SineBlog “Covid-19 ve Sinema Sektörü” dosyasını açıyor! Pandemi sürecinde online platformlar ve sektör ilişkileri, sinema emekçilerine etkileri, kamu destekleri nasıl olmalı, yoksa izleme pratiği tümden mi değişiyor? Akademisyenler, yapımcılar, sinema yazarları gibi sinemaya farklı açılardan bakanların görüşlerine başvuracağımız dosyamızda ilk konuğumuz Prof. Dr. Hasan Akbulut oldu.

Prof. Dr. Hasan Akbulut Kimdir?

Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Kültür ve Sanat Bilimleri alanında doktorasını tamamladı. Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Radyo Televizyon ve Sinema Anabilim Dalı Başkanlığı (2007-2013) ve Dekanlık yaptı(2011-2013).

2014 yılından bu yana İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde Prof. Dr. olarak görev yapıyor. 2019 yılından bu yana ise akademik çalışmalarını University of East London, Moving Image Research Centre, Film Studies’te sürdürüyor.

Araştırma alanları Sosyal ve Beşeri Bilimler, Kitle İletişimi ve Araçları, Radyo, Sinema ve Televizyon, Sanat, Sahne ve Görüntü Sanatları, Sahne Sanatları, Sinema-TV-Fotoğraf’dır. Bu alanlarda yayınlanmış çok sayıda kitap, kitap bölümü ve makalesi bulunmaktadır.

 

– Netflix, BluTV gibi online platformlar ve sinema sektörü tartışması yeni değil. Ama içinde bulunduğumuz süreçte mesele sinema sektörünün varlık sorununa evrildi. Başka Sinema’nın BluTV ile anlaşmasının yasal ve etik olmayan yönleri SİSAY-Sinema Salonu Yatırımcıları Derneği tarafından dile getiriliyor. Bunları saklı tutarak sormak istiyoruz; endüstride çalışan sinema emekçisi için bu gelişmenin etkisi nasıl olabilir?

Online platformların sinema sektörüne girmesi ve film gösterimlerinin, sinema salonlarından evvel online platformlarda yapmaya başlamaları, aslında yeni bir şey değil. Netflix tarafından yapılan iki filmin, 2017’de yarışmaya katıldığı Cannes Film Festivali’nde gösterimi, festivalden önceki dönemde Fransız Sinemacılar Birliği tarafından engellenmişti. Bir filmin öncelikle sinema salonlarında gösterilmesi benimsenen bir kural ve ülkelerin kültür ve medya politikalarına göre daha sonraki gösterimlerin nasıl olacağı da değişiyor. Örneğin Türkiye’de 30926 sayılı yasa, vizyon filmlerinin sinema salonlarından sonra diğer ortamlarda (kablo, uydu, karasal, internet) gösterimi için 5 ile 6 aylık bir süre öngörüyor.  Covid-19 sürecinin getirdiği zorunluluklar, sinema salonlarını kapatmaya zorladı.

Seyirci olarak bizler, çoğu kez Başka Sinema’nın BluTv ile yaptığı anlaşmaya, evde yeni filmler görme şansımız olacak diye seviniyoruz. Oysa görünmeyen kısımda devasa bir emek var. Televizyon dizi ve sinema setlerinde yönetmen, oyuncu, görüntü yönetmeni, sanat yönetmeni, kameraman, ışıkçı, yardımcı rejisörler, makyöz, sesçi, şoför, aşçı gibi çok sayıda insan var ve bu insanların büyük bir kısmı için setlerin durması, zaten belirsiz olan iş güvencelerinin tümden ortadan kalkması anlamına geliyor. Bildiğimiz dizilerin birinde görüntü yönetmeni olan bir yakınım, Covid-19 pozitif çıktı. Devam eden set, ancak bir hafta sonra durabildi. Sağlığına kavuşur kavuşmaz, tekrar ne zaman çalışabileceğini düşünmeye başladı. Bu nedenle Covid-19, bir yandan sinema emekçileri için çalışma olanağını kaldırarak darbe vurdu, bir taraftan da onları haksız rekabet, etik ve yasal olmayan bir durumla baş başa bıraktı.

– Covid19 sürecinden sinema sektörünün de salon gösterimi anlamında oldukça ağır etkilendiğini biliyoruz. Diğer ülkelerde sinema sektörü için kamunun destek politikaları geliştirdiğini görüyoruz. Sizce hükümet nasıl bir destek paketi sunmalı ki, sinema endüstrisi pandemi sürecinde yaşadığı olumsuzluğun üstesinden gelebilsin?

Online platformların sinema sektörüne girmesi ve film gösterimlerinin, sinema salonlarından evvel online platformlarda yapmaya başlamaları, aslında yeni bir şey değil. Netflix tarafından yapılan iki filmin, 2017’de yarışmaya katıldığı Cannes Film Festivali’nde gösterimi, festivalden önceki dönemde Fransız Sinemacılar Birliği tarafından engellenmişti. Bir filmin öncelikle sinema salonlarında gösterilmesi benimsenen bir kural ve ülkelerin kültür ve medya politikalarına göre daha sonraki gösterimlerin nasıl olacağı da değişiyor.

