Ulaş Başar Gezgin ve Burak Kerem Yalçın
ulasbasar@gmail.com ve burakkerem@gmail.com
Joker (2019) filmi, yaşadığı kafa travmalarının neticesi olan nörolojik bozukluklarını ilaçlarla kontrol altında tutmaya çalışan (daha doğrusu, toplumun ilaçlar yoluyla kontrol altında tutmaya çalıştığı) Arthur Fleck’in toplumla, annesiyle ve kendisiyle olan çatışmalarını anlatıyor. Film, hasta annesine bakmak için hayallerini sürekli erteleyerek istemediği bir işte çalışan kahramanımızın toplumda yaşadığı şiddet olayları neticesinde kendini ön plana alarak mutluluk kavramını yeniden yorumlamasıyla yaşadığı dönüşümü anlatıyor.
Joker filmi, DC Comics evreninin en önemli kötü adamlarından biri olan Joker’e odaklanmaktadır. Bu tarz serilere ve çizgi romanlara meraklı olanlar Joker’in çıkış öyküsünü az çok bilirler. Bu filmde bu çıkış öyküsü biraz daha farklı olarak işlenerek yeniden yorumlanmıştır. Bilmeyenler için belirtelim: Joker sıradan bir gangsterken Bruce Wayne’in ebeveynlerini öldürür ve Batman’in doğuşuna yol açar. Daha sonra Batman’in intikam almaya çalışması Joker (Şakacı) kişiliğinin doğuşuna yol açacaktır.
Joker Hasta mı Hastalıklı Bir Toplumun Semptomu mu?
Bu tarz evrenlerde süper kahramanın tanımı, toplum yararına veya birtakım toplumsal değerlerin korunması için gerektiğinde kendini feda etmek pahasına suçla ve suçlularla savaşan ve onların toplum normlarınca cezalandırılmasına yardımcı olan kişidir. Kötü adamlar için ise “süper kahramanın tam tersi, insanlara, topluma zarar veren, bazen salt amacı terör yaratmak ve bundan psikopatça tatmin elde etmek olan halk düşmanıdır” dersek, tanımı için yaklaşık bir fikir verebiliriz. Kısacası ‘şeytani’ özellikler taşıyan kişiler de diyebiliriz.
Karşı Kahraman, anlatının odağındaki herhangi bir kahramanlık özelliği göstermeyen veya bazı değerlerden yoksun olabilen (idealizm, cesaret, ahlak vb. gibi) bir kişiliktir; kendisinin suçlu gördüğü kişilerle, herhangi ahlaksal bir düzleme bağlı olmadan savaşan ve esas amacı cezalandırmak olan bir güçtür. Süper kahraman bir nevi süper bir kolluk gücü iken, karşı kahraman bir intikamcı, yargıç ve ceza uygulayıcıdır. Toplum yararına hareket eder gibi görünse de kendini toplum üstü görür. Kendi doğruları ve inandıkları çerçevesinde o, doğru adamdır. Sinemada bu tarz kahramanlara örnek olarak yakın zaman yapımlarında Deadpool, Venom ve daha eski yapımlardaki Darth Vader ve Punisher gibi kişilikleri örnek verebiliriz. Joker filmi, bu noktada diğer yapımlardan ayrılmıştır. Ana kişilik olarak yalnızca Joker’e odaklanan bu film bize onu hastalıklı bir toplumun dışladığı bir birey olarak tanıtmış ve kendini kendince nefsi müdafaa edişini göstermiştir. Joker hastadır; ama yoksa hastalıklı bir toplumun semptomu mudur? Gökdelenli caddelerin ara sokaklarında karanlık çöp dağları vardır. Joker, Joker olmazdan önce, bu sokaklarda kendi kendine kahrolur. Joker olmaya karanlık sokaklarda, tekinsiz metrolarda karar verecektir.
