tiyatroya” dansöz olarak katkı getirmeye başlar. Çok başarılı olduğu için kentin gazinolar kralı onu gazinosuna davet eder ama avare kız mahallesinden, babasından, büyüdüğü çevreden ayrılmak istemez. Bu arada rüyalarına giren erkeğe (Ekrem Bora) âşık olur. Oysa Ekrem ikiz kardeşinin sevgilisidir. İkiz kardeşler aynı duyguları hissederler, aynı erkeğe âşık olurlar. Rastlantıyla Fatma’nın dansını gören Ekrem onu pavyonunda çalıştırmak ister. Fatma bu tür öneriye kapalıdır. Ekrem Fatma’nın babasını ikna etmeye çalışır. Babası Fatma’nın başka birinin emrinde çalışmak istemediğini söyler[1] ama Ekrem Fatma’yı ikna etmeyi başarır. Avare kız bir süre için avareliği bırakır, tıpkı Avare Mustafa gibi. Başka bir dünyada mutlu olmayı dener. İzleyici kadının bir erkek tarafından dönüşüme uğratıldığı süreci bir kez daha izler. Avare kız giyinmeyi, seçkinler gibi davranmayı öğrenir. Ekrem’in Fatma’ya olan ilgisini kıskanan Ayla çok gergindir. Gösteri sonrası Fatma’nın odasına gelen Ayla avareyi küçümser, onun düzgün davranışları karşısında duyduğu şaşkınlığı dile getirir. Tam bu sırada Fatma avarenin içindeki “asaleti” vurgular: “Terbiye dersle öğrenilmez, insanın içinde olur” der. Ayrıca Ayla’ya sevdiği erkek için kaygılanmamasını, kimsenin erkeğinde gözü olmadığını söyler, Ekrem’i ona bırakacağı konusunda söz verir. Fatma tüm bu oyunları düzenleyen Tilki Recep’in itiraflarıyla gerçeği öğrenir. Kalıtım yoluyla kendisine kalan serveti, esenlikli yaşamı seçmez, sevdiği erkeği, parayı kız kardeşine bırakarak avareliğe döner. Böylece güçlü erkekler gibi yalnız kalmayı göze alır. Erkeğine bağımlı olan Ayla’nın ayrılık acısına katlanamayacağını düşünür. Onu “zayıf” ve dayanıksız bulur. Avare kadını bağımsız, inatçı, gururlu, özgür olarak nitelendirebiliriz.

Avareler genelde işsiz güçsüz kişilerdir. Genellikle günü kurtaracak işlere girerler. Paul Lafargue şöyle bir saptamayı aktarır: “Ticaret üzerine bir makalenin yazarı, tembelliğin kökünü kazımak ve ondan kaynaklanan gurur ve bağımsızlık duygularını dizginleyebilmek için, fakir insanları on dört saat çalışmak zorunda olacakları dehşet evlerine hapsetmeyi önerdi” (vurgulamalar Büker ve Balcı’nın, Lafargue, Tembellik Hakkı, 2010). Bizim için bu öneriden çok tembelliğin yol açtığı gurur ve bağımsızlık duygusu önemli. Avare kadın olduğunda da erkek olduğunda da başkalarının altında sorumluluk alarak çalışmak istemez, özgür olmak ister. Filmin sonunda paraya, üne, esenlikli yaşama arkasını dönerken elinde içki bardağı vardır ve ikiz kardeşi ve Ekrem’e şunları söyler: “Buraları size göre değil. Beni sevindirmek için sarıl Ekrem’e, bana bakma, bir bardak içkiye bakar benim neşem”.

Avare kız içkiyle avunur, neşeyi içkide bulur. Böylece kadın fedakâr anne rolünden ve ev içi alandan başka bir alana geçer. “Metropoliten bölgelerde hem özel hem kamusal tüketimde değişim belirtileri her yerde görülür. Bu değişim birçok örneğinde kutuplaşmış cinsiyet imgelerinin çökmeye başladığını, daha önce cinsel olarak yalıtılmış alanların herkese açıldığını müjdeler”(Lynne Segal, Ağır Çekim, 1992). Segal’in Batı kentlerinin metropol kesimleri için saptadığı bu durum kadın avare olduğunda gündeme gelmektedir. Daha önce bu alanlara giren kadınlar oldu kuşkusuz, ama onlar bu alanlarda geçici olarak kaldılar ve sevdikleri erkeği bulduklarında ev içi alana dönüverdiler. Nebahat ve Cevriye kolayca vazgeçtiler yalıtılmış alanlardan.[2] Avare kız yeni bir çeşitlilik sunmaktadır. Arzu nesnesi olmaktan soyutlanan avare kız tek başına kendi yaşamının sorumluluğunu üstlenmektedir. Kutuplaşmış toplumsal cinsiyet imgesini; erkeğin bir kadının yaşamındaki merkezi yerini yadsımakta erkeklere özgü bir mekânda elinde içki bardağıyla tek başına yaşayabileceğini haykırmaktadır. Böylece erkeğin “üstün” olduğuna ilişkin gerçekliği, erkeklikle ilgili ön kabulleri sarsmaktadır.

