OtekiSinema.com ve SinematikYesilcam.com yazarı, film eleştirmeni Ertan Tunç, 20 yıllık tecrübesiyle eleştirmenliğin bugünkü anlamını, gerekli donanımı, “internet çağı”nda eleştirmenliğin halini, “iliştirilmiş” yazarlığı, eleştirmenlerin ortak tavır alma olanağını anlattı. Tunç “bir yazar için ‘iğrenilecek bir şey yazmış olmaktan’ daha büyük hakaret/ceza olamaz” derken sinema yasasıyla ilgili olarak bile fikir belirtmekten çekinir halde olduğumuzu vurguluyor.

Ertan Tunç Kimdir?
1980 yılında Gaziantep’te doğdu, Aydın’ın Söke ilçesinde büyüdü. 1988 yılında, emanet bir videoda Muhsin Bey filmini defalarca izledikten sonra film koleksiyonu yapmaya karar verdi.
1999 yılında İstanbul’a geldi. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Ekonomi lisansı ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Ekonomi yüksek lisansı yaptı. İlk yazıları, Yıldız Teknik Üniversitesi bültenlerinde yayınlandı. Çeşitli internet sitelerinde yazıları yayınladı, uzun yıllar beyazperde.com’da film eleştirmenliği yaptı.
1990’ların başından beri film koleksiyonu yapmaktadır. Sevdiği filmleri defalarca izlemekten, sinemayla ilgili bir şeyler okumaktan asla bıkmaz. Sürekli film izler, sürekli sinema kitabı okur. Ve sinema hakkında sürekli yazar. En sevdiği yönetmen Sergio Leone’dir. En sevdiği oyuncular ise Kemal Sunal ve Şener Şen.
“Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı 1896-2005” adlı ilk kitabı; 2012 yılında Doruk Yayımcılık tarafından yayınlanmıştır. Kara filmler, gangster filmleri, İtalyan usulü westernler ile suç sineması konularında kitap çalışmaları yürütmektedir.

– Film eleştirmenliğin bugünkü anlamı nedir? Nasıl bir donanım gerekir? Mevcut eleştirmenleri ne ölçüde donanımlı olduğunu düşünüyorsunuz?

Film eleştirmenliğinin net bir tanımı olduğunu düşünmüyorum. 10-15 kadar yerli eleştirmeni çok beğeniyorum (yarıdan fazlası genç isimler) ve yakından takip etmeye çalışıyorum, hemen hepsinin tarzı farklı. Aşağı yukarı hepsi eleştirmenliğe farklı bir anlam ve değer katıyorlar. Üslup, anlamı genişletebiliyor. Eğer hakkını vererek yapmak isterseniz, eleştirmenlik farklı alanlarda bilgi sahibi olmayı gerektirir. İyi bir eleştirmenin tarih, edebiyat, siyaset, estetik, müzik, mimari gibi birçok alanda bilgi sahibi olması gerekir. Evet, zor hatta ulaşılması seneler alan bir tecrübe gerektiriyor ama bu böyle.Bu meslekte ben oldum diyemezsiniz, her zaman gidilecek yol vardır. Her meslekte olduğu gibi bu meslekte de yetkin ve yetkin olmayan isimler vardır, normal. Zaman, bu konudaki öğütmeyi yapacaktır.

Bir kısım eleştirmenimiz çok donanımlı ama çoğu öyle değil gibi çünkü çok emek gerektiriyor, uğraşmıyorlar. Peki nedir bu donanım? Bir ara SİYAD’ın içinde dikkate değer bir tartışma yaşanmış. Sinema yazarları, 1 Mayıs’ta sinema kortejinde mi yürümeli yoksa yazar kortejinde mi diye. Bence müthiş bir detay. Niye? Çünkü “sinema yazarı”, adı üstünde, iki ayrı ekolün/sektörün birbiri içinde eridiği bir meslek. Bir sinema yazarının sinema hakkındaki bilgisini arttırması elzemdir ama yeterli değildir, yazarlık hakkındaki bilgisini de arttırması lazım. Bir yazarın Türkçesi iyi olmalı, “mükemmel” demiyorum ama en azından “iyi” olmalı. Benim gördüğüm en basit donanım eksikliği bu. Bilhassa genç yazarlarımızın ciddi bir kısmının kendini ifade etmekte zorlandığını ve dilbilgisi kurallarına riayet etmediğini görüyorum. Çok sevdiği bir filmi anlatıyor, çok sevdiğini de anlıyorum ama yazıya gerekli özeni göstermiyor. Bir yazar, ana dilinde doğru düzgün yazı yazamıyor.Editörler de pek dikkat etmiyorlar. Çok acı, çok üzücü. Türk Dil Kurumu’nun İnternet’te ücretsiz pdf  versiyonu bulunan 2.500 sayfalık Türkçe İmla Kılavuzu var, bunun Türkçe’nin genel kurallarını anlatan ilk 100 sayfasını “ben yazarım” veya “yazar olma hayalim var” diyen herkesin okuması lazım. Gidip sorun, üç-beş sinema yazarı adayı bile okumamıştır. Bu konuya özen gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bir diğer konu, yabancı dil. Bugüne kadar olan oldu, anlarım ama artık sinema yazarı olmayı düşünen bir gencin mutlaka yabancı dil ya da diller bilmesi gerekiyor. Bir yazar, ufkunu sürekli genişletmeli. Dilimize henüz çevrilmedi diye sinema tarihini değiştirmiş yüzlerce, binlerce klasik filmi seyretmemiş olmak, sinema üzerine yazılmış yüzlerce sağlam eleştiriyi, makaleyi, kitabı okumamış olmak -hem de çoğu ücretsiz erişime açıkken- maharet değil.

