Dünya Bu Filmi Konuşuyor projemizin ilk ayağında Yağmur Kartal Karakuş’un Oyuncakçı – Saklı Yadigarlar filmini ele alıyoruz. İlk yazar konuğumuz ise Fransa’dan Sanatçı, Yazar ve Eğitimci Cathie Hubert.
Cathie Hubert Kimdir?
Fransız bir Sanatçı, Yazar ve Eğitimcidir. Fransa’nın Brittany kentinde, sanat stüdyosunun bulunduğu bir deniz kıyısında yaşıyor. Opera hakkında bir sanat kitabı ve ayrıca bir şiir kitabı yayınlandı. Filmler, sanatsal çalışmalar veya ona ilham veren herhangi bir şey hakkında yazmayı seviyor.
Uzun yıllar Cannes Film Festivali’nde Basın Konferansı Eş Organizatörü olarak çalıştı. Cannes ve Nice’deki sinema okullarında sinema tarihi öğretti.
Türkiye’yi çok seviyor ve şu anda Türkçe öğreniyor. Ayrıca Türk aktör ve yazar Engin Akyürek’in tanıtımına yardımcı olmak için Paris’te bir çalışma grubu kurdu.
Bir Çocuğun Ruhu
Birden fazla bakış açısıyla yapıldıklarında sanatçı portrelerini çok seviyorum. Gerçekliklerini yakalamaya çalışmak için aynı kişiyi farklı ışıklarla aydınlatıyorlar. “Oyuncakçı Saklı Yadigarlar” da bu yolu izliyor, ancak bu belgesel gerçek hayat çekimleri, röportajlar ve güzel animasyonların bir karışımı olduğu için çok zekice.
1930 doğumlu, mütevazi bir işi, eşi ve çocukları olan İstanbullu oyuncakçı Sabahattin’in hayatının ve ruhunun portresi. İlk bakışta sıradan bir çalışan aile babası gibi görünüyor. Yine de mümkün olan en kısa sürede, evinin arka bahçesinde ufak tefek oyuncaklar yapmaya uğraşan hali gösteriliyor.
Filmde şimdi ve geçmiş, hayali yaşam ve gerçekliği dönüşümlü olarak, kızlarının, arkadaşlarının ve profesyonellerin tanıklıklarıyla iç içe geçiyor.
İçeri / Dışarı
Güzeller güzeli bir yaşlı olan Sabahattin’in evinden atölyesine, arkadaşlarıyla oturmasına, oyuncaklarından bahsetmesine ya da hasta karısına bakmasına kadar günlük hayatını ve alışkanlıklarını takip ediyoruz filmde. Süslü değil, basit, gerçek bir adam. Çevresi mütevazı, elleri bir işçinin elleri. Ama yine de hep açık mavi gömlekli, beyaz saçlı, gözlerindeki ışıklardan oluşan bir renk havuzunda oyuncaklarından bahsederken gösteriliyor filmde. Kamera, yüzünden ellerine geçerek, kablolara dikkatle odaklanıyor ve en küçük ayrıntıya hassasiyetle bir araya getiriyor. Bu süreçte izleyici kendi küçük hayali oyuncak dünyasını keşfediyor. Güneşteki ve dış dünyadaki güzel varlığı, tel oyuncak karakterlerinin animasyonlu görüntüleri veya yakın çekimleri ile dön üşümlü olarak, benzersiz bükülmelerini ortaya çıkarıyor, yaşlı adamın ruhunu ve fantezi iç dünyasını temsil ediyor: korsanlar, tekneler, aşıklar, “dünyaya bir yolculuk”…. “Bir çocuğun ruhu”, görüşülen kişilerden birinin dediği gibi.
Geçmiş ve Şimdiki
Aynı zamanda Yönetmen, hem Sabahattin’in kişisel yaşamını hem de Türkiye tarihini anlatan belgesele, sanatsal, şiirsel ve aydınlık bir animasyonla geçmişin anılarını tanıtıyor, zanaatkarın yaşam arka planını perspektif içine koyuyor. Böylece yaratıcı sürece ışık tutuyor ve geçmiş zamanlara değin derin bir nostalji yaşatıyor, “her şeyin bir rengi varken”… Filme sihirli bir şekilde dokunan bu animasyon geri dönüşler, yaşlı adamın hayal kuran görüntüleri, bir hikayecinin yaratıcı ruhunu yansıtıyor.
