Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu, 10 Aralık İnsan Hakları Günü münasebetiyle, konuya dair filmleri izleyerek temel insan hakları meseleleri üzerinde düşünülmesi ve tartışılması gayesiyle 9. Avrupa Birliği İnsan Hakları Film Günleri’ni düzenledi.
Bu yıl 560 öğrenciyle atölye çalışmaları yapılarak “nasıl kısa film çekilir?” sorusu pratiği üzerinde duran AB Türkiye Delegasyonu, 79 başvuru ile -geçtiğimiz dokuz yıla kıyasla rekor katılımla- düzenlediği film günlerinde jüri oylamasından geçen üç filmi ödülle taçlandırmak üzere bir gala gecesi düzenledi. 79 film arasından dereceye giren 10 kısa film, klasik “insan hakları” yaklaşımının dışında temiz çevre, göç, savaş, insan onuruna yakışan hayat, bedensel engeller gibi özgün temalı filmler arasından seçilmiş.
Editör Yardımcımız Beyza Zeybek ve Muhabirimiz Büşra Akkuş’un da katıldığı gala gecesinde; birinci “Yes, I Can” isimli kısa filmiyle Mustafa Koç oldu. Filminde milli yüzücümüz Sümeyye Boyacı’nın başarısını konu alan Mustafa Koç’un yönettiği, hem milli değerlerimizi depreştiren hem de bedensel engelin aslında görünmez bir barikat olduğunu gösteren filmi salon tarafından büyük alkış topladı. İkinci “Fotoğraf” isimli filmiyle Ozan Takış ve üçüncü ise “Kıyı” filmiyle Özkan Bal oldu.
Jüri üyelerinden film yapımcısı ve gazeteci Elif Dağdeviren ile kısa bir söyleşi yapma fırsatımız oldu. Büşra Akkuş ile birlikte Dağdeviren’e festivalin kişisel olarak ne anlama geldiğini sorduk. Aldığımız cevap şöyleydi:
- Adında “insan hakları” geçtiğinde mesele iyi kıymetleniyor. Bir de delegasyonun açılış konuşmasında belirtildiği gibi “insan hakları” deyince sadece hapse girip çıkanlar, haklı haksızlar üzerinden kurgulanıyor ama insansal “yaşama hakkı” çok kıymetli bir şey. Bu festivalin filmlerinin tamamı da bu perspektiften bakılarak çekilmişti ve bu beni çok mutlu etti. Mesela engelli bir bireyin hepimizle beraber yaşama hakkı… Çok kıymetli bir filme verdik zaten ödülü. Ya da kadınların çalışma özgürlüğüne dair film vardı, pazar yerindeki kadınların filmi. Her birine farklı bir bakış açısı getirebilen genç bir kitle ile bu vesileyle tanışmış olmak bana iyi geldi. En doğru lafım bu olur herhalde “bana iyi geldi.”
Bir diğer sorumuz da farklı bir yöndeydi: “Siz ‘klasik insan hakları’ bakış açısından ziyade daha çeşitle bakılması taraftarısınız. Peki bu klasik insan hakkı düşüncesi nasıldı halk arasında sizce?”. Aldığımız yanıt festivalin ruhunu özetler nitelikteydi:
- Bu yarışma belli insan güruhuyla buluşmuş olduğu için genelleme yapamayız. Ama sinemacı olarak bakmak farklı bir bakış açısı gerektiriyor. Aslında sadece bir konuya değil, genele bakıyor olmasının bana iyi gelmiş olmasının nedeni sizin bu söylediğiniz. Bugün birkaç kere AB İnsan Hakları Kısa Film Yarışması jürisi olduğumu söylediğimde, insanların gözlerinden korku bulutu geçti. Ama bu yarışmayı çok kıymetli buldum ve keşke sizin blogunuz gibi onlarca, yüzlerce blog bunun üzerine bir şey söyleyebilse. Kadın hakkı da insan hakkı, hatta beraber yaşadığımız hayvan hakları da buna dahil. Çünkü onlar benim hayatımın aksesuarı değil, hayatımın bir parçası olarak yaşamın içindeler. Dolayısıyla tüm bunlardan bahseden, hepsiyle ilgileniyor olan bir festivalde olmak çok kıymetli. Her şeyden önce bu festivaldeki hiçbir filmde ne ajitasyon ne kötülük vardı. Çünkü kötü olmak çok kolay, çok sıradan. Esas zor olan iyi olmak, bunun başarılabilindiğini gördüm. İşte bu yüzden “bana çok iyi geldi”.