Kim istemez ki on bir yaşında biriktirdiği anı kutusuna yıllar sonra bir telefon kulübesinde rast gelip mutluluktan ağlamayı? O sırada kimsenin aklına gelmez, o kutunun nereden çıktığı? Anın tek kahramanı minik kutunun getirdiği anılardır. Oysa asıl olan kahraman ise bambaşkadır; muzip ancak bir o kadar da çekingen gülüşlü, iri gözlü, kısa-küt ve siyah saçlı Amélie Poulain…
Amélie(Audrey Tautou), doktor olan babası tarafından kalp hastası olduğu gerekçesi ile – aslında bu yanlış bir kanıdır çünkü Amélie ile babası oldukça mesafelidir ve babasının nadiren yaptığı kontroller sırasındaki temastan dolayı Amélie’nin kalbi hızla attığından onu hasta zannetmiştir- diğer çocuklardan farklı ortamda yetiştirilmiş bir kız çocuğudur.
Amélie’nin annesi, o küçük yaştayken Notre Dame Kilisesi tepesinden atlayan bir kadının üzerinde düşmesi sonucu vefat etmiştir. Bu nedenle babası sessiz ve çok daha pesimist bir adam olmuş ve kendini eşi için anıt mezar yapmaya adamıştır. Amélie ise bu yalnızlığın ortasında kendine hayal gücünden bir dünya yaratmış,ilginç ve mutlu bir kızdır.
Yıllar geçer ve Amélie bir kafede garson olarak çalışmaya başlar. Elbette bu hayallerine sınır çizmesi için bir neden değildir. Kendisinin olduğu yer ve dünya hakkında saçma sorular sorup yanıtlayarak kendini eğlendirir. Günleri böyle geçip giderken Prenses Diana’nin öldüğü gün hayatı için dönüm olacaktır. Evindeki kırık fayansın arkasında bir anı kutusu bulur. O an bir karar alır, ne olursa olsun o kutuyu sahibine ulaştıracaktır. Ulaştırdığında aldığı sonuç güzel olursa kendini iyiliğe adayacaktır. Pek çok yanlış kişinin ardından kendiyle aynı apartmanda yaşayan ‘kristal adam’ lakaplı ressamın da yardımıyla kutuyu sahibine iletir. Adamı gözler ve aldığı sonuç mutluluk gözyaşları olunca başlatır hayatının akışını değiştirmeye.
Babasını hep hayal ettiği dünya turuna çıkaramaz belki ama çok değer verdiği cüce şeklindeki heykeli, bir hostese vererek dünyayı gezdirip babasına cücenin ağzından kartpostallar gönderir. Apartman komşusuna yıllardır ulaşamadığı eşinin dilinden mektup oluşturur. Mahallesindeki manava, çırağına yaptığı zulümlerden dolayı evinde ufak tefek değişiklikler yaparak lanetlendiğini düşündürür, böylece evinde yorulan manav çırakla uğraşmaya vakit bulamaz. İş arkadaşlarından hastalık hastası Georgette’ye aslında diğer iş arkadaşının takıntılı eski sevgilisi Joseph’in ondan hoşlandığını söyler. Tam aksini ise gidip Joseph’e söyler ve böylelikle ikisinin bir ilişkiye başlamasına neden olur. Apartmanındaki ‘kristal adam’ Raymond hassas cildinden dolayı dışarı çıkamamaktadır. Amélie onun da hayatına sihirli değneğiyle dokunup evinde anonim kasetler göndererek televizyonundan dünyayı seyredeceği belgeseller verir. Ve en önemlisi de bir garda karşılaşıp aşık olduğu kendi gibi hayalperest Nino’nun uzun süredir oluşturduğu fotoğraf albümüyle ilgili gerçeğe ulaşmasını sağlar.
Ancak o tüm bunları gizlice yapar ve o diğer insanlarla ilgilenirken, kendiyle kimse ilgilenmemektir. Nino’yu farklı yöntemlerle kimliği belirsiz şekilde cezp etmeye çalışsa da özünde utangaçtır ve Nino’nun karşısına bir türlü çıkamamaktadır. Tam bu sırada kristal adam Raymond’ın: “Benim küçük Amélie’m, sizin kemikleriniz camdan değil ama onlar da kırılabilir. Neyi bekliyorsun, harekete geç!” sözleriyle Nino’sunun karşısına çıkma cesaretini bulur.
Film, yönetmen Jean-Pierre Jeunet’in stüdyo dışı çektiği ilk film. Fransa’nın Montmantre’sinde rengarenk ve nostaljik havayla sunulan filmdeki görüntüler kadar film içeriğindeki detaylar seyircide “ne ince düşünülmüş ama” diye hayretle karışık hayranlık uyandırıyor. Hızlı akışıyla zamanın akışını kavrayamazken, filmin piyanoyla harmanlanmış soft müziği sakinleştiriyor. Film öyle bir etki bırakıyor tadını garipsediğiniz enginardan, manavlardaki bakla çuvallarına kadar farklı gözle görüyorsunuz dünyayı. Amélie, “romantik film” kategorisiyle sunuldu bize ama sınırların dışında bir film olduğu aşikar.
Tam da filmde geçtiği gibi: “Mucizelere inanır mısın?” sorusuna, “bugün değil” yanıtını verdiğiniz anda, yaşam ezberinizi bozacak, “her şeye rağmen iyi ki yaşıyorum” diyebileceğiniz ve sadece aptalların, parmak göğü gösterirken parmağa bakacağını öğretecek olan Amélie Poulain ile hemen tanışmanız gerekiyor.