Ayrıca filmde kız kardeşler arasında (daha doğrusu kadınlar arasında) dayanışma sergilenmekte, avare kız erkeklerin egemen olduğu mekânda yalnızlığı seçerken, seçiminin bedelini “yoksulluk” ve yalnızlıkla ödemeyi göze almaktadır. Ona haz veren şey Ekrem’in kollarındaki Ayla’dır. Başkalarının mutlu olması için aslında kendisini de feda etmemektedir. Bu fedakârlıktan çok güç gösterisidir. Güçlü olduğu için kendinden daha güçsüz olana yardım ederek haz almaktadır. Avare Mustafa’da sevgili olarak avareyi seçen Aynur (Fatma Girik) Avare Kız’da gücünü avareliği seçerek kanıtlar.

 Avare İstanbul’da paranın ahlak anlayışını temellendirdiği bir kentte, başıboş teklifsiz bir yaşam tarzını sürdürür. Kendince bir karşı duruştur bu. Ama düşünsel temeli olduğu söylenemez bu karşı duruşun. Duygusallık egemendir avarenin yaşamında. Yüreği “yufkadır”. Ama duruşunda kararlıdır.  Kendine verdiği ya da başkalarına verdiği sözlerden asla dönmez. Böylece çoğu kez onun dönüşüm geçirmediğine de tanık oluruz. Başkalarının hikâyelerine eklemlenir, gönlünü açar, görevi bittiğinde ayrılır, yoluna avare olarak devam eder. Çünkü kimi kez avarelik hegemonik erkekliğe karşı geliştirilen bir direnme biçimidir. Bundan dolayı avare yaşamında direnmenin temel bir olgu olduğunu anımsayıverir.

Tefrika sona ermeden şu saptamayı yapabiliriz. Avare egemen olana direnirken egemen olan da onun yaptığı işleri aşağılar. Avare çaycı, küçük esnaf (çerçi), oto yıkayıcısı olabilir ama bu “işler” filmlerde iş olarak tanımlanmaz. Bu durumda kahraman doğal olarak avareye dönüşür. Sadri Alışık örneğinde, avare yaşamı bir oyuna dönüştürür. İzleyicinin gülünç nesnesi olur. Öte yandan izleyicisine umut verir. Çıkış yollarının sonsuz olduğunu kanıtlar. Yardımı düşünmeden sunan, parasız da mutlu olabilen, rotasız, düzensiz avare sanki militarizme, egemen olana karşı geliştirilmiş bir imgedir. O küçük insanın hayalidir. Avarenin yaşam amacı mutluluktur. Yaşam sevincini yitirmek istemez, o nedenle tehditleri yaşamından dışlamaya çalışır. Örneğin çalışma koşulları tekdüzedir ve kişiyi “bağlar”. Ne üretip ne de tüketerek yaşamak varken “tutsak” gibi yaşamaya gerek var mı? Bir “kuş” kadar özgür olmak varken modern olana neden eklemlensin ki avare? Bir Baba’ya dahi eklemlenmemişken! O yaşamını hamisiz, bekçisiz, babasız yoluna koyar. Böylesi bir yaşamın olanaklı olduğunu kanıtlar. Böylece “tutsak” seyirciye beyaz perdede bir alan açar. Seyirci seyirlik olarak avareyi seçtiğinde “başarmanın” ve “ayrıksı” olmanın tadını çıkarır. Avarenin sunduğu hazzı ne romantik aşkın kahramanı sunabilir ne de kraldan intikam almak için yollara düşen Malkoçoğlu (Malkoçoğlu Krallara Karşı, Süreyya Duru ve Remzi Jöntürk,1967) Ayrıksı olanın tadı başka!

Son!

[1] Avare Mustafa da babasına başkasının emrinde çalışmaya dayanamayacağını söyler.

[2] Fosforlu Cevriye (1959), Şöför Nebahat (1960)