Onu Sevenler Tarafından Görülen Bir Adamın Hayatı
Son olarak, bu görüntülerin arasına, kızlarının ve çalışmalarını öven insanların röportajları yerleştirilmiş. Sabahattin’den duyguyla bahseden oyuncu Hakan Altıner, duyarlı sözleriyle sanatçının ta kalbine dokunuyor ki beni en çok duygulandıran da bu oldu. Gerçekten de Altıner’in söylediği gibi: “İmkansızlıklar dehayı besler”. Bu film, güzelliği günlük davranışlarına yansıtan bu dünyadaki tüm sanatçılara, ne olursa olsun kendi yolunu izleyenlere, hayalperestlere, şairlere bir saygı duruşu niteliğinde.
Filmin son sahnesi bittiğinde, zanaatkar Sabahattin ile duygusal bir bağ hissettim. 95 yaşında ölene kadar her gün küçük mutfağında takdir veya övgü beklemeden hayallerini harika tablolara dönüştüren büyük annemi hatırladım. Ya da İskoçya’da hiçliğin ortasında harika ahşap heykellerini yapan heykeltıraş arkadaşımı. Sabahattin ve dünyanın hayalperestleri, İstanbul’da, Fransa’da, Çin’de ruhumuza dokunuyor, pırıl pırıl izler bırakıyorlar. Bu sanatçı örnekleri, ellerinde yeni nesillere aktarılan, karanlığı aydınlatan bir ateş tutuyorlar. Yağmur Kartal da işte onlardan biri!
“ The spirit of a child”
I very much like artists portraits, when they are done via multiple points of view. They always shade different lights on the same person, to try and capture their truth. “Oyuncakçı Saklı Yadigarlar” follows this path, however, this documentary is very clever, as it is a mix of real life filming, interviews, and beautiful animation.
It is a portrait of the life and spirit of an Istanbul toymaker, Sabahattin, born in 1930, a modest married man with a job, a wife and children, who first appears to be an ordinary working family man. And yet as soon as he can, he spends time making small toys with bits and bobs, in the back yard of his house.
The film alternates present and past, imaginary life and reality, intertwined with testimonies of his daughters, friends and professionals.
Inside/ outside:
We follow the daily life and habits of Sabahattin, a beautiful old man, from his house to his workshop, sitting with his friends, talking about his toys or looking after his ill wife. Nothing fancy, a simple, genuine, man. His surroundings are modest, his hands those of a worker. And yet, he is always filmed in a pool of light, blue shirt, white hair, a softness in his eyes, sparkles when he speaks about his toys. The camera travels from his face to his hands, carefully cutting wires and assembling them together with a delicate focus on the slightest detail. In the process, the spectator discovers his tiny imaginary toy world. His beautiful presence in the sun and the outer world, alternates with animated images or close ups of his wire toy characters, revealing their unique twist and representing the old man soul and fantasy inner world: pirates, boats, lovers, a voyage into “ the spirit of a child” as one of the interviewees puts it.
Past and present:
At the same time, the filmmaker introduces artistic, poetic, subdued animation reels, into the documentary, memories of the past, telling the story of both Sabahattin personal life and the history of Turkey, putting in perspective the life background of the craftsman and doing so, shedding a light on the creative process and conveying a deep nostalgia for times gone by,“ When everything had a colour”. Those animated flashbacks, magically woven into the film, reflect the old man daydreaming images, a story maker spirit.
A man’s life seen by those who love him
Finally, in between those images are inserted interviews of his daughters and people praising his work. I was most touched by Hakan Altiner, the actor, who speaks about Sabahattin with such feeling, touching the very core of the artist path with his sensitive words. As he so truly says: “ Impossibilities feed the genius”. This film is an homage to all the creatives in this world, whose beauty lies in the daily gestures, those who follow their path no matter what, the dreamers, the poets.
When the last image of the film ended, I felt an emotional connection with Sabahattin, the craftmaker. I remembered my grand mother, who relentlessly transferred her dreams into wonderful paintings, in her small kitchen, day after day until she died aged 95, without looking for recognition or praise. Or that friend sculptor in the middle of nowhere in Scotland, crafting his wonderful wooden sculptures. Sabahattin and the dreamers of the world touch our soul, in Istanbul, France, or China, they leave shimmering traces, examples for us to follow, they hold in their hands a fire transmitted to new generations, illuminating darkness. Yağmur Kartal is one of them too.