Bir de bir film hakkında yazarken o filme has araştırma yapılması hiç fena olmaz, sadece film ekibinin önceki filmlerini sayarak olmaz bu.Filmle ilgili hiçbir analiz içermeyen yazılar okuyoruz, tek bir sahneden ya da tek bir replikten bile bahsetmeyen kritikler var, okuyunca yazarın filmi izlediğinden bile şüphe ediyorsunuz. Bir film eleştirisi, minicik de olsa bir pencere açabilmeli çünkü her eleştiri aynı zamanda bir fikir/düşünce faaliyetidir ve her düşünce faaliyeti eser miktarda donanım gerektirir.Donanım; okuma, araştırma, dinleme ve izlemeyle rahatlıkla arttırılabilir, bilgiye erişmeye üşenmemek lazım, hele mesleğiniz ya da en büyük hobiniz buysa.

– İnternet teknolojisinin ulaştığı noktada eleştirmenlik demokratikleşti mi, “ayağa mı düştü”?

Bence demokratikleşti çünkü eskiden eleştirmenlerin yazılarını yayımlayabilecekleri bir mecra bulma kaygısı vardı ve bu çok ciddi boyutlardaydı. O kadar ciddi boyutlardaydı ki, bir yerle anlaşırdınız ve bu işin kontrolünü ele geçiren küçük klikler -tıpkı bir mafya gibi üşüşüp- “bu pastayı sadece biz yeriz” der ve göz açıp kapayıncaya kadar bir şekilde orayı sizden alıverirlerdi, ben bunu yaşadım. Mesela ben bir gazetemiz ilk kurulduğunda ücretsiz film kritiği yazabileceğimi söyleyip sinema sayfası hazırlama teklifinde bulundum, “Yayın politikamız gereği sinema köşemiz olmayacak” dediler, “Eyvallah” dedik. Sonra baktım gayet meşhur bir eleştirmen abimiz orada “ücretli” yazmaya başladı. Bu işler böyleydi, kimse kimseyi kandırmasın. Belirli gruplar köşe başlarını tutmuştu.

Şimdiyse her türlü görüşünüzü paylaşabileceğiniz sayısız platform var. Çok değil, sadece 15 yıl önce beyazperde.com yazarı olarak gala davetlerine ve basın gösterimlerine katılmaya başladığımda bu, bazı sinema yazarı büyüklerimiz tarafından engellenmeye çalışıldı, web sitelerini yok sayma eğilimi vardı. Sonra bunlardan bazılarının -site, yazılar için telif ödemeye başlayınca- orada yazmak için girişimde bulunduğunu hatta birinin yazdığını görmüş olduk. Bu gözler bunu gördü. Sinema bloglarının yükselişi başladığında da bu direniş ve yok etme faaliyetiyle karşılaştık, hepsini örnekleriyle çok net bir şekilde hatırlıyoruz.

Şimdi ise kalemin/klavyenin önündeki yegâne engel, İnternet erişimi. İnternete erişiminiz varsa, görüş ve düşüncelerinizi paylaşabiliyorsunuz; İnternet’e erişiminiz varsa, filmlere de ulaşabiliyorsunuz. Artık iş/top, yazarda. Bence olayı demokratik yapan bu, yani fırsat eşitliği. İyi yazabilen yazarlar olduğu gibi kötü yazanlar da var, bunu kabul ediyorum ama her meslekte böyledir. Kalemine hâkim olanlar, yeni/farklı bir şey söyleyebilenler okur kitlesini yaratacak ve ayakta kalacaktır, ki öyle oluyor. Ben herkesin sinema hakkındaki düşüncelerini paylaşması taraftarıyım. Zaman, zayıf olanlara kan damlayan dişlerini gösterecektir, bunu birilerinin yapmasına gerek yok. Yazı dünyası tarihte hiç olmadığı kadar özgürleşti, bunu görmek lazım.

– Eleştirinin yüzü seyirciye mi, sektöre mi, yoksa sinema sanatına mı dönüktür? 