Beyaz Erkekliğin Kriz Anlatısı Olarak Joker
Filmde, birçok Hollywood yapımında gördüğümüz gibi (örneğin nişancı katliamlarının kapitalizmin yapısal özelliklerine değil de hasta bireylere ve işlevi bozuk ailelere yüklenmesi vb. (1)), toplumsal sorunların psikolojikleştirildiğini, bireysel patolojiye indirgendiğini ve böylelikle, sistemik sorunların bireyselmiş gibi sunulduğunu görüyoruz. Başkişinin beyaz olması bile tek başına bir sorgulama gerektiriyor. Başkişi, bir Afro-Amerikalı ya da Müslüman olsaydı, belki de işlediği suçlar, psikolojisiyle değil, terör bağlarıyla açıklanacaktı. Filmde anaakım medyanın eleştirisi var; fakat o eleştirellik, beyaz şiddetinin psikolojik bozukluklarla ilişkilendirilerek aklanmasını görünmezleştirerek, sistemi arka kapıdan olumlamış oluyor. Oysa, ABD’de kimi beyazlar, eşcinsellere ya da göçmenlere yönelik nefretleriyle, ideolojik temelde birtakım cinayetler ve hatta katliamlar gerçekleştiriyorlar. Gerçekte, Joker, bu açıdan, bir kez daha beyazlığı aklamış oluyor. “Beyaz, suç işlerse, psikolojisi bozuktur; bunun da nedeni toplumdur” mesajı veriliyor; ya peki siyah suç işlerse? Joker, bu konudaki sessizliğiyle, içten içe beyazlığı yüceltmiş oluyor. Amerikan hapishanelerinde, nüfustaki sayılarıyla büyük bir orantısızlık içinde çok sayıda Afro-Amerikalı tutuklu ve hükümlü olduğu biliniyor. Joker’in dünyasıysa, ırk hiyerarşileri açısından büyük oranda steril. Film, çokkültürlü toplum, cinsiyet ve ırk eşitliği gibi özelliklerle nitelenen tarihsel bir dönemeçte, krize girdiği söylenen, erkeklik, beyazlık ve beyaz erkekliğin bir anlatısı ve gerekçelendirilmesi gibi bir yoruma da açık.
Kendilerini duyarlı sayan kimi izleyicilerin Joker’i izlerken ve izledikten sonra suçluluk duymaları, yapımcıların bilinçli olarak duygu sömürüsüne oynadığı düşüncesini akla getiriyor. Öte yandan, bu durum, Joker’e özgü değil, Hollywood sinemasının çoğunda görülen bir olağanlık. Anaakım Amerikan anlatılarında, kötülükler bireylere, iyilikler kapitalizme yüklenir.
Karanlık Şehir ya da Pırıltılı Kentlerin Toplu Karanlığı Olarak Gotham
Gotham şehri bize karanlık, insanların işsizlikle boğuştuğu, çöp problemlerinin devasa boyutlara ulaştığı bir yer olarak anlatılmıştır. Herkes tedirgin ve şüphecidir. Arthur Fleck’in otobüsteki çocuk ve annesiyle iletişimi, bu noktada, bize, hem insanların birbirlerine yönelik yaklaşımlarına hem de başkişimizin iç dünyasına ve dış dünyayla eksikli etkileşimine ilişkin bir önbilgi sunmaktadır. Kadının tepkisiyle kendini kötü hisseden Arthur’un girdiği gülme krizi ve durumunu açıklayan lamine edilmiş kartı göstermesinden sonra kadının üzgün olduğunu görürüz ya da böyle olduğunu hissederiz. Fakat gerçekten öyle midir anlayamayız. Aslında Gothamlıların tümü maskelidir; gerçi, tüm toplumsal ilişkilerde maskeler takılır; insanlar başkalarıyla birlikteyken nadir olarak şeffaf olurlar; ancak Gotham’da maskeler daha kalın ve nasırlıdır. Doğrular ve insancıl yaklaşımlardan önce yapılması gerekenlerin ön plana çıktığı bir tutumdur bu. Yabancılardan ve onlarla olan her türlü etkileşimden sakınmak vb. gibi. Bu, aklımıza, yabancılaşmayı ve kentin köy gibi kapalı oluşumların tersine ikincil ilişkilere dayanmasını getirir. İnsanlar komşularını tanımazlar. Joker, yıllarca oturduğu evde yalnızca bir komşuyu tanır. Gothamlılar, toplu taşımada, sokakta vb. yanyana gelirler, ancak asla bir arada olmazlar. Ta ki maskeli protestolar başlayana dek…
Palyaço Hareketi
Arthur bir gün trende seyahat ederken kendisine saldıran üç saldırgandan kurtulmak için silahını kullanmaya başlıyor ve onları öldürüyor. Görgü tanıklarının cinayeti bir palyaçonun işlediğine dair yaptığı açıklamalarla, basın, bu konuyu uzun süre ve geniş olarak ‘palyaço cinayeti’ olarak işliyor. Burada daha önemli olan, cinayette ölenlerin, yüksek profilli ve yeni dönem belediye başkanı adayı zengin Thomas Wayne’nin başarılı olarak tanımladığı borsacılar olması. Onlar kapitalizmin has ‘adam’ları ve başarı timsalleridir. İçlerindeki kabadayı, sisteme uyum sağlayıp kravatlı olmuştur. Fakat tekinsiz metrolarda, gerçek kişilikleri ortaya çıkacaktır. O kişiliklere karşı, Joker de patlayacaktır. Joker’in anne babasını öldürmesine tanık olan çocuk ise büyüyünce Batman olacaktır.
