“Eleştirmenlerle Eleştirmenliğin Eleştirisi” söyleşi serimizde bu defa konuğumuz Film Arası Dergisi Yayın Kurulu üyesi ve aynı zamanda filmarasidergisi.com’un Yayın Koordinatörü Ahmet Deydin. Deydin ile ulusal sinemayı, ülkemizde sinema yayıncılığını konuştuk ve elbette “eleştirmenliği eleştirdik”.
Ahmet Deydin Kimdir?
1986 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden 2008 yılında mezun oldu. Öğrencilik yıllarından itibaren çeşitli film atölyeleri ve akademi çalışmalarına katıldı. Çeşitli kurumsal firmalarda sürdürdüğü profesyonel iş yaşantısı ile birlikte 2012 yılından bu yana Film Arası Dergisi’nde film kritikleri ve çeşitli sinemasal araştırmalar yazmaktadır. Aralık 2013 döneminden itibaren derginin Yayın Kurulu Üyesi’dir.
Film Arası Dergisi Yayın Kurulu üyesi ve aynı zamanda filmarasidergisi.com‘un Yayın Koordinatörüsünüz. “Ulusal sinema dergisi” ne demek, size ne ifade ediyor? Dışta bıraktıklarınız var mı, neleri içeri almıyorsunuz?
Bulunduğumuz coğrafyanın kimliği ve öyküleri ile beslenen yapımlar, ulusal sinemamızın evrensel ölçekte ses getirmesi adına önemli birer çıkış noktası. Kendi kişiliğini vücuda getiremeyen ülke sinemalarının, hazin bir şekilde diğer ülke sinemalarının yoğun ikliminde yitip gittikleri sıklıkla gözlenmiştir. Dolayısıyla, önceliği yerelliğe vermek, ülkemiz sinema sanatının zenginleşmesi ve derdi olan sinema insanlarının kendilerini ifade edebilmeleri açısından bir hayli elzem. Bununla birlikte, coğrafyamız dışındaki sinema dünyasının yerelden genele ulaşmayı başarmış yapımlarını yakından takip etmek ve üzerine söz söylemek, olmazsa olmaz bir tutum. Merkezine, ulusal sinemanın çok yönlü analizler eşliğinde zengin kaynaklarla beslenmesi ve geleceğe sağlam adımlarla taşınması kaygısı alınmış olsa da kendi ulusal sinemamız ile birlikte, evrensel ölçekte derdi olan her film, sütunlarda boy göstermeye devam edecektir.
Sinema dergiciliği kimilerinin iddia ettiği gibi sahiden “bitti” mi, yoksa güncel konjonktür gereği geri adım atmak zorunda mı kaldı?
Sinema dergiciliğinin veya genel olarak sinema üzerine söylenecek bir sözün, kaleme alınacak bir yazının sürekliliği için sinema sanatının nitelikli üretime devamı esastır. İşin kuramsal boyutu her daim tartışılıyor olsa da, mevcut akımları besleyecek olan da, yeni akımlara kapı aralayacak olan da, çekilecek olan filmin ta kendisidir. Dolayısıyla, yedinci sanat var oldukça, üzerine söylenecek olan sözler veya üzerine söz söyleyecek olanlar eksik olmayacaktır. Fakat bu sürdürülebilirliğin, dijital mecralar dışında basılı olarak da devam edebilmesini, ekonomik şartlar ile birlikte okuyucu mevcudiyetinin temin edecek olması da bir gerçektir. Ülkemizde (ne yazık ki) dergilerin satış verilerinin, arzu edilen seviyede olmaması şöyle dursun, anbean olumsuz yönde seyretmesinde, okuyucunun dijital mecralara kayması etkili olsa da, vakitsizlikle örülü yoğun hayat temposu içerisinde okuyucunun bir dergiye zaman ayırabilme gücünün azalması da bir hayli önemli. Gündelik koşuşturmacalar dışında kalan sürede okuyucuların, dijital mecralarda birkaç kaydırma hareketi ile geçiştirilebilecek yazıları ciddi manada okumak ve analiz edebilmek için dergilere ayrılacağı süre, aslında basılı yayıncılığın da geleceği ile doğrudan alakalı.
Sinema internet sitesi yayımcılığı “para için yapılacak iş mi, yoksa sinema tutkusu mu?”. Reklam kaygısı yayıncılık çizgisini etkiliyor mu?
İdealist dürtülerden yoksun her hamle, maddi gelir odaklı salt ticarethane şeklini almaya mahkumdur. Bu noktada, bir sanat dalı ile ilgilenip ilgilenmediğinizin de bir hükmü kalmaz. Ayrıca, sinema internet sitelerinin fahiş gelirler elde etmesi de pek mümkün bir ihtimal olarak durmamaktadır. Her ne kadar bazı sinema siteleri, ilgi çekmek adına TV dizilerine veya kuramsal/eleştirel yazılar haricinde magazine boğulmuş paylaşımlara yer verme eğilimi gösteriyor olsalar da, anlık tutum değişikliklerinin maddi getirisi de anlık oluyor. Fakat ayakta kalabilmek adına da ekonomik durumu göz ardı etmemek gerekiyor. Esas olanın, sinema sanatına uzun vadeli zenginlikler sunmak olduğunu unutmamak gerekir.
Film eleştirmenliğinin bugünkü anlamı nedir? Nasıl bir donanım gerekir?