Eleştirinin çok yönlü bir işlevi var, sadece tek bir yöne odaklanılmasını doğru bulmuyorum ama kabul etmek gerekir ki, sanat eleştirmenliği, özü itibariyle, bir sanat dalının ortaya koyduğu eserlere yoğunlaşır.Birçok eleştiri tipi olmakla beraber, aslolan eserdir, eseri çözümlemek ve farklı özelliklerini ortaya çıkarmaktır. Öte yandan her eleştirmen, aynı zamanda seyircidir ve sinema sanatı, çok sayıda faaliyet kolunun bir araya gelmesinden oluşur. Bu işin seyirci, sektör/ekonomi hatta politik boyutunu yok sayamayız. O yüzden eleştirinin, belirli kalıplara tıkılmasını doğru bulmuyorum. Yasanın suç saydığı hâller dışında, eleştirinin sınırı olmaz.

– Sinema eleştirmenliğindeki “beğendim/beğenmedim” yahut “puanlama” anlayışı hakkında ne düşünüyorsunuz? Bunun devamı sayılabilecek bir durum olarak yapımcılara “embedded” ve “PR’cı” eleştirmenlik hakkında fikirleriniz neler?

Şu ana kadar yarım milyonu aşkın uzun metraj film çekilmiş, her gün yüzlerce film çekilmeye devam ediyor ve bizler terk-i diyar eyleyene kadar en iyi ihtimalle bunların %2-3’ünü seyredebileceğiz, fazlasını değil. Belgesel, kısa film, animasyon, TV dizisi gibi şeyleri hariç tutarak söylüyorum, çekilmiş filmlerin en az %97’sini seyredemeden öleceğiz, hesap ortada. O nedenle beğeni paylaşımlarına, sıralamalara/listelemelere ve puanlamalara karşı değilim.Bir fikir vermesi açısından kolaylık sağlıyorlar.Hepimize bu büyük okyanusta yönümüzü bulmamızı sağlayacak kerteriz noktaları lazım.Burada sinema eleştirmeninin takipçileri sezgisel olarak bir yol bulacaktır, bence isteyen istediğini paylaşsın.

Yapımcılara “embedded”ve “PR’cı” eleştirmenlikle ilgili, sektörümüzün önemli insanlarıyla hatta bazı arkadaşlarımla karşı karşıya gelecek kadar sesimi yükseltmişliğim var. Ben doğru bulmuyorum ama bu işin endüstriyel boyutunu atlayamayacağımız için yani kısacası neden olduğunu/yapıldığını bildiğim için şaşırmıyorum da. Maalesef insanlar ekmek parası için ya da dostluk uğruna bu işlere giriyor, ama bence o kişinin yazarlık nosyonu ağır hasar alıyor.Okur, bir yazının çıkar amaçlı yazıldığı hissine kapılırsa o yazıdan midesi bulanır, bence bir yazar için “iğrenilecek bir şey yazmış olmaktan” daha büyük hakaret/ceza olamaz. Bir okur bir sinema yazarını beğenmek için onlarca nedene ihtiyaç duyar ama ondan nefret etmesi için tek bir yazı yeter çünkü maksatlı yazılmış bir yazı tiksinti uyandırır.

– Sinema eleştirmenlerinin sinema sanatına ve sektörüne ilişkin gelişen olaylara karşı ortak tavır alma ihtimalleri var mı?

Bizim kültürümüzde şu aşamada ortak tavır alınmasını beklemek beyhude. Mesela ben yeni sinema yasasıyla ilgili Tweet atıyorum, millet beğenmeye korkuyor, başıma bir şey gelir diye. Maalesef ülkemiz demokrasi, temel hak ve özgürlükler bağlamında her geçen yıl geriye giden bir ülke, hukuk zaten yerlerde sürünüyor. Başta ifade özgürlüğü olmak üzere olmazsa olmaz bireysel haklar korunmadığı için -doğal olarak- insanların ödü kopuyor. Korkunun dağları beklediği bir ülkede, cesurlara deli derler. Bizde tavır koymak için “deli” olmak gerekiyor.Bir de kültürel olarak intikamcıyız. Şimdi zamanında protesto etmedi diye, bir süredir yapılamayan bir festival bu yıl bazı yazarları akredite etmezse şaşırmayacağım ya da sırf yerel seçimlerde muhalif bir belediye başkan adayını destekledi diye bazı yazarlar bazı festivallere akredite edilmezse de şaşırmayacağım, bizi bu hâle getirdiler.İnsanlar “bunu bize ödetirler” diye düşünerek ortak tavır almaya korkar oldular. Aşalım artık bunları, herkes her konuda aynı düşünmek mecburiyetinde değil. İtiraz etme hakkına saygı duymalı ve farklı görüşleri yasayla koruma altına almalıyız.Maalesef, bu olana kadar, ortak tavır bence bir hayal.