Thomas Wayne metro cinayetlerini hemen kampanyasının bir parçası olarak kullanmaya başlıyor. Zaten memnuniyetsiz, işsizliğin, karamsarlığın ve birçok çevresel faktörün olumsuzluğunun pençesindeki halk, sivil itaatsizlik eylemlerine başlıyor ve bunun için simge olarak palyaço maskeleri kullanıyor. Filmin bir noktasında Joker, şovmen Murray’e (Robert De Niro) sorduğu sorularla sorgulayıcı bir tutum takınıyor. Öldürülenler borsacı olmasa bu cinayetler bu kadar ilgi çeker miydi? Çekmeyeceğini elbette biliyoruz. Aynı biçimde, bir palyaçonun işsizliği, istatistiklerde gözden kaçan bir ayrıntı olarak kalacaktır. Bir banka genel müdürü görevden alınırsa haber olacaktır; borsalar sallanır!!! Burada medyanın sınıfsal merceği eleştiri konusu yapılıyor. ‘İşsiz kalmak’ sözü bile, sistemi ve işverenleri aklamaktadır; işsizlik, işsiz kalanın sorunu ve suçudur. Patron her zaman haklıdır. Arthur, çocuklarca linç edilmekle kalmaz; bu yetmezmiş gibi, sanki suç kendisindeymişçesine bir de işten atılır.
Arthur’un Joker’e Dönüşümü
Arthur ve annesi, o küçük yaştayken yalnız bir yaşama itilmiştir. Annesi, zengin iş insanı Thomas Wayne’in yanındaki işinden bir nedenden kovulmuş veya ayrılmak zorunda kalmıştır. Daha sonra kendisi ve küçük Arthur, sevgilisi tarafından şiddet görmüş ve bunun ikisi üzerinde de etkileri olmuştur. Arthur küçük yaşta kafasına aldığı darbelerle rahatsızlanmıştır. Buna bağlı olarak post travmatik stres bozukluğu ve duygusal tutulma (‘pseudobulbar affect’ yani istemsiz ağlama veya gülme krizleriyle duygu dışavurumu) ve/veya başka bir takım nörolojik rahatsızlıklar geçirmektedir.
Bu ve benzeri nörolojik problemleri dolayısıyla (veya bunlardan kaynaklanan) sanrılı bir yapısı vardır (bkz. komşu kadınla yaşadığı ilişki, Murray’in programına seyirci olarak katılması ve gösterisinin başarılı geçtiğine inanması vb.). Buna rağmen ortalama bir insan gibi işe gidip gelen, hasta annesiyle ilgilenip onunla televizyon seyreden, komedyen olmak üzerine düşleri olan yeterli bir birey ve makbul bir vatandaştır. Öyle ki annesinin Thomas Wayne’den yardım istemesini gereksiz bulmaktadır. Thomas Wayne ve annesinin son karelerde öğrendiğimiz ilişkisi, Wayne tarafından reddedilmekte ve buna uygun tıbbi deliller Arthur’a gösterilmektedir. Güçlülerin gerektiğinde kendilerini korumak için tıbbi kayıtları bile değiştirebilecek güçte olduğu bir dünyada yaşamaktadır Arthur. Bu, akla, oğlunu çürük gösterip askere göndermeyen kimi savaş çığırtkanlarını getirir.
Filmde aktarıldığı üzere bir ruhsal bozukluk geçmişi olan başkişimiz bir klinik ve terapist yerine bir sosyal hizmetler ofisinde görevli memur ile seanslara katılıp ilaçlarını tedarik etmektedir. Daha sonra bütçe kısıntılarından ötürü bu ofis kapanınca, ilaçlarına ulaşması da zorlaşacaktır. Sistem, onu da sosyal hizmet çalışanını da sevmez; onları bütçe ayırmaya değer bulmaz. Film, içten içe, kapitalizmi reforme edici türden Keynesgil bir neo-liberalizm eleştirisi taşıyor. “Sosyal devlet harcamalarını kısıp herşeyi piyasanın kaderine terk ederseniz, toplumsal patlamaya yol açarsınız” demiş oluyor. Akla Sarı Yelekler geliyor.
Arthur’un ilk uğradığı saldırının ardından arkadaşlarının ve kendisinin tutumu bu olayı sıradanlaştırmış ve hatta birisinin hediye ettiği silahla korunması gerektiği salık verilmiştir. Daha sonra bu silahı, önerildiği gibi, kendisini koruması gereken bir zamanda kullanmıştır. Maruz kaldığı olayların artmasıyla, şiddet, kendisini korumak için tek çözüm olarak ortaya çıkacaktır. Metro cinayetinden sonra kendisine iki yüzlü davranan iş arkadaşını, yaşadığı ilişkilerle dolaylı şiddet görmesine neden olan ve babasının Thomas Wayne olduğu hususunda ona yalan söylediğini düşündüğü annesini (daha sonra bulduğu resimle aralarında bir ilişki olduğu doğrulanır) öldürür. Arthur genel olarak psikopat bir eğilime sahip değildir. Başkişimizin maruz kaldığı duygusal ve fiziksel şiddet Gotham şehrinde yaşamanın bir sonucudur. Elbette, bu durum, sonradan işleyeceği, kendini savunmanın ötesine geçen vahşi cinayetlerin özrü ve gerekçesi olmayacaktır. Toplumda, her şiddet gören, travma yaşayan, cinayet işlemiyor. Belki Arthur, bir dövüş sporu biliyor olsaydı, çocuklardan linç görmeyecek, metroda cinayet de işlemeyecekti. Şiddete karşı binbir çeşit tepki var.
Joker’de Görelilik
Joker, sunucuyu öldürmeden önce yaptığı konuşmasında kendisinin yaptıklarını komik bulduğunu söylemektedir. Sunucu, şiddetini onaylamadığını ve karşı olduğunu söylediğinde ise bunun bir bakış açısı olduğunu, toplumun değer yargısının yarattığı bir komedi anlayışı nasıl varsa, bunun da onun yarattığı bir anlayış olduğunu söyler. Aslında sunucu, önceki programlarının birinde Arthur’un bir komedi kulübünde yaptığı ve rahatsızlığı dolayısıyla başarısız olan şovuyla alay etmiş ve bunu insanlara komik bir şey olarak aktarmıştır. Komik olmanın sınırını pekâlâ Joker de tanımlayabilir. Joker, insanları esprilerindeki zeka pırıltılarıyla güldürmeyi düşlerken; sunucu, onu soğuk şakalar yapan bir yeteneksiz olarak sunar. Onu tüm topluma bu biçimde afişe ederek küçük düşürür. Joker’in dans ederken yaptığı, toplum yargılarının komik ve utandırıcı bulabileceği figürler ise onun bir anlamda koreografik imzası, hatta manifestosudur. Yakalandığında akıl hastanesine kapatılmıştır. Aslında yatırdıklarını düşündükleri Arthur Fleck’dir. Ama o artık Joker’dir ve kendi bakış açısına göre yaşamaktadır. Annesi, patronu ya da toplum için yaşadığı günler çoktan geride kalmıştır.
Joker, İsyan ve Devrim
Joker toplumsal muhalefetten uzak duruyor. Sonlara doğru, bir lider olarak öne çıkarıldığını görüyoruz; ancak vahşi cinayetleri, onun yönetiminde kitlelerin doğru yönlendirilmeyeceğini düşündürüyor. Gotham’da iktidarla muhalefet birbirine benziyor. Bunların iktidarında eşitlik gelecek gibi görünmüyor; onun yerine ezilenler ezenlerin yerine geçip eski ezenleri ezecek. Kapitalist bir düzende de anti-kapitalist bir ütopyada da Joker ve takipçileri, bir tehdit olmaya devam edecek. Lenin’in erken ölümünde, ‘sol’dan gelen bir suikastin rolünün olduğunu anımsayalım.
Filmde mağdur edebiyatı var, fakat bu mağdurluk, sermaye ilişkilerini çözümlemek yerine, bütün sorunu başkalarına saygıda görüyor. Bu, liberal bir tez. Saygı beklerken, saygı da duymuyorlar; bu da filmin lümpen yanı. Ayrıca, şöyle bir risk var: Gotham’da isyan, Joker’in bile ağzından akıl hastalığıyla ilişkilendiriliyor. Bu da, isyanı sapkınlık ve sonrasında siyasi değil adli bir olay olarak görmek üzere zemin hazırlıyor. Nazım Hikmet’in Karayılan’ı, dönüşümüyle bilinç kazanırken, Joker ve yandaşlarının dönüşümünde bir kurtuluş yolu yok; bir çözüm arayışı hiç yok. Eşitlik yerine, sürekli anarşi savunusu görüyoruz; ki o da bilinçli değil. Bu nedenle, Joker’i anarşizmle ilişkilendirmek Bakunin ve Kropotkin gibi düşünürlere haksızlık olacaktır.
Film, kapitalizme karşı, planlı programlı örgütlü mücadele ile bireysel eylemlerle başlayan toplumsal patlama karşıtlığını akla getiriyor. Bu karşıtlığı, Ekim Devrimi ile Gezi arasındaki farkta görüyoruz. Ekim Devrimi’nin ardında Lenin önderliğindeki Bolşevikler vardı. Devrim, adım adım planlanmıştı ve artık devrimin olup olmayacağı sorusu değil ne zaman olacağı sorusu gündemdeydi. Gezi ise, öngörülememişti. Palyaço hareketi, bu yönden Gezi’ye benziyor. Ancak, şu da var: Gotham bize atomlarına kadar ayrıştırılmış yapayalnız bireyleri gösteriyor. Oysa, hangi kent ve düzende olursa olsun, insanlar siyasal ya da siyasal olmayan topluluklar içinde yaşarlar. Robinson Crusoe, türtarihimizde niteleyici bir kişilik değil bir istisnadır. Tam da istisna olması nedeniyle öyküsü anlatılmaya değer bulunmuştur. Gotham’da dernek, sendika, meslek örgütü vb. görmeyiz. Bu film, bugüne ilişkinse, insanın topluluksal bir canlı olma yönünü göz ardı etmiş; yok eğer geleceğe ilişkinse, ileride insanın daha az topluluksal olacağı bir dünya kurgulamış ki, bu da bizi modernleşme tartışmalarına götürür: Eski kuşak, pozitivist modernleşme tartışmalarında, ekonomi ve teknoloji ilerledikçe, insanların daha akılcıl olması bekleniyordu. Dinler ve batıl inançlar, maddi azgelişmişliğe bağlanıyordu. Oysa, böyle bir belirlenim ilişkisi söz konusu değil. Kimi yüksek gelirli ülkelerde, bilim ile batıl inançlar yanyana.
Filmde, maskeler ve suçun anonimliği noktalarında, V for Vendetta’dan ve çeşitli haklayıcı (hacker) filmlerinden esinlenme olduğu anlaşılıyor. Bir diğer az bilinen esinlenme kaynağı, kendinden başka herkesi güldürebilen bir başkişinin olduğu ‘Il Pagliacci’ operası (Leoncavallo, 1892)(2). Ayrıca, Joker’le çeşitli korku filmleri ilişkilendirilebilir. Bunun dışında, akla Kafka’nın ‘Dönüşüm’ü geliyor. Fakat Joker, ticari bir yapım olarak, yazınsal yapıtların düzeyine ulaşamıyor.
Güncel siyaset açısından, Joker, Hong Kong’daki protestolar bağlamında ele alınabilir. Amerikancı, eski sömürgecilik özlemi içindeki protestoculara karşı (3), yönetim bir maske yasağı getirdi ve bu, uygulamaya tam anlamıyla dökülemedi. Ancak, Joker, dünyanın çeşitli ülkelerindeki protestocular için, Açlık Oyunları’nın üç parmaklı selamı gibi bir simge olmaktan uzak (4); çünkü maske, filmde yüceltilmiyor; tersine suçla özdeşleştiriliyor.
Eski İran Dinlerinden Joker’e
DC süper kahraman evreninin, sinemaya ve televizyona (dizi ve animasyon olarak) en çok uyarlanan serilerinden biri olan Batman çizgi roman serisinin en dikkat çekici başkötüsü olan Joker, ‘hasta cani’ doğasıyla her film uyarlamasında gelişime ve çok yönlü yorumlamalara uygun bir kişilik olarak çoğu yerde başkişinin önünde veya ona yakın bir performans sunmaktadır. Her seferinde yeniden ve farklı yorumlanabilmesi, yapımcılar ve oyuncular tarafından bir nimet olarak görülmektedir. Joker, birçok son dönem yapımı gibi, bir masala etkisi örneği: İçinde hemen hemen her baharattan (türden) var: Gerilim, dram, suç, korku, vurdu-kırdı vb.
Eski İran dinlerinden, hatta öncesinden bu yana, evren iyiyle kötünün mücadelesi ekseninde yorumlanmakta. Bu manici/ikici yorum, ara tonları gözden kaçırıyor. İyilerin de kötülük ve kötülerin de iyilik yapabileceğini unutuyor. Bu süper kahraman anlatıları, manici/ikici olmaya devam ettikleri ölçüde sıradanlaşıyorlar. Logan gibi yapımların ‘tutması’, Joker’lerin önünü açıyor. Joker bu kadar izlendiğine göre, benzer yapımların da yakın zamanlarda beyazperde yüzü görmesi şaşırtıcı olmayacak. Kuşkusuz, bu, bir endüstri; arkasında büyük paralar dönüyor.
Sonuç: Patlamış Mısırlık
Halihazırda bu çizgi roman evreni filmleriyle büyümüş, büyüyen bir alıcı/izleyici kitlesi var. Bu açıdan Joker, çizgi romanların ekmeğini yiyor ve bu ekmeğin üstüne, dramatik bir kurguyla yeni izleyicileri oltasına düşürmeye yelteniyor. Basit bir denklem üzerinden ilerleyen bu filmlerin ve izleyicilerinin incelenmesi şüphesiz başlı başına başka bir konudur. Benzeri türdeki patlamış mısırlık yapımların çok da uzağına düşemeyen ve hazır kitlesinin, duygu sömürüsüyle dışına da ulaşmak isteyen film, süper kahraman evreni filmleri açısından önemli bir yer tutabilir, ancak sinema tarihi açısından baktığımızda zamanının ötesine geçemiyor. Çok izlenmesine karşın, kısa sürede unutuşa kurban giden bir yapım olacağını öngörüyoruz. Ünlü sözden uyarlarsak, Joker de, herkes gibi 15 dakikalığına (2 saatliğine) ünlü olmuş olacak, hepsi bu… Zaten başka ne beklenebilirdi ki…
Dipnotlar:
(1) Gezgin, U.B. (2019). Anaakım Sinemada Şiddet Temsilleri: Kevin Haçaduryan’dan Fatih Akın’a. Eleştirel Kültür Dergisi, 19.02.2019.
http://www.ekdergi.com/anaakim-sinemada-siddet-temsilleri-kevin-hacaduryandan-fatih-akina/
(2) Il Pagliacci’yi izlemek/dinlemek için bkz. Leoncavallo – Pagliacci – Herbert Von Karajan – https://www.youtube.com/watch?v=kaBnYOF384M
(3) Gezgin, U.B. (2019). Gezgin, U.B. (2019). Hong Kong Protestoları: Sovyetlerin Çöküşünün Uzak, Çin’in Yükselişinin Yakın Bir Sonucu. Biamag, 06.07.2019
(4) Gezgin, U.B. (2019). Bir Mürekkep Testi Olarak Film: Anlatıbilim Açısından Film Psikolojisi ve Film Çözümlemeleri. Ankara: Töz.