Gerek yönetmen, gerek senarist, gerek eleştirmen, ezcümle, sinema ile doğrudan veya kıyısından köşesinden ilgilenen herkes için öncelik film izlemektir. Mutfaktan çıkan yemeği tatmadan, sadece malzemelerin özellikleri ve dışarıda oluşturdukları etki üzerinden analitik bir okuma yapmak pek mümkün değildir. Bir film eleştirmeni için filmin ta kendisini merkeze alacak bir zaman programlaması gerekir. Günümüzde, farklı yayın platformlarının uluslararası ölçekte popüler diziler (yüksek teknik ve mali güçle birlikte) sunması sonucunda izleyici nezdinde bir film ve bir dizi arasındaki ayırt edici unsurlar kimi zaman ortadan kalkabilmekte ve her iki türde yapım aynı kefeye konulabilmektedir. Bir film eleştirmeni için sinema sanatının teoride ve pratikte, diğer tüm sanat dallarından veya yapımlardan farklılaştığı köşe taşlarını yakalaması elzemdir. Bilgiye erişimin anbean kolaylaştığı ve her izleyicinin kendisini bir film eleştirmeni olarak konumlayabildiği bir zaman diliminde film eleştirmenlerinin, sinema sanatının popüler kültüre karşı kendi öz cevherini koruması ve geleceğe dair vizyon belirlenmesi noktasında önemli bir misyona sahip olduğu aşikardır.
İnternet teknolojisinin ulaştığı noktada (herkes blog açıp sinema eleştirisi yapabiliyor) sizce eleştirmenlik demokratikleşti mi, “ayağa mı düştü”?
Sinema üzerine yazılan her söz, film eleştirisi olarak kabul edilemez. Kaleme alınan yazının hacminden bağımsız bir durum bu. Film eleştirmenliğini ciddi bir meslek olarak görmekten ziyade bir yan uğraşı olarak görmek, bu alana verecek büyük zararları da beraberinde getirir. Dijital veya basılı olsun, bu kapsamda sunulan tüm yayınların ciddiyetle vücuda getirilmiş olması ve işin magazinel, popülist rüzgarlarından sıyrılarak, sinema sanatını daha da cezbedici iklimlere taşıma kaygısı gütmesi gerekmektedir. Dolayısıyla, blog, dergi, gazete vb. mecraları bir kenara koyarak, bir meslek erbabı kaygısı ile adım atanlar, bugünün geçici rağbetinden sıyrılarak, geleceğe de taşınan kalıcı yazıları ile kendilerini ispat edebilmektedirler. Film eleştirmenliği alanında özellikle bloglar, kendisini ifade etme imkanını sunan yetenekli kalemler için muazzam bir çıkış noktası sundu. Anlık heveslerle bu işe girişenlerin zamanla sahneden çekildikleri gerçeğini de görmek gerekir.
Eleştirinin yüzü seyirciye mi, sektöre mi, yoksa sinema sanatına mı dönüktür?
Aslında bu üç unsur, sürekliliği bünyesinde barındırıyor. Birbirlerinden yalıtılmış ortamlarda yaşamak olası değil. Seyirci var olursa, sektör var olur. Sektör var olursa, sinema sanatının sürekliliği sağlanır. İzleyici olmazsa, ne sektör var olur ne de sinema sanatı geleceğe taşınabilir. Eleştiri ise izleyici ve sektörün, popüler davranış biçimlerinden sıyrılarak, sinema sanatının estetik ve teorik kurallarını önceleyen bir tutum içerisinde olmalıdır. Günlük tercihler, nitelikli filmlere, hak etmedikleri bir ilgi eksikliği getirebilir. Didaktik veya tahakküm kuran bir dilden sıyrılarak, sinema sanatına değer katan filmleri izleyiciye sunmak ve sektörün bu doğrultuda adım atmasını sağlayacak eleştiriler, bu üç unsuru uyumlu bir şekilde koordine edecektir.
Sinema eleştirmenliğindeki “beğendim/beğenmedim” yahut “puanlama” anlayışı hakkında ne düşünüyorsunuz? Bunun devamı sayılabilecek bir durum olarak yapımcılara “embedded” ve “PR’cı” eleştirmenlik hakkında fikirleriniz neler?
Günün popüler ifade şekilleri davranışlarımız üzerinde ciddi etkiler yapmakta. Bazıları ciddi pratiklik sağlasa da bazıları yeterli muhteviyatı sağlayamıyor. Bir filmi puanlara hapsetmek, basit bir indirgemecilik. Ne niyetle yapıldığı ayrı bir durum olsa da film hakkında ön bilgi toplayan izleyici için düşük bir puanlama, peşin bir yargıya sebebiyet verebiliyor. Yetersiz tanımlamalar yerine filme özgü bir analitik inceleme, hem film eleştirmeninin mesleki sorumluluğu hem de izleyici için filme dair daha kapsamlı bir fikir edinebilme ihtiyacı açısından gereklidir. Elbette her bir izleyici veya her bir eleştirmen için, aynı film bambaşka çağrışımlara ve subjektif yorumlara kapı aralayabilmektedir. Fakat bu durum, baştan savma değerlendirmelerden bağımsız, sinema sanatının doğasında var olan bir durumdur. Etik kaygıları kulak arkası etmeyen eleştiriler, yapımcıdan, eş-dost-ahbap ilişkilerinden bağımsız değerlendirmelerin ötesine taşmamalıdırlar.