Örneğin Türkiye’de 30926 sayılı yasa, vizyon filmlerinin sinema salonlarından sonra diğer ortamlarda (kablo, uydu, karasal, internet) gösterimi için 5 ile 6 aylık bir süre öngörüyor. Sinema desteği, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yönetmenlere ve yapımcılara belirli miktarlarda verdiği maddi destek olarak anlaşılıyor. Oysa bunun ötesinde bazı kolaylaştırıcı ve destekleyici mekanizmaların oluşturulması gerekiyor. Öncelikle sinema desteklerinin de kapsandığı daha geniş bir kültür politikası oluşturulması gerekiyor. Kültür politikalarının, ilgili sektörlerin yerel, bölgesel, kıtasal ve küresel ölçekte analizlerinin yapılarak önceliklerin belirlenmesi ve destek mekanizmalarının belirlenmiş ilkeler ve öncelikler çerçevesinde yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bunun için güncel politik taraflılıklardan azade, özerk, uzun vadeli ve tutarlı olunması gerekiyor.

Bu politikalara yön verecek olan politik aktörlerin, ilgili sektörün (sinema meslek kuruluşları, sendikalar, üniversiteler gibi) temsilcilerinden oluşması ve özerk olması kültür politikalarının kurumsallaşması için oldukça önemli. Elbette bu uzun vadeli bir plan.Kısa vadede, bu durumun bir kriz yönetimi anlayışıyla çözülmesi gerekiyor. Sinema salonlarından evvel bir filmin online ortamlarda gösteriliyor olmasını bazı yönetmen ve gösterimciler desteklemiyor. Durum, özellikle farklı türden filmler için daha önemli. Örneğin az sayıda kopya ile çok az sayıda sinema salonunda gösterilen yerli filmler var, bağımsız filmler ya da sanat filmleri gibi. Başka Sinema çatısı altında bu tür filmlerin gösterilmesi, ilk bakışta olumlu bir çaba gibi görünüyor; oysa bu durum, bu tür filmlerin seyircilerini, belirli bir sayıda sabitlemiş de oluyor. Genişleme olanağı olmadığında da, farklı beğenilerde çeşitliliği sağlayacak bir ortam da oluşamıyor.

Ayrıca seyir deneyimi de kolektif olmaktan çok bireyselleşiyor; ya da bugünlerde ailece izleme nedeniyle grup deneyimine dönüşüyor. Telif  hakları da bununla ilişkili başka bir sorun. Özcesi yerli film sektörünü desteklemek için, özellikle yeni filmlerin online platform gösterimlerini belirli bir süre ertelemek, sinema yasasını, günün koşullarına uygun biçimde ve kültürel çeşitliliğe, çok sesliliğe olanak verecek biçimde sektörün bileşenleriyle birlikte yeniden düzenlemek; seyirciler için beğeni çeşitliliği sağlayacak bir düzenleme yapılması acil önemini koruyor. Bu bağlamda 5224 Sayılı “Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi Ve Sınıflandırılması İle Desteklenmesi Hakkında Kanun”a ilişkin çalışmasında değerli sinema araştırmacısı Yıldız Derya Birincioğlu’nun (2019), sıraladığı bazı önerileri de anımsatmak yerinde olur:

Sinema Genel Müdürlüğü’nün yapacağı katkı ile oluşacak kanun iyileştirmeleri/değişiklikleri, bağımsız filmlere gösterim teşviki sağlayabilmelidir. Sinema salonu işletmecilerine aylık belirlenen sayı kadar bağımsız film gösterimi şartı uygulanabilmelidir. Dağıtım tekeli ve kısa zamanda kar odaklı bakış açısının yerini uluslararası ödüller alan ve kendi ülkesinde gösterim olanaklarından yararlanamayarak dezavantajlı hale getirilen filmlerin gösterim alanında destekleneceği bir mekanizma sistemi oluşturulmalıdır. Bağımsız film yapımcılarına farklı fon sistemlerini öngören mekanizmalar oluşturularak film yapım aşamasında yaşanan sorunlar ortadan kaldırılmalıdır. Üniversitelerin yüksek lisans ve doktora programlarında bağımsız sinema üzerine çalışmalar desteklenmeli ve ana akım gişe filmleri dışında yer alan bir sinema bilinci oluşturulmalıdır. Kanun, Avrupa’daki birçok ülkenin çeşitliliği ve yeniliği korumak adına bağımsız filmlerin gösterimini destekleyen içeriği ile genişletilerek çözüm getiremediği sorunları da içeren bir şekle dönüştürülmelidir (Birincioğlu, 2019: 95).

– Covid19 engelini elbet bir gün aşacağız, o dönem sinema sektörünün nasıl şekilleneceğini ve sinema salonlarına ilginin nasıl olacağını öngörüyorsunuz?

Covid 19’dan sonra dünyanın, önceki gibi olmayacağı söyleniyor. Gündelik hayat deneyimlerimizin, devletin yönetme mekanizmasının bu süreçte değiştiğini hesaba katarsak, seyir biçimlerimizin de değişeceğini söyleyebiliriz.  Öncelikle erişim olanağı olanlar için evinden filmleri izleme kolaylığının, Covid 19 sonrası tekrar onları sinema salonlarına yönlendirmeden bir süre alıkoyacağı öngörülebilir. Sinemaya gidip film izlemenin epey maliyetli bir etkinlik olduğu anımsandığında, online platformların sağladığı bu hizmet, bir tür tembelleşmeye itebilir. Elbette bu süreçte bazı defacto oluşumların kalıcı hale gelme olasılığı da yüksek. Öte yandan filmlerin online ortamlarda izlenmesi olgusu pek de yeni değil.

Zorunlu olarak yaşadığımız bu olgu, epeydir var. Nitekim film festivallerine dair olan araştırmalarıyla bilinen Marijke De Valck “Finding Audiences for Films: Programming in Historical Perspective” başlıklı çalışmasında(2012), henüz on yıl önce festival programcılarının karşılaşacağı güçlüklerden birinin kendilerine seyirci bulabilmek olduğunu ve dijitalleşme, niş içeriğin dağıtımı ve gösterimi için yeni kanalların başında geldiğini belirtir. Yazara göre festival direktörlerinin acil konusu, dijitalleşmeye nasıl tepki verecekleridir:“Film festivalleri, bir etkinlik (event) olarak mı tanımlanmalı yoksa internet kuşağı için filmlere âşık bir kalabalığın arasında film izleme büyüsü mü olmalı” (de Valck, 2012: 37). Şimdi aynı seçimle karşı karşıyayız. Online platformlar bunu şimdi yapıyor ve bize pek de bir seçim şansı bırakmıyor.

– Covid-19 sürecinden bağımsız olarak, şunu görüyoruz, sinema filmlerinin giderek daha fazla çevrimiçi akışım ile gösterime girdiği bir süreçten geçiyoruz. Bu durumda sinema salonları nasıl bir ortama/kamusal izleme pratiğine evrilecek?

Yukarıda söz ettiğim süreç, yalnızca filmlerin üretim, dağıtım ve gösterim pratiklerini değil, seyir pratiklerini de etkileyecek. Bu, salgından önce başlayan bir süreç. Sinema salonları da, dijitalleşme sürecinde etkilenecek. Ancak film izleme deneyiminin, dijitalleşme süreciyle birlikte bireyselleşmeye başladığını söylesek de, benzer bir deneyimi videonun da 1980’lerde yaptığını anımsamakta yarar var. Medya arkeolojisi bize her teknolojik değişimin, seyir deneyimlerimizi biçimlendirdiğini söylüyor. Bir tür deneyimler de duygular tarihini kazıyarak, belki daha “rasyonel ve “sakin” olabiliriz.

Sinema salonlarının durumunu, tek başına değil, toplumsal, kültürel, ekonomik, politik değişimle birlikte ele alındığında daha iyi kavrayabiliriz. Türkiye’de doğrudan sokaktan girdiğimiz sinema salonlarının sayısı giderek azalıyor. AVM’lere tıkılan sinema salonları, sinemayı tek başına bir tüketim edimine indirgeme riski taşıyor. Bu olgunun başka bir boyutu da kültürel miras ve bellek ile ilgili. Dünyanın pek çok yerinde 100 yıldır ayakta olan sinema salonları var ve sinema araştırmalarında tek başına bir sinema salonunun tarihi çalışılabiliyor. Bu salonlar özenle korunuyor, oradaki film gösterim programları, seyirci deneyimleri ortaya çıkarılabiliyor.

Sinema salonlarının kendisi, mimari özellikleri hem somut kültürel miras hem de sunduğu sinema deneyimleri nedeniyle somut olmayan kültürel miras. Kapsamlı kültür politikalarında sinema salonlarının bu niteliklerinin farkında olarak onları korumak ve geliştirmek oldukça önemli. Ayrıca sinema salonları, seyirci olarak bizlerin belleklerinde de önemlerini koruyor. Bir yere ait olma, kimliklenme ve sosyalleşme olanağı sunuyor. Dolayısıyla sinema salonlarının politikalarla korunması oldukça önemli. Online platformlar düşmanlaştırılmadan seyir pratiğini çoğullaştıracak etik, hakkaniyetli çabaların desteklenmesi gerekiyor.

Kaynak

Birincioğlu, Yıldız Derya (2019). “Popülist Söylemin Perde Arkası: 5224 Sayılı Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi Ve Sınıflandırılması İle Desteklenmesi Hakkında Kanun’a Dair Değerlendirmeler”, Moment Dergi, 2019, 6(1): 75-98.

de Valck, Marijke (2012). “Finding Audiences for Films: Programming in Historical Perspective”. Coming Soon to a Festival Near You: Programming Film Festivals. pp. 25-40. Ed. Jeffrey Ruaff. St. Andrews Film Studies: St